Kötü polis, iyi polis (1): “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim”!

Önce yaklaşık dört-beş ay önce yaşanan bir diyalog hayal edelim:

A.G. Bir şeyler yapıp kendimizi seçimin hemen ertesinde gündeme yerleştirmek gerekiyor. AK Parti seçimden zayıflamış çıkacak. Eylül’de kongre var. Tam zamanıdır.

A.S. Doğru, efendim. Fakat sizin tam AK Parti yenilgiye uğramışken bir demeç veya bir mülakat vermeniz doğru olmaz. Kimi “leş kargası” diye yıpratır sizi. Kimi “nasıl da yanıyor tutuşuyor AK Parti’nin başına gelmek için” diye çekiştirir. Oysa sizin yeniden ikbal peşinde olmadığınız izlenimini yarattık, bunu muhafaza etmemiz çok önemli. Sonra AK Parti’nin örgütünü, zayıf anında Erdoğan’a saldırıyor diye doldururlar.

A. G. Haklısın. Peki, ne yapabiliriz?

A. S. Siz gene kendi köşenizde ağırbaşlılığınızı koruyun. Başka birine verdirelim mesajı.

A. G. Kim olabilir bu? Parti içinde buna pek az insan cesaret edebilir. Üstelik hizipçilikle suçlanırız.

A. S: Buldum, efendim! Ben sanki anılarımı yazmış gibi yapar, aranızdaki bütün çelişkileri dikkatli bir dille ifade ederim. Siz kendi politikanızın Tayyip Bey’den ne bakımdan farklı olduğu konusunda neler yazmam gerektiğini bana yazdırın. Hatta kendiniz de yazabilirsiniz bazı pasajları. Sonra seçimin hemen ardından piyasaya çıkarırız kitabı. Büyük ilgi çeker.

A. G. Çok haklısın, Ahmet! Yalnız, “bu kitabı tam AK Parti’nin en zayıf anında piyasaya sürdü. Zamanlama aşikâr değil mi, manevra yapıyor” demesinler.

A. S. Onun kolayı var, sayın cumhurbaşkanım. Şöyle deriz: kitap aslında seçimden hemen önce piyasaya çıkacaktı, ama Abdullah Gül rica etti, seçim sonrasına bırakıldı. Böylece, tam tersine “AK Parti’nin çıkarlarını nasıl da düşünüyor” derler.

A. G. Bütün bunlar tamam, ama ya “bunlar Ahmet Sever’in kendinden söz ettirmek, kitabını çok sattırmak için yazdığı şeyler” diye söylenti çıkarırlarsa ne yaparız. Ben “yok hepsi doğrudur” dersem ağırbaşlı imajım yaralanır.

A. S. O zaman şöyle söyleyelim baştan: Abdullah Bey kitabı okudu, bazı düzeltmeler de yaptı. Böylece sizin kirli çamaşırların AK Parti’nin düşmanları önünde sergilenmesine karşı olduğunuz imajını da vermiş oluruz. “Kim bilir daha neler var!” diye düşünür herkes.

A. G. Peki ama bizim halkımız kitap okumaz ki.

A. S. Aman beyefendi, Doğan medyası bunun üzerine atlayacaktır. Tayyip Bey’in yarattığı krizi, Batı ile bütünleşmiş, liberal, demokrat, Gezi’ye bile hoşgörü ile bakan, prestiji yüksek bir liderle çözmek onların arayıp da bulamayacağı bir olanak. Hemen seçimden sonra bir röportaj veririz, mesela Hürriyet’e. Ondan sonra herkes sizden söz etmeye başlar. Gündeme yerleşiriz.

Diyalogu burada kesiyoruz. Ahmet Sever’in Hürriyet’e verdiği mülakatta iki kez Gül’ün kişisel hırsı olmadığını söylediğini ekleyerek. Gazeteci “Abdullah Gül siyasete dönecek mi?” sorusuyla açıyor mülakatı. Elcevap: “Can atar bir havası yok.” Epeyce ileride gazeteci “Siyasete devam etmesi için bastırmışsınız” deyip soruyor: “Bunları nasıl karşıladı?” Cevap: “Siyasi hırsı yok.” Yeni bir “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim” vakası!

Şimdi bize anlatılan hikâyeyi düşünün. Ahmet Sever Abdullah Gül ile 12 Yıl kitabını “tarih gerçekler temelinde yazılsın” kaygısıyla kaleme almış. Abdullah Gül hiçbir şekilde bu işin içinde değil. Yalnız çok nazik biri ya, rica etmiş seçimden önce çıkmasın piyasaya diye. Ne tesadüf değil mi, Gül cumhurbaşkanlığından 9 ay önce ayrılmış, ama kitap tesadüfen tam seçim öncesinde piyasaya çıkacak oluyor.

Ahmet Sever kitabı kendisi, bütünüyle kendi inisiyatifiyle yazmış. Gül’ün hiçbir manevrası yok. Hürriyet’e şöyle söylüyor:

“Kitabı yazmak benim fikrim. Hiçbir telkini olmadı. Hatta fikri açtığımda tedirgin olduğunu zannediyorum. ‘Kendi mahallesinden olmayan biriyle 12 yıl çalıştı, bir de ona kitap yazdırıyor’ denmesinden, öyle algılanmasından rahatsız oldu. ‘Yazma’ demedi ama katkı vermedi. Yüreğini, kalbini açsaydı çok farklı şeyler ortaya çıkabilirdi. Onu yapmadı.“

Ama kitabın Ahmet Sever’in “uçuk fikirleri” olduğu türünden iddialar çıkarsa buna nasıl engel olmalı? “Abdullah Gül kitabı baştan sona okudu, bazı düzeltmeler yaptı” diyerek.

Size anlatılan hikâyelere inanmayın. Bir “iyi polis” gelip “kötü polis”in yerini almaya hazırlanıyor. Bu kitap da onun taktik bir manevrası. Daha konuşacağız bu kitabı ve Gül’ü.

Batı’da şöhretler kendi anılarını yazarken vakitsizlikten ya da yeteneksizlikten işin yazarlık kısmını “hayalet yazar” diye anılan profesyonellere bırakırlar, ama kitap kendi imzalarıyla çıkar. Burada “hayalet” gün yüzüne çıkmış durumda. Hatta tam tersine esas yazarı perdelemeye çalışıyor. “Emanet yazar” mı diyelim?