Her yer Paris, her yer Roboski!

 

 

Bugün 9 Ocak, PKK’nin kurucularından Sakine Cansız’ın (Sara) da aralarında olduğu üç Kürt kadınının bir suikaste kurban gitmesinin üçüncü yıldönümü. Ne acıdır ki bu yıldönümünden sadece günler önce bu kez sürgünde değil Şırnak (Şirnex) Silopi’de (Sîlopiya), aralarında DBP Parti Meclisi üyesi Seve Demir’in de bulunduğu üç başka Kürt kadın kurşunlarla delik deşik, yüzleri tanınmaz halde vahşice öldürülmüş olarak bulundular. Gerçek gazetesi dün Paris’e “Roboski’nin kızkardeşi” diyordu. Bugün şöyle diyoruz: her yer Paris, her yer Roboski!

Marksistler Kürt halkının en has dostlarıdır. Roboski sonrasında bunun Sri Lanka modelinin bir testi olduğunu söyledik. O gün kimse bize katılmadı. Bir tek Roboski aileleleri ile aynı fikirdeydik devletin çoğu çocuk bu Kürt köylülerini kasıtlı olarak öldürdüğü konusunda. Bugün, tam dört yıl sonra Sri Lanka herkesin ağzında. O gün uyaran mı Kürt halkının daha iyi dostu, yoksa “açılım” politikasına inandığı için Kürtlere “yok hükümet olamaz, Ergenekon yapmıştır” diyen liberal mi?

Roboski’den sonra bir yıldan biraz daha fazla bir vakit geçti. Bu sefer Paris suikasti yaşandı. Yeniden uyardık. Bu, dedik, “hem konuş, hem öldür” politikasıdır. Gelişme AKP hükümetinin istediği yönde yürümezse sizi öldürürüz diyorlar dedik. Kimse kabul etmek istemedi. Hükümet yanlıları “iç hesaplaşma” dedi. Liberaller papağan gibi yine “Ergenekon” dedi. Kürt hareketinin liberallerden etkilenen kanadı da suikastin ardında 2013 başında yeni başlamakta olan “çözüm süreci”nin düşmanlarının olduğunu kabul etti.

Katil zanlısı olarak yakalanan Ömer Güney, Kürt olduğu için başta “iç hesaplaşma” teorisyenleri zil takıp oynadı. Ama sonra deliller çorap söküğü gibi ortaya döküldü. Ömer Güney’in garip temaslar içinde olduğu, yılda birkaç kez ailesinden habersiz Türkiye’ye geldiği, geldiğinde memleketinde değil Ankara’da kaldığı ortaya çıktı. Ardından Aralık 2014’te başka deliller belirdi. Fransız emniyetinin teknik-bilimsel laboratuvarı, Güney’in telefonunun hafızasından silinmiş birtakım fotoğrafları kurtarmayı başarmıştı. Güney, suikastten sadece bir gün önce, Paris’in banliyölerinden birindeki PKK yanlısı bir derneğe girerek telefonuyla üye kayıt defterindeki yüzlerce ismin fotoğrafını çekmişti. Bu bulgu konusunda Kasım ayında yapılan hâkim sorgusunda, bunu tanımadığı bir PKK’linin talebi üzerine yaptığını söylüyordu. Sonra ertesi sabah adresini kaybettiği ve adını unuttuğu bir başkasıyla buluşmuş, fotoğrafları vermiş, sonra da hafızasını gereksiz yere işgal etmemek için bunları silmişti. Hem telefonun hafızasını meşgul etmek istemiyordu anlaşılan, hem dekendi hafızasını!

Sonra başka ipuçları belirdi: Güney’in 2003-2011 arasında yaşadığı Almanya’daki çevresinde yapılan soruşturma, bu kişinin Kürt özgürlüğüne bağlı biri olmak bir yana, MHP’li çevrelerle ilişkili olduğunu, üç hilalli bir şövalye yüzüğü taktığını ortaya koyuyordı.

Sonra, Fransız polisi Güney’in, ikisi hâlâ bulunamamış beş telefonu olduğunu, Türkiye ile sık sık mesajlaştığını, bu mesajlarda kullanılan numaraların olağan olmayan, muhtemelen teknik amaçlarla kullanılan numaralar olduğunu da saptamıştı. 

Ocak 2014’te ise Ömer Güney’in iki MİT görevlisi ile bir konuşmasının ses kasetinin internete düşmesi ile her şey daha berrak hale geldi. Kasette yer alan bilgilere göre Ömer Güney iki MİT görevlisiyle birlikte bir dizi suikast planlıyordu. Böylece durum açıklığa kavuşuyordu: Güney MİT’e çalışmaktaydı. Mayıs 2010’dan itibaren MİT Müsteşarı, Tayyip Erdoğan’ın mutemet adamı Hakan Fidan’dı. Demek ki, cinayet Ergenekon’un işi değildi. Doğrudan doğruya AKP hükümetinin kontrolünde bir devlet organı tarafından planlanmış ve uygulanmıştı. Suikast Ocak 2013’te işlendiğine göre, Fidan o aşamada iki buçuk yıldır MİT’in başındaydı!

Devrimci İşçi Partisi’nin uyarısı yine haklı çıkmıştı. Paris suikasti “sürecin” mimarı AKP hükümetinin bir marifetiydi. Bütün bunların temelinde, “çözüm süreci” diye anılan taktiğin karakteri yatıyordu. Daha önceki “açılım” gibi, bu süreç de aslında hükümetin Türkiye burjuvazisi adına Kerkük petrolleri üzerinde hegemonya kurma yönelişinin önünde Kürt hareketinin oluşturduğu engelin tasfiye edilmesini hedefliyordu. Yani amacı, çözüm değil Kürt hareketini çözmekti. Gelişme kendi istediği yönde olmazsa ve koşullar elverirse (örneğin Ortadoğu’da bir savaş ortamı), AKP hükümeti ve onun başındaki Tayyip Erdoğan Kürt hareketini katliam yoluyla ezmeyi deneyecekti.

Bakın, bugün Tayyip Erdoğan’a “demokrat” Abdullah Gül’le birlikte muhalefet eden Bülent Arınç 2013 sonu-2014 başı ne diyor? “Çözüm süreci başarıya ulaşmazsa daha çok Uludereler yaşanabilir.” Kürt halkını Roboski ile tehdit etmek! Belli değil mi adamın Sri Lanka tehdidi yaptığı. Sri Lanka’nın işlediği halk katliamından sonra o ülkenin cumhurbaşkanı ile müteaddit defalar telefon konuşması yapan da o dönemde cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’den başkası değildir!

Kürt halkının dostları olan devrimci Marksistler uyarıyordu. Ama maalesef kulak veren yoktu. Sonuç çok acı oldu. Şayet bu işaretler doğru okunsaydı, Gezi ile başlayan halk isyanı, 17-25 Aralık ve benzeri durumlarda Kürt hareketi farklı bir politika izlerdi.

Kürt hevallerimiz sonunda delillerin ezici ağırlığı altında 2015 başında suikasti AKP’nin düzenletmiş olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Ama bunun siyasi sonuçlarını çıkarmadan.

Şimdi Silopi’deki katliam herkese Paris katliamını hatırlattığında politikanın en önemli bilgi kaynaklarından biri olan ön işaretlerin görmezlikten gelinmiş olduğunu görüyoruz.

Aşağıda hevallerimizin Paris suikastinin hakiki doğasını kabul etmeye başladığı aşamada, yani 2015 Ocak’ında, yani tam bir yıl önce sitemizde yayınlanan bir yazıyı da dikkatinize sunuyoruz.

Geç olsun, güç olmasın, hevaller!

http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/gec-olsun-guc-olmasin-hevaller

Özgür Gündem gazetesinin birinci sayfasının en tepesinde, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in cenaze töreninden bir görüntünün üzerinde bir başlık: “Cinayeti Ankara Planladı”. 5. sayfaya haberin kendisine dönüyoruz. Başlık bu sefer daha da açık: “Paris Katliamının Baş Aktörü AKP”. Tarih: 4 Ocak 2015. Paris suikastından iki yıl sonra.

Özgür Gündem gazetesi suikastın ertesinde böyle demiyordu. Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata İmralı’yı yeni ziyaret etmişti. Yepyeni bir süreç başlıyordu. Daha sadece bir yıl önce Roboskî’de çoğu çocuk yaşında 34 Kürt’ü uçaklardan bombalayarak katırlarıyla birlikte paramparça eden AKP hükümeti şimdi bir “süreç” başlatıyordu. İyi niyetten kuşku duymak için var olabilecek her tür neden vardı. Ama Özgür Gündem’deki hevallerimiz, AKP’ye toz kondurmuyor, suikastı “süreç”e karşı çıkan odakların yapmış olabileceği fikrini işliyorlardı.

Gerçek gazetesi ve yazarları farklı düşünüyordu. Burjuvazinin sözcülerinin uyduruk “PKK içi hesaplaşma” teorisini reddetmenin ötesinde, biz suikastın “hem konuş, hem öldür” olarak özetlenebilecek bir politikanın ürünü olarak AKP hükümetinin işi olabileceği fikrini işliyorduk. Özgür Gündem sadece kendisi bu olasılığı dışlamakla kalmadı. Bu fikirleri işleyen Sungur Savran imzalı iki günlük bir yazıyı da yayınlamayı reddetti. Gerekçe de güzeldi: gazetenin “çok dolu olması”, yazının yayınlanmamasının açıklaması oluyordu. Ocak 2013’te Paris suikastından daha önemli hangi konu gazeteyi o kadar dolu kılıyordu, anlamak biraz zor! Sungur Savran yoldaşımız bu gazetede 12 yıl boyunca köşe yazarlığı yapmış biriydi üstelik, yabancı değildi! Yazı daha sonra BirGün gazetesinde (17 ve 18 Ocak 2013) ve ardından bu sitede yayınlandı. (http://gercekgazetesi.net/sungur-savran/paris-suikasti-1-ic-hesaplasma-teorisi-mantiksizdir ve http://gercekgazetesi.net/sungur-savran/paris-suikasti-2-catli-gelenegi-hortluyor.)

Şimdi HDP Eşbaşkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş suikastın ikinci yıldönümünde açıklama yapıyor ve MİT’in olayın içinde olduğunun artık bilindiğini, bunu MİT’in de yadsıyamadığını, Ömer Güney’in ses kaydı internete düştüğünde MİT’in “araştırılıyor” dediğini ama bir daha sesini çıkartmadığını haklı olarak ortaya koyuyor. Özgür Gündem de bunları manşete taşıyor!

Hevallerimiz AKP hükümetinin suçlarını geç de olsa keşfettikçe biz de geride kalan iki yıla bakıyoruz. Tayyip Erdoğan’ın hâlâ başımızda olması bununla ilgili mi diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz.