Genç Mandela bizimdir, yaşlısı sizin olsun!

Güney Afrika’nın ilk siyahi cumhurbaşkanı ve efsanevi lideri, katı ırk ayrımı sistemi aparteid’e son verilmesinin mimarı Nelson Mandela ölümünden sonra herkes tarafından yüceltiliyor. Hem 12 Eylül hem de AKP destekçisi Mehmet Barlas ile 12 Eylül’ün de AKP’nin de baş hedefi Türkiye sosyalist hareketinin yazarları Mandela’yı birlikte sevgi ve saygıyla anıyorlar! Kürt hareketi daha da öteye gidiyor: Özgür Gündem “Güle güle heval Mandela” diye başlık atıyor, ondan “esin kaynağımız” diye söz ediyor. Taraflardan biri mutlaka yanılıyor. Maalesef yanılan taraf sosyalistler ve Kürt hevallerimiz.

İki Mandela var. Bunları birbirinden ayırmadan ikisine de sahip çıkan solcu ise aslında ihanete sahip çıkmış olur. Genç Mandela aparteid sistemine karşı Güney Afrika siyahilerinin ve beyazlar da dâhil komünistlerinin birleşik cephesi gibi çalışan African National Congress’e (Afrika Ulusal Kongresi-ANC) erken bir yaşta katılmıştı. Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) de ANC’nin müttefiki idi. Mandela’nın komünist olup olmadığı çok tartışılmıştır. SACP o dönemde bir yeraltı örgütü olduğu için kayıtları gizliydi, bu yüzden belirsizlik vardı. Şimdi ölümünün hemen ertesinde SACP Mandela’nın 1962’de tutuklandığında parti üyesi olduğunu açıkladı.

Mandela ANC üyesi bir komünist olarak, aparteid karşıtı hareketin programı olan 1955 Freedom Charter’ın (Özgürlük Sözleşmesi) da mimarlarından biriydi. Bu bildirge Marksizmin etkisi altında fabrikaların, madenlerin ve toprağın kamulaştırılmasını kesin bir dille öngören bir belgedir. Mandela sadece kapitalizmin ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir devrimci değildi. Aynı zamanda, 1958-59 Küba devriminden etkilenerek 1961’de silahlı mücadele örgütlemek üzere ANC’nin askeri kolu olarak Umkhonto we Sizwe (Ulusun Mızrağı-MK) örgütünü kuran kişidir. Örgüt başlangıçta insan hayatına zarar vermemek için esas olarak geceleri askeri yerlere, enerji tesislerine ve başka resmi kuruluşlara sabotaj uygulamıştır. Ama bu etkili olmadığı takdirde gerilla mücadelesine geçme kararı da vardır. Mandela, Mao ve Che’nin gerilla savaşı yazılarını incelemiştir.

MK’yı kurduktan sonra Mandela Afrika’nın çeşitli ülkelerini ziyaret etmiş, bu ülkelerde Güney Afrika siyahilerinin lideri olarak ağırlanmıştır. 1962 yılında Etiyopya’da iki ay boyunca gerilla eğitimi görmüştür. Ardından ülkesine örgütün başına dönmüştür. Gizlendiği çeşitli ortamlardan basınla ilişki de dâhil her türlü faaliyeti yürüten devrimci, 1962 sonuna doğru tutuklanmış, uzun bir yargılamadan sonra hayat boyu hapse mahkûm olmuştur. Mandela bu hapis cezasının uzun bir dönemini ünlü Robben Island’da (Robben Adası) bir cezaevinde, yaklaşık 5 metre kare bir hücrede, hasır bir yatakta uyuyarak geçirmiş, gündüz önce taş kırma işinde, sonra kireç madenlerinde çalıştırılmıştır! Toplam 27 yılı aşkın cezaevinde kalmıştır.

İşte bu Mandela bizimdir! Onun, Britanya finans kapitalinin, ABD ve Britanya maden şirketlerinin, yerli Afrikaans ve anglo-sakson burjuvazi ile işbirliği içinde göz kamaştırıcı doğal zenginliklerini sömürdüğü, çoğunluğu siyahi bir işçi sınıfının ağır bir sömürüye maruz kaldığı, siyahilerin bütün topraklarına el konulup yaşam koşullarından yoksun bırakılmış olduğu ve kelimenin gerçek anlamında açlık içinde yaşadıkları dev varoş kentlere (“townships”) kıstırılmış olduğu, bütün bunların üstüne beyazlarla aynı ortamları paylaşmaktan men edildiği bu iğrenç kapitalist ülkeye sosyalist bir devrimle yepyeni bir uygarlık getirme mücadelesi bizim sonuna kadar destekleyeceğimiz bir mücadeledir. Her ne kadar gerilla mücadelesinin böyle bir ülkede sadece taktik bir değer taşıyabileceğini düşünsek de. Her ne kadar komünist partisi SACP Sovyetler Birliği’ne bağlılığı dolayısıyla her an bu yoldan çıkabilecek, reformizmin batağına saplanabilecek bir karakter taşısa da. O aşamada ANC ve SACP sadece aparteid’e değil, kapitalizme karşı da fiilen mücadele etmektedir.

Bu büyük mücadele, 1980’li yıllarda Güney Afrika’nın işçi sınıfı hareketinin devrimci bir eylemliliğe girmesiyle sonuçlanmıştır. 1986 yılında tarihte ilk kez siyahi işçi sınıfı (beyazlara da açık olmak üzere), ana direkleri maden işçileri, metal işçileri, tarım işçileri vb. olmak üzere, son derecede sınıf mücadeleci bir konfederasyon (COSATU) kurmuştur. Bu arada, ABD’de siyahiler 1950’li ve 1960’lı yıllarda verdikleri kahramanca mücadelelerden sonra medeni haklarını elde etmiş olduğu için, Güney Afrika siyahilerinin davası bütün dünyanın işçi sınıfı hareketinin ve ilerici kuruluşlarının gündeminde merkeze oturmuş, çok yaygın ve etkili bir “Güney Afrika boykot hareketi” gelişmiştir. Güney Afrika 1980’li yılların sonunda dünya durumunda en büyük devrimci potansiyeli vaad eden ülkeler arasındadır.

İşte bu ekonomik sıkışmışlık ve işçi sınıfı hareketinin devrimci yükselişi arasında kıstırılmış olan Güney Afrika burjuvazisi, Nelson Mandela’ya elini uzatmıştır. Önce Mandela hariç bütün ANC tutsakları, ardından 1990’da Mandela hapisten salıverilir. Bunu Mandela ile görüşmeler izler. Sonunda sadece hukuki ve siyasi düzeyde ırk ayrımını ortadan kaldıran bir değişim üzerinde anlaşma sağlanır. Geçmişte siyahilere yapmadığını bırakmayan polis güçlerinin cezalandırılması bile gündeme gelmez. Bunun yerine Truth and Reconciliation Commission (Hakikat ve Barışma Komisyonu) adı altında, suçların kamu önünde itiraf edildiği, ama cezasız bırakıldığı bir süreç yaşanır. Mandela ANC lideri sıfatıyla 1994’te ülkenin ilk siyahi başkanı olarak ezici bir çoğunlukla seçilmiştir.

Bütün dünya burjuvazisi Mandela’yı yüceltmektedir. Neden? Çünkü Mandela bir devrimci potansiyelin içini boşaltarak bunun karşılığında siyahilere sadece hukuk düzeninde ve siyaset alanında yeni haklar getiren, ama sosyal ve ekonomik alanlarda aparteid’in en kötü yönlerinin aynen sürmesini kabullenen bir çözümün mimarı olmuştur. Siyahilerin ezici çoğunluğu hâlâ dünyanın en yoksul yoğun nüfusunun yaşamakta olduğu sefil “township”lerde hayatta kalmaya çalışıyor. Tek değişiklik, Güney Afrika burjuvazisine bir siyahi burjuvazinin katılmış olmasıdır. Bu yeni yetme burjuvazi, ANC’nin, SACP’nin ve COSATU’nun saflarından devşirilmiştir. Bu yüz kızartıcı durum, dünün devrimcilerinin bugünün kapitalistlerine dönüşmüş olması, Türkiye solunun ideolojik sözcülerini Mandela’yı övmekten alıkoymuyor. Ne utandırıcı!

Mandela’nın çok övülen bu “yeni” Güney Afrikası’nda daha bir yıl önce Ağustos ayında polis grevci işçilere soğukkanlı biçimde ateş açarak 34 madenciyi katletti. Biz bunu “Mandela’nın Uluderesi” olarak karşıladık (http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/mandelanin-uluderesi). Aradan altı ay geçmedi, Güney Afrika polisi, bir Mozambikli göçmen işçiyi canlı canlı polis minibüsünün arkasına bağlayarak karakola kadar 500 metre yerde sürükledi ve öldürdü (http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/mandelanin-tanklari-oluleri-degil-canlilari-surukluyor). Polisi denetlemekle görevli kuruluşun sorumlusu, “polis gaddarlığı çok sık oluyor, ama bu biraz özel” dedi! İşte Mandela’nın “yeni” Güney Afrikası’ndan siyahilere düşen!

Bu Mandela bizim değildir! Bu Mandela’yı, Clinton’lara, Obama’lara, Mehmet Barlas’lara ve uluslararası burjuvazinin bütün temsilcilerine ve sözcülerine memnuniyetle terk ediyoruz. Sosyalist yoldaş ve Kürt hevallere de bir an önce akıllarını başlarına toplamalarını tavsye ediyoruz.

Yaşlı Mandela’ya sahip çıkmak, ihaneti teşvik suçuna girer!