Erdoğan Yenikapı’da miting sezonunu açtı!

Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Haziran seçimlerinden önce toplu açılış törenlerine katılmak, cumhurbaşkanı seçilmesinin üzerinden bir yıla yakın zaman geçmiş olmasına rağmen bu seçimle ilgili olarak halka teşekkür konuşmaları yapmak gibi bir dizi gerekçeyle yurt gezilerine çıkmış, mitingler düzenlemişti. Halkıyla kucaklaşmak için bu kadar istekli bir cumhurbaşkanımız olduğu için mutlu olmalıydık belki de. Ama onun “400 vekil verin de kime verirseniz verin” diyerek AKP’ye oy istemesi bu mutluluğumuza engel olmuştu. Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığına seçilmişti. Seçilişine temel olan hukuk sistemi cumhurbaşkanının partiler arasında tarafsız olmasını gerektiriyordu. Bu makamın kaynaklarını kullanarak ismi konulmamış AKP mitingleri düzenlemesi, seçim süreci boyunca AKP’nin başkanı gibi davranması yetki gaspıydı. Ama üstüne üstlük geri tepti. AKP’nin 7 Haziran seçimlerindeki gerilemesinin belli başlı sebeplerinden birisi bu olmuştu.

Erdoğan dersini almamış olacak ki 1 Kasım seçimleri için de meydanlara inecek gibi görünüyor. 20 Eylül günü İstanbul Yenikapı miting alanında düzenlenen "Milyonlarca Nefes, Teröre Karşı Tek Ses" mitingiyle de bu öngörümüzü doğruluyor. 7 Haziran öncesine göre tek fark, açılışı zaten yapılmış tesisleri tekrar tekrar açarak ülke çapında tesisleşmeyi teşvik etmenin pek de inandırıcı olmayacağını düşündüğünden bu sefer daha farklı miting konuları tercih etmesi. Bir de 400 vekil isteğinin kendisine doğru yönelmiş bir teşhir silahına dönüşmesinin etkisiyle halktan 400 vekil değil, “yerli ve milli” 550 milletvekili istemesi. Konuşması boyunca HDP’nin yerli ve milli olmadığını kanıtlamaya çalıştıktan sonra 550 yerli ve milli vekil isteğinin “HDP’yi baraj altı bırakın” demek olduğu ise, duyan kulaklar, gören gözler için çok açık. Dedik ya Erdoğan akıllanmadı diye!

Erdoğan ve Davutoğlu’nun hamasi milliyetçilikle yoğrulmuş uzun konuşmaları bir ayıklamaya tabi tutulduğunda vurgunun tek bir noktada yoğunlaştığını görmek mümkün: “Artık ülkede Kürt sorunu diye bir gündem bulunmamaktadır. AKP bu konuyu çözüme kavuşturmuştur. Mevcut sorun terör sorunudur. AKP, bu sorunu da çözecektir.” Çözümden kasıtları, Kürt halkının uzun ve zorlu bir direnişin ardından eski kaba inkârı kırmış olması olsa gerek. Öyle ya, “Kürt yok!” derlerdi eskiden. Şimdi ise “Kürtlerin hiçbir sorunu yok!” demekle yetiniyorlar. Davutoğlu, günümüzde yaşanan savaşın Kürtler açısından 90’lı yıllardan çok farklı olduğunu anlatmak için ne güzel demişti: “90’lı yıllarda analar Kürtçe ağıt yakamıyordu.” Ölüm Kürt gencinin kaderi, özgürlük ise ananın ölen gence Kürtçe ağıt yakabilmesi! Kürtlerin yaşadığı, ulus olmaktan kaynaklı sıkıntılara ilişkin ise tek kelime duyamıyoruz mitinglerde.

Geldik “terör” sorununa getirilen çözüm önerilerine. Aslına bakarsanız mitingin eleştirmek için en az zaman harcanması gereken kısmı da bu! “Kürt sorunu yoktur” diyor Erdoğan. “Kürt’ün sorunu var da Türk’ün, Arap’ın yok mu?” diyor. “Dağlarımız bu çetelerden temizlenene kadar mücadeleye devam” diyor Davutoğlu. “Kandil’i yerle bir ettik” diyor. Ne kadar tanıdık bir dil değil mi? Açılımdı, çözümdü, süreçti derken AKP’nin Kürt sorununda gelebildiği nokta bu: “30 yıldır ne yapıldıysa aynısını yapmaya devam edeceğiz. Ve bu sefer bir mucizenin gerçekleşip farklı bir sonucun ortaya çıkmasını umut edeceğiz.” Ne büyük derinlik!

AKP, güçlü olduğu dönemlerde kendisinden öncekilerden “farklı” görünmeye özen gösterirdi. Demokrasi derdi, değişim derdi, barış derdi. Gerileme sürecinde ise eski yaldızları üzerinden bir bir dökülüyor. Saat 12’yi geçti. Bal kabağına dönüşüyor Külkedisi’nin arabası. Bayrak diyor şimdi, millet diyor, savaş diyor, terör diyor. Farklı olduğunu iddia ettiği geçmişle söylemde de aynı çizgiye geliyor. Gövde gösterisine dönüştürmeye çalıştığı bir mitingde 30 yıllık inkârcı devlet dilini yeniden üreterek aslında tükenmişliğini, çaresizliğini itiraf ediyor!