Erbakan'ın ikinci ölümü

“Kör ölür, badem gözlü olur” demişler. Sadece Saadet Partisi, AKP ve HAS Parti’deki öğrencileri değil, CHP’den MHP’ye herkes Erbakan’ın ne kadar değerli ve önemli olduğunu anlatmakta birbiriyle yarışıyor. Uygundur. Çünkü Türkiye burjuvazisi önemli bir temsilcisini yitirmiştir. Son yıllarda herkes tarafından terk edilmiş, neredeyse marjinal bir konumda kalmış olabilir. Ama Erbakan Türkiye burjuvazisinin içinden organik olarak yetişmiş, burjuvaziye zor günlerinde büyük hizmetler vermiş, kapitalizmin hizmetinde ömür tüketmiş bir politikacıdır. Dolayısıyla, bugün arkasından bu kadar övgü almasını anlayışla karşılamak gerekir. Burjuvazi, kendi çıkarlarını koruyanı sever, ödüllendirir.

Kimileri, Türkiye burjuvazisini TÜSİAD’ı kuranlardan ibaret saydığı ve “merkez”e karşı “çevre”nin hayranı olduğu için bu söyleneni tam anlamayabilir. Onlara, “çevre” adını taktıkları o manasız kavramın bir araya getirdiği topluluk içinde de sınıflar olduğunu ve iş sınıf mücadelesine geldiğinde “çevre”nin politikacılarının ve tabii Erbakan’ın da burjuvazinin sadık adamı olarak davranacağını ve davrandığını hatırlatmak gerekir. Erbakan’ın politik hayatının en önemli iki evresinden biri 1970’li yıllarda, öteki ise 1990’lı yıllardadır. İkincisinde TÜSİAD Erbakan’ın karşısındaydı, doğru. Ama ilkinde?

1960’lı yıllarda Türkiye işçi sınıfının saflarında görülen muazzam mücadele ruhu, Kürt halkında yeni bir uyanışla, köylülükte bir silkinişle ve 1968’den itibaren öğrenci hareketinde kitlesel bir başkaldırı ile birleşince, 12 Mart’ın da durduramadığı yükseliş, 70’li yıllarda burjuvaziyi korku içinde bırakmıştı. MHP’nin silahlı çeteleri “ülkücüler”, 1960’lı yılların sonunda sosyalist harekete ve işçi sınıfına karşı başlattıkları kirli savaşı 1974’ten itibaren, kontrgerilla teşkilatının destek ve yönetiminde örtülü bir iç savaşa çevirdiler. Sola yönelen bu katliam politikasının baş savunucusu, bu taarruzu olanaklı kılan, “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtmezsiniz” diyen Demirel’in başbakanlığında kurulan Milli Cephe hükümetleri idi. Erbakan bu hükümetlerde, ikinci güçlü ortak olan Milli Selamet Partisi’nin başkanı olarak başbakan yardımcılığı yaptı. Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesinin bastırılmasında, bütün burjuvazinin kendisine şükran duyacağı sorumlu bir görev üstlenmiş oldu. İşte TÜSİAD’ın bile Erbakan’a müteşekkir olmasını gerektiren, kapitalist sınıfın hakimiyetini savunmaktaki bu kararlı tutumudur.

12 Eylül’de işçi sınıfını ve müttefiklerini yenilgiye uğratan burjuvazi, kendi iç hesaplaşmasına döndü. 1990’lı yıllarda Erbakan burjuvazinin yükselen İslamcı kanadının önderi olarak Batıcı-laik burjuvazinin hışmını üzerine topladı. Türkiye’nin dış politikasında rotayı İran’a, Libya’ya, bütün İslam dünyasına çevirerek ABD’nin de tepkisini çekti. ABD emperyalizminin, TÜSİAD burjuvazisinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ortak bir operasyonu olan 28 Şubat 1997 askeri müdahalesi ile başbakanlıktan devrildi. Ardından başında olduğu Refah Partisi Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldı.

Erbakan, üzerinden yıllar geçtikten sonra 28 Şubat’a karşı direndiği izlenimini yaratmaya çalıştı. İnsanları kandırmaya istediği kadar çalışsın, nesnel gerçek kendini dayatıyor: Erbakan 28 Şubat’ta örneğin darbe taraftarı güçlerin başındaki Genelkurmay İkinci Başkanı Amerikancı general Çevik Bir’i derhal görevinden alarak güçler dengesini değiştirmeye çalışsaydı, belki de hükümeti de düşmezdi, partisi de kapatılmazdı. Ama boyun eğdi. 28 Şubat MGK kararlarının altına imzasını attığında kendi siyasi idam fermanını imzaladı. Geri kalan hayatı, Milli Görüş’ün oportünist unsurlarının kendisini ardı ardına terk etmesiyle bir çöküş sürecinin değişik evrelerinden oluşuyor. Erbakan davayı 14 yıl önce yitirmişti. Öldüğünde yenik bir adamdı.

28 Şubat’a karşı çıksaydı belki gene yenilirdi. Ama kendi izleyicileri için bir kahraman olurdu. Şimdi burjuvazinin bütünü için saygı sunulup iç rahatlığıyla gömülecek bir hizmetkâr olarak öldü.