Tesadüfün bu kadarı

Yarın, 15 Kasım 2014 Cumartesi günü, İstanbul’da, Şişli Kent Kültür Merkezi'nde önemli bir konferans toplanıyor. “Kadın Cinayetleri ve Çözüm Yolları” başlığını taşıyan bu konferans, çeşitli siyasi parti ve kuruluşların kadın üyeleri tarafından düzenleniyor. Devrimci İşçi Partisi de düzenleyicilerin arasında. Bu vesileyle Dilek Pir yoldaşımızın Gerçek gazetesinin Kasım 2014 tarihli 61. Sayısında yayınlanmış olan yazısını yayınlıyoruz.

Soma’da, Ermenek’te madende, Torunlar inşaat şantiyesinde, Isparta Yalvaç’ta minibüsün devrilmesiyle onları hatta yüzleriyle ölen işçiler bir anda herkesin dikkatini iş cinayetlerine çeviriyor. Oysa bu düzende işçiler birer ikişer, her gün ama her gün kapitalizmin kurbanı oluyor. Soma’daki, Ermenek’teki gibi büyük katliamlar olmuyorsa haberlere bile konu olmadan sessiz sedasız ölüyor işçiler. Ama gazetelerde, televizyonlarda bazen adını bilmediğimiz tek bir kişinin bile ölüm haberini okumak, izlemek mümkün… O haberlerde ölenlerin neredeyse tamamı kadın. Ve onlar da tıpkı iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçiler gibi ölmemiş, öldürülmüşler! Çalışmak istedi diye, sokağa çıktı diye, boşanmak istedi diye, etek giydi diye…

İşçiler çalışırken, kadınlar yaşarken ölüyor. Her iki cinayet biçimine devletin, hükümetin, sistemin temsilcilerinin yaklaşımı aynı: Onlara göre hepsi münferit vakalar. İş cinayetlerinde “bir ihmal varsa gereken yapılır” laflarının arasında bir günah keçisi bulup faturayı ona kesme derdine düşüyorlar. Öldürülen kadın olduğunda da ardında psikolojik rahatsızlık ya da haklı çıkartacak bir gerekçe bulma gayretiyle hareket edip, olmadı sapık, hasta, cani, eğitimsiz bir erkeğin davranışına indirgemeye çalışıyorlar.

Ne öldürülen işçilerin ne de kadınların adı var; istatistiklerde bir rakamdan ibaretler adeta. Hükümetin, devletin sözcülerine göre her biri münferit olan bu vakaları alt alta koyduğunuzda sayıca o kadar çok oluyor ki genelleme yapmak kaçınılmaz: İhmalkâr ve cani/hasta/sapık bir toplumla karşı karşıyayız! Bir bütün olarak öyle bir toplum var mı gerçekten? Varsa nasıl oluyor da çalışırken sadece işçiler ölüyor? Neden ihmaller hep fabrikada, madende çalışan işçileri buluyor? İşe giderken neden hep işçileri taşıyan minibüsler devriliyor? Ya da neden hep kadınlar ölüyor? Neden erkekler sevdikleri kadınla evlenmek ya da boşanmak istedikleri için kendilerini tanıyan kadınlar tarafından öldürülmüyor da hep kadınlar yaşamını yitiriyor?  Nasıl oluyor da bu canilerin, sapıkların, hastaların gerekçeleri birbirine bu kadar benzer olabiliyor? Hem kadın hem de iş cinayetlerinde devletin en tepesinden polisine düzenin bütün güçlerinin benzer yaklaşım göstermesine ne demeli? Birinde işçilerin ölümünü engelleyecek yasalar çıkarmak, denetimleri yapmak, sorumluları cezalandırmak yerine patronları koruyup kollayacak yasalarla, diğerinde “haksız tahrik indirimi” adı altında kadın cinayetlerindeki cezaları hafifletecek yasalarla çıkıyor karşımıza devlet. Birinde polis göçük altındaki işçileri kurtarma çalışmalarına katılmak için gelenlerin karşısına dikiliyor, diğerinde korunma talebiyle karakola başvuran kadını kocasına teslim ediyor.  

Bu kadar tesadüf, bunca benzerlik fazla değil mi? Bütün bunlar, yaşananların münferit “kaza”lar değil, kapitalizmin daha fazla kâr hırsı ile işlenen iş cinayetleri olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Tıpkı kadın cinayetlerinin de birkaç “hasta” adamın değil,  sistematik bir şekilde kadınların bedeni ve yaşamı üzerinde tahakküm kuran erkek egemenliğinin ürünü olduğunu gösterdikleri gibi.

Sorunlar bu kadar benzer olunca çıkış yolları da benzer elbette. Çalışırken ölmemek, güvenli koşullarda yaşamak için düzenin kâr hırsı ile dönen çarkına çomak sokmaktan, ona karşı mücadele etmekten başka bir çıkış yok. Tıpkı kadınların kendi bedenleri ve yaşamlarının kontrolünü ellerine alabilmek için mücadele etmek zorunda oldukları gibi.