Kadınlara bir değil, iki kez savaş açılıyor

Erdoğan’ın savaşıyla birlikte, savaş kadınların da önemli bir gündemi olmuş durumda. Çünkü kadınlar savaşın en büyük kurbanlarından. İşgalci kuvvetin işgal ettiği halkı sindirmek, yenik düşürmek için uyguladığı yöntemlerin başında öldürmek geliyorsa neredeyse hemen ardından kadın bedeni üzerinden verilen savaş geliyor!

Savaşların bilançoları sadece insan ölümleri, ekonomik kayıplar, kentlerin yağmalanması değil. Kadınlara yönelik tecavüzler, işgalcilerin kadınları hamile bırakması, fuhuşa zorlaması, savaş ganimeti gibi esir alması, işkenceler ve çocuklara yönelik tecavüzler savaşların yıkıcı sonuçlarından. Kadınların bir meta olarak görüldüğü bu düzende başta I. ve II. Dünya Savaşı olmak üzere tüm emperyalist savaşlarda, sömürge savaşlarında, mezhep savaşlarında, darbelerde, soykırımlarda kadınlara sistematik olarak tecavüz edilmiş, savaş bir kez de kadın bedeni üzerinden verilmiştir.

Çeşitli tarih kaynakları çok çarpıcı rakamlarla dolu. Bangladeş'in bağımsızlık savaşı sırasında 200 bin kadın, Ruanda soykırımı sırasında yaklaşık 500 bin kadın, Japon imparatorluk ordusunun Çin işgali sırasında bir yılda ve tek bir şehirde 20 binden fazla kadın, ABD'nin Irak işgalinin sadece ilk günlerinde bile resmi kayıtlara göre dört bin kadın tecavüze maruz kalmış.

Kadınlar, DAİŞ’in tecavüzünden kaçıp Türkiye’de fuhuşa zorlanıyor

Bugün de yanı başımızda, mezhepçi bir savaşın pençesindeki Suriye'de, DAİŞ, aynı yöntemi çok daha alenen uyguluyor. Kadınlar savaş ganimeti olarak görülüyor. DAİŞ'in zulmünden kaçabilen kadınlar, DAİŞ militanlarının Ezidi kadınlara tecavüzü bir ibadet olarak gördüklerini anlatıyor. Bir meta olarak görülen kadınlar pazarlarda satışa çıkarılıyor. Savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan kadınlar ise daha önce defalarca ortaya çıktığı gibi, fuhuşa zorlanıyor, tecavüze, tacize uğruyor.

Türkiye’de yabancısı olmadığımız sistematik tecavüzler

Biz bu örneklere bu topraklarda da ne yazık ki yabancı değiliz. 1915’te Tehcir adı altında gerçekleştirilen soykırımda Ermeni kadınlar ve kız çocukları taciz ve tecavüze uğramıştı.  Zilan katliamında hamile kadınların karınları kesilerek bebekleri katledildi, üç yüz kadın kaçırıldı. Dersim katliamı sırasında gerçekleştirilen tecavüzlerin yanı sıra yerlerinden yurtlarından edilip Batı'ya gönderilen “Dersim’in kayıp kızları” gerçeği de bu topraklarda yaşanmıştı. 1980 yılında gerçekleştirilen darbe sonucu tutuklanan kadınlara cezaevlerinde sistematik bir şekilde tecavüz edilmişti. 1990’lı yıllara geldiğimizde beyaz Toros’lara bindirilip bir daha dönmeyen kadınlar, faili meçhul tecavüzler, faili meçhul cinayetler de yine bu topraklarda yine bu devletin savaş biçimleri olarak karşımıza çıktı.

Ekin Wan, çırılçıplak onurumuzdur!

Otuz yıldır gerçekleşen savaşta, Kürt kadınlara yönelik tecavüz, kadın gerillaları öldükten sonra dahi bir kadın olarak aşağılamak, hatta onlara işkence etmek de yine devletin Kürt halkını ve onun mücadele eden güçlerini sindirme amaçlı uyguladığı yöntemler arasında. Suruç katliamının ardından devletin saldırıları sırasında öldürülen ve yerde boylu boyunca çırılçıplak yatan bir kadın gerillanın fotoğrafı da yine bu politikanın ürünü. Ekin Wan kod adlı Kevser Ertürk’ün bedeni üzerinden, ayağa kalkmış Kürt kadınlarına bir mesaj vermek istiyor devlet. Kürt halkını yerlerinden yurtlarından ederken, onurunu ayaklar altına almaya çalışırken, üzerlerine kurşunlar yağdırırken, Kürt kadınlarına da ikinci bir savaş ilan ediyor!

Kürt kadınları bu görüntü karşısında bir kez daha ayağa kalktı ve “Ekin Wan çırılçıplak onurumuzdur!” diye haykırdı. Kürt kadınlarının sesine ses verelim. Bu düzen kadınlara iki cephede birden savaş açıyorsa, bu haksız savaşların bu en aşağılık yöntemlerine iki cephede de Kürt kadınları ile dayanışma içinde karşı duralım!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2015 tarihli 71. sayısında yayınlanmıştır.