25 Kasım’da kadın mücadelesini yükseltmeye!

25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyet’inde Trujillo diktatörlüğüne karşı özgürlük mücadelesi yürüten üç kız kardeş, Mirabel Kardeşler (“Kelebekler” olarak anılırlar) diktatörlük ajanlarınca kendilerine tecavüz edilerek öldürüldü. Kelebeklerin bu mücadelesi, kendi ülkelerinde diktatörlüğe karşı yürütülen özgürlük mücadelesinin simgesi haline gelirken; bu şekilde vahşice katledilmeleri tüm dünyada erkek egemen sistemde kadınlara uygulanan şiddetin sembolü oldu. 25 Kasım tarihi, 1981 yılında Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda alınan bir kararla “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kabul edildi.

Mirabel kardeşlerin sadece öldürülmeleri değil, tecavüze uğrayarak katledilmeleri, erkek egemen sistemin kadın bedeni üzerindeki tahakkümünün ve “kullanım hakkı”nın sembolü gibidir. Taciz ve tecavüz, sadece sistem karşıtı kadınlara uygulanan cezalandırma yöntemleri değildir. Erkek egemen sistemde tüm kadınlar, yaşamlarının her alanında herhangi bir erkeğin uygulayabileceği bu cinsiyetçi şiddet biçimlerinin hedefi olurlar.

Kadına yönelik şiddet, erkek egemenliğinin ortaya çıkmasıyla birlikte yüzyıllardır yaşanan, bu kültürün kapitalizmle iç içe geçmesiyle de beslenerek büyüyen bir olgu. Bu şiddetin en ağır biçimi olan kadın katliamları, kadınların başındaki en büyük bela olmaya devam ediyor. Özellikle Türkiye’de son zamanların en yakıcı gündemlerinden birisini oluşturan bu sorun, her yıl yüzlerce kadının hayatını karartıyor. Günde ortalama beş kadın “kendilerini seven” erkekler tarafından öldürülüyor. Kadın cinayetlerinin bahanesi bir gün sevdiği adamla kaçıp evlenmesi oluyor, başka bir gün bu adamdan boşanmak istemesi. Bir gün beyaz pantolon giymesi oluyor, bir gün kocasının “erkekliğine” laf etmesi. Peki, kadınlar attıkları her adımda ölüm korkusunu yaşarken devlet ne yapıyor? Güldünya Tören ve Ayşe Paşalı gibi onlarca kadın için ne yaptıysa onu. Kadınların, gördükleri şiddet karşısında sığındıkları resmi makamlar, adeta erkek egemenliğinin kalesi gibi çalışıyor. Koruma başvurularının ciddiye dahi alınmadığı, ancak kadınlar öldürüldükten sonra anlaşılıyor.  Bu konuda yapılan hukuki düzenlemeler ise yine erkek egemenliğinin işleyişine çarparak “bürokratik engeller” ve “uygulama sorunları” olarak kadınların karşısına çıkıyor. Güya kadını koruması gereken kolluk güçleri, şikâyete gelen kadına “kadınlık vazifelerini” hatırlatarak onu, adeta tabutu olan evine geri gönderiyor.

Bugün kanunen, 50 binin üzerinde nüfusa sahip olan her belediyenin kadın sığınma evi açma zorunluluğuna karşılık, İstanbul’da 34 belediyenin sadece 8’inde, Türkiye genelinde ise topu topu 70 kadın sığınma evi bulunuyor. Bu, kadınların şiddet ve ölüm karşısında gidecekleri hiçbir yerin olmadığı anlamına geliyor. Yani, sloganın tam anlamıyla “erkek vuruyor, devlet koruyor”.

Kadına yönelik şiddet, sistemli olarak ve her geçen gün artarak devam ediyor. Bu alanda bugüne kadar yaşananlar bize, ancak kadınların örgütlü mücadele ile erkek egemen sistemde açtıkları gediklerle birtakım haklar elde edebildiklerini ve bu sayede biraz olsun nefes alabildiklerini gösteriyor. 25 Kasım, bu anlamda kadın mücadelesi bakımından büyük önem taşıyor. Kadınlar bugünü ah vah etme günü olarak değil, her alanda mücadeleyi yükseltme günü olarak görmeliler. Çünkü kadınlar için, ne kadar mücadele, o kadar yaşam demek.

Devrimci İşçi Partisi diyor ki: 

 Daha fazla kadının ölmemesi ve kadınların gördükleri her türlü şiddet karşısında boyun eğmek dışında bir seçenekleri olması için,

- Kadın sığınma evlerinin sayısı, derhal yasal düzenlemelerde belirtilen zorunluluklara göre arttırılsın.

- Sığınma evlerinin tamamı kadın örgütlerinin yönetimine verilsin, kamu tarafından finanse edilsin.

- Sığınma talep eden her kadına sigortalı güvenceli iş verilsin.

- Şiddet gören kadınları sığınma evlerine yönlendirecek, belediyelere bağlı kadın danışma merkezleri açılsın.

- En küçük karakollar da dahil olmak üzere tüm kolluk kuvvetleri içinde, özel eğitimli ve çoğunluğu kadın memurlardan oluşan birimler kurulsun.

- Kadınların koruma başvuruları doğrultusunda görevini yapmayan, gecikmeden gerekli tedbirleri almayan memurlar ve mülki amirler görevden alınsın.

- Kadına yönelik şiddet suçları, ayrı bir suç kategorisi olarak düzenlensin; bu suçlara caydırıcı cezalar verilsin.

- Namus cinayeti davalarında “haksız tahrik” indirimine son verilsin.

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2011 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır.