Zalimin biber gazı, tazyikli suyu, copu varsa... (Sungur Savran - 30-12-2009)

Evinizin sıcak ortamında rahat bir Pazar sabahı gazetelerinizi yudumlarken, bir an için, sadece bir an için kendinizi onların yerine koyun. On beş, yirmi, belki de yirmi beş yıldır çalışmakta olduğunuz iş yerinden kopartılıyorsunuz. Şu anda almakta olduğunuz ücret, diyelim, 1.200 lira. Bir servet değil kuşkusuz; ama ikramiyelerle, sosyal yardımlarla falan birlikte düşünüldüğünde, başınızı sokacak 600 liralık bir evde yaşamanıza, kıt kanaat geçinmenize, çocuklarınızı okula, yaşları geldiğinde büyük fedakârlıklarla devlet üniversitesine yollamanıza ucu ucuna yetiyor. Kazanılmış haklarınız var, ailenizin sağlığı şu ya da bu biçimde güvence altında.

Sonra birden bire bütün bunları yitiriyorsunuz. Çalıştığınız fabrika, dünyanın en büyük tekellerinden British-American Tobacco'ya satılıyor. Az sayıda işçi işine devam ederken, siz yaklaşık 12.000 arkadaşınızla birlikte, 4C diye anılan bir musibete uğruyorsunuz. Yılda en fazla on ay çalışacaksınız. Çalışabildiğiniz aylarda ücretiniz 600 TL'ye düşecek. Bu para ev kiranızdan başka hiçbir şeye yetmez. Koskoca aile evinden, mahallesinden, sosyal çevresinden koparılıyor. Artık çocuklarınızı üniversiteye yollamak hayal. Ücretiniz onların boğazına bile yetmez. Üstelik, bugüne kadar elde ettiğiniz sosyal hakları da yitiriyorsunuz. Ailenin sağlık sorunu olursa, artık kara kara düşünmek zorundasınız. Emeklilik haklarınız da sınırlanıyor. Otuz beş yaşında, kırk yaşında, kırk beş yaşında bu durumda kalmak size nasıl hissettirirdi?

Üstelik, Tekel kamu kuruluşu olduğu için bu 12.000 işçi arasında çok sayıda engelli var, eski mahkûm var, malûl gazi var. Geçen hafta Ankara'daydım. Gece, henüz Abdi İpekçi Parkı'ndan sökülüp atılmamış olan Tekel işçileriyle dayanışmaya gittim. İstanbul Cevizli fabrikasının işçileriyle konuşurken Şuayip arkadaşlarını tanıttılar. Otuz beş-kırk yaşlarında, takma kolu olan bir işçi, Nereye gitsin, ne yapsın istiyorsunuz?

İşte özelleştirme budur. "Küreselleşme çağında, serbest piyasa ekonomisi ortamında özelleştirme gerekir, artık devlet sigara üretmesin, içki üretmesin" diyenler, tuzu kuru olanlardır. Özelleştirme işçi sınıfına bir saldırıdır. Tek tek özelleştirilen kurumlarda çalışan canlı kanlı işçiler ve aileleri için ise bir yıkım. Tekel işçisi, geçen yıl Şubat ayında özelleştirmeye karşı kahramanca bir direniş gösterdi, ama durduramadı özelleştirmeyi. Hükümet, sıfırın altında beş derecede işçinin üzerine su sıktırdı, yerlerde süründürdü. Şimdi, özelleştirme tamamlandı, ama Tekel işçisi haykırıyor: "Ben ödemeyeceğim bedelini!" İstedikleri çalışma hakkı, istedikleri kazanılmış hakları, istedikleri üretken olacakları bir işte çalışmak. Başbakanın dediği gibi yan gelip yatmak değil! Hayatları, aileleri, gelecekleri için mücadele ediyorlar!

İşte on yıllardır, Ağustos böcekleri gibi "sınıf mücadelesi bitti" diyenler bu yüzden hiçbir şey bilmeden konuşuyordu. Kapitalizm, işçi sınıfınına, Karl Marx'ın ifadesiyle proletaryaya, bugün ya da yarın, şu ya da bu sektörde, şu ya da bu nedenle mutlaka saldırır. Bu kapitalistin sınıf mücadelesidir. İşçi ise bir susar, iki susar. Üçüncüsünde ayağa kalkar. Bu da işçinin sınıf mücadelesidir. "Sınıf mücadelesi bitti" demek, doğa bilimlerinde "yerçekimi bitti" demektir. Madem yerçekimi bitti siz uçuşa geçin! Tekel işçisinin ayağı toprağa basıyor: Bütün Türkiye'ye sınıf mücadelesi neymiş gösteriyor!

AKP'nin demokratlığı?

Geçen yıl 1 Mayıs'ta AKP hükümetinin polisi uluslararası bayramını kutlamak isteyen işçi sınıfına saldırdığında, bu sayfalarda "AKP'nin demokratlığı" iddiasının ne kadar kof olduğunun ortaya çıktığını yazmış, soldan AKP'ye destek veren liberalleri bu konuda tavır açıklamaya davet etmiştik. Çıplak gerçek ortada olduğu için o dönemde AKP destekçileri epey zor durumda kalmışlardı. Aradan vakit geçti, işçi sınıfı hareketi de epeyce durgun olduğu için, hükümetin işçi sınıfı düşmanlığı unutuldu. Bu arada solun liberallerinin bir bölümü yeni bir sol parti kuruluşuna yöneldiği için AKP övgüsü onların ağzından çok fazla duyulmamaya başladı. Ama bu arada görevi başka liberaller devraldı. AKP'ye yeniden ağız dolusu övgüler yağdırılmaya başladı.

Ama geçen hafta tek bir günde yaşanan olaylar, AKP'nin "demokratlığı" iddiasının kofluğunu, görmek isteyen gözler için bir kez daha sergiledi. Binlerce Tekel işçisi, Ankara'nın göbeğinde Abdi İpekçi Parkı'ndan gaz, su, cop ve tekmelerle uzaklaştırıldı. İstanbul'da sendikalaştıkları için işten çıkartılan geçici iftaiyeciler gösteriye kalkışınca, muazzam bir ironiyle, kendi işlerinin temel üretim aracı olan tazyikli suya lâyık görüldü. 25 Kasım kamu emekçileri grevi dolayısıyla, 16 demiryolu çalışanı açığa alındığı için arkadaşlarının işe iade edilmesi talebiyle Türkiye'nin çeşitli garlarında yeniden greve başvuran demiryolcular, İstanbul Haydarpaşa'da polis saldırısına maruz kaldı. Liberal demokrat partiler, özelleştirme yapar, işçi haklarını kısar, sermayeyi ve "serbest piyasa"yı destekler, tamam. Ama buna karşı hakkını aramaya başlayan işçinin kafasına cop indirtene, işçiye yarım metre mesafeden gaz sıktırana, buz gibi havada tazyikli suya maruz bıraktırana demokrat denemez! AKP hükümeti işçi düşmanıdır, tamam. Ama işçinin protesto hakkını, hak arama hakkını elinden alamaz, almaya çalışırsa da "demokratlık" iddiası bir balon gibi patlar. Bakın, Tekel işçisi gaddarca yöntemlerle saldırıya uğradığında, yükselen protestolara karşı İçişleri Bakanı dedi ki, "Tamam ama polis silah kullanmadı." İşçiyi dövdürttüğünüz yetmiyor, bir de öldürtseydiniz bari! Bu da "açılım"ın bakanı!

Tekel değil, milyonlarca el!

Tekel işçisinin mücadelesi, artık yalnızca kendi mücadelesi olmaktan çıkmıştır. Ankara'nın meydanlarında şimdi en çok haykırılan sloganlardan biri, "Tekel işçisi, direnişin simgesi!" Her gün binlerce işçi ve kamu çalışanı ziyarete geliyor Tekel işçilerini. Çünkü yılların özelleştirme, piyasalaştırma, yoksullaştırma politikalarından sonra, son bir yılda ekonomik krizin yarattığı tahribat, işçisiyle kamu emekçisiyle bütün proletaryayı köşeye sıkıştırmıştır. Tekel işçisinin çaktığı kıvılcım, şimdi bir ateşi tutuşturmalıdır. Türkiye'nin milyonlarca işçisi ve kamu emekçisi, çalışma hakkı için, yaşanabilecek bir ücret için, grevli toplu sözleşmeli sendikalaşma için, sendikalaştığında işten atılmamak için, taşeron mezaliminden kurtulmak için el ele vermelidir.

Tekel işçisinin sendikası Tek Gıda-İş'in bağlı olduğu konfederasyon Türk-İş niye var? İşçiler neden sadece sendikalarda değil, sendikal konfederasyonlarda örgütleniyor? Zor günde dayanışmak için değil mi? Türk-İş yüzünü derhal DİSK'e dönmelidir. DİSK başkanı Süleyman Çelebi "genel greve hazırız" demiştir, sözünün arkasında durmalıdır. Türk-İş yüzünü derhal KESK'e dönmelidir. KESK başkanı Sami Evren, 25 Kasım grevi için kamu emekçilerini cezalandırmaya girişen hükümeti uyarmıştır. Sözünün ardında durmalıdır. 25 Kasım'ın öteki örgütleyicisi Türkiye Kamu-Sen, hatta AKP'nin işçi ve kamu emekçisi büroları gibi çalışan Hak-İş ve Memur-Sen de davet edilmelidir. Bir genel grev, milyonları bir araya getirmelidir. Zalimin biber gazı, tazyikli suyu, copu varsa, işçi sınıfının da milyonlarca mücadeleci erkeği ve kadını vardır, örgütü vardır, isyanı vardır!