Yunanistan’daki isyanın anlamı (Burak Gürel - 16-05-2010)

‘Tembellik' tezi

Aydıntaşbaş, ‘şımarık tembellerin ülkesi' dediği Yunanistan'daki isyanın zeminini oluşturan ekonomik krizi okuyucularına şöyle açıklıyor: "Yıllardır üretmeyen, çalışmayan, kafelerde Frappe'lerini yudumlayıp sadece şikâyet üstüne şikâyet eden Yunanlılar, bugün ‘kendilerine çekidüzen vermemiş olmanın' bedelini ödüyorlar. Ekonomik olarak durumun özeti bu. Peki ne yapıyorlar karşılığında? Utanç içinde başlarını öğe eğip ‘Yedik içtik, yıllardır Avrupa'nın parasıyla dev bir kamu sektörünü yolsuzluk ve üretimsizlikle şişirdik' diyeceklerine, hiddetlenip yakıp yıkıyorlar [...] Ama gerçek şu ki, PASOK onlarca yıldır Sovyetler'de iflas etmiş bir ekonomik modelin benzerini, Avrupa hibeleriyle devam ettirmeye çalıştı. Bütün bunlar, deniz güneş, uzo varken, Alman şoförleri ve İngiliz çiftçileri sizi finanse ederken son derece hoş, hatta romantik işler." 

Demek ki neymiş? Yunanistan'daki ekonomik krizin sorumlusu ülkenin Sovyet ekonomi modeline benzer bir ekonomiye sahip olması ve çalışkan Avrupalıların parasını çalışmadan, kafelerde barlarda eğlenerek harcayan tembel Yunanlılarmış. 1990'ların ortasında Türkiye'de yapılan özelleştirmelere ‘Son sosyalist devleti yıktık' diye sözde tarihsel açıklama getiren Tansu Çiller yanılmış demek ki. Yanıbaşımızdaki AB üyesi Yunanistan da bir ‘sosyalist devlet'miş de haberimiz yokmuş! Üstüne üstlük halkı da çalışıp üretmediği için ekonomik kriz meydana gelmiş! Aydıntaşbaş'ın bu açıklamasının gerçeklikle elbette hiçbir ilgisi yok. Dünyanın en büyük ekonomisine sahip olan ABD'de başlayıp dünyanın geri kalanını bir kara delik gibi içine çekerek yayılan, kapitalist dünya ekonomisinin üçüncü büyük krizinin içindeyiz. ABD'yi dünyanın en borçlu ülkesi haline getiren, Japon ekonomisinin neredeyse yirmi yıldır büyüyememesine sebep olan, yalnızca Yunanistan'ı değil avro bölgesinin tamamını krizin pençesine atan dinamikler ‘Sovyet modeline benzer ekonomi' ve ‘tembellik' ile açıklanamaz. 

1973 dünya krizi

Kapitalizmin hareket yasalarından biri olan kâr oranlarının düşmesi yasasına bağlı olarak 1973'te başlayan dünya krizi, dünya ekonomisinin İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde yaşadığı genişleme dönemini sona erdirmişti. 1973'ten günümüze değin yaşanan dönemsel, geçici toparlanmalar krizi bitirmedi. Meta üretiminin yeterince kârlı olmaktan çıkmasına paralel olarak sermaye daha fazla kâr ettiği finans alanına doğru kaydı. Otuz yılı aşkın süredir devam eden bu finansal genişleme 2008'de ABD'de gerçekleşen banka ve şirket iflaslarıyla sona erdi. Yunanistan'ın ekonomik çöküşüne yol açan dünya krizinin temel nedeni budur. Bu krizi tekil ülkelerin iktisadi başarısızlıkları veya halklarının tembelliği ile açıklamak mümkün değildir. 

Daha önemlisi, kriz dönemlerinde emek-sermaye çelişkisi kaçınılmaz olarak keskinleşir. Krizin faturasını sermayenin mi yoksa emekçilerin mi ödeyeceği sorusunun cevabını sınıf mücadelesi verir. Yunanistan'da patlak veren isyanla doruk noktasına ulaşan mücadelenin konusu tam da budur. Krizin neredeyse baş sorumlusu ilan ettiği Yunanlı emekçilerin isyanını "Olympos'un sahte tanrıları gerçeklik duvarına toslayınca, bir anda çılgına dönüp ‘demokrasinin beşiği'ni Kırgızistan'a çeviriverdiler. O zaman hak ettikleri yer de Avrupa değil Orta Asya olmalı" diye yorumlayan Aydıntaşbaş'ın sınıf mücadelesini ‘uygar' Avrupa'ya değil, Avrupa'dan daha aşağı bir yerlerde gördüğü Orta Asya'ya yakıştıran gülünç Oryantalizmine işaret etmekle yetinip, tıpkı diğer kıtalar gibi Avrupa'nın yakın tarihinin de Yunanistan'dakine benzer, hatta daha şiddetli mücadelelerle dolu olduğunu hatırlatalım. İşçi sınıfı bugüne değin ne kazandıysa bu mücadelelere borçlu, gelecekte de böyle olmaya devam edecek. 

Bazı ‘ders'ler

Aydıntaşbaş'ın Yunanistan'daki isyandan Türkiye'deki emekçiler için çıkardığı ders şöyle: "Türkiye'de siyasi kavga yok mu sanki? İşsizlik, açlık deseniz, Yunanistan'dan kat kat fazla. Doğusundan batısına çok çekti bu millet yoksulluktan, kemer sıkmalardan [...] Ama ne yapıyoruz biliyor musunuz sevgili Yunanlı dostlar? Sıramızı bekleyip, sandığa gidip sessizce oyumuzu atıyoruz. İktidara getirip memnun kalmayınca alaşağı ediyoruz. Demokrasimiz mükemmel değil; çok eksiği gediği var. Ama yine de demokratik sabırla çok şeyin üstesinden geldik bu ülkede. Siz hiç dün Atina sokaklarındaki kaos ve isyan görüntüsünü; kafası bozulan Türklerin bir muz cumhuriyetinde yaşarmış gibi Meclis'i basabileceğini düşünür müsünüz?"

Türkiye'nin emekçileri ve ezilenleri hep bu tasvire uygun davranmış olsalardı herhalde bugüne kadar hiçbir ciddi ekonomik ve demokratik hak elde edemezlerdi. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de işsizliği, yoksulluğu, ücret kesintilerini, sendikal ve demokratik hakların gaspını sessizce kabullenip birkaç yılda bir sandığa giderek bırakın yeni kazanımlar elde etmeyi, kazanılmış hakları bile korumak mümkün değil. Neyse ki, emekçilerin uzun bir mücadele geleneği var ve eğer dünya krizinden dünya emekçilerinin lehine bir sonuç çıkacaksa bu gelenek sayesinde çıkacak. Yunanistan isyanı, tam da bu nedenle ekonomik kriz koşullarında sermayenin yoğun saldırısı altında olan Türkiye ve dünya emekçilerine ciddi bir mücadele dersi veriyor.