Yeni 2 Mart'lara karşı uyanık olalım (İşçi Mücadelesi Sayı:22 - 23-08-2007)

Kürtlerin bundan önce meclise yolladığı vekillerin hakları gasp edilmişti. Önce 1991’de Leyla Zana mecliste Kürtçe, yani anadilinde konuşmak isteyince devlet ayağa kalkmıştı. Daha sonra DEP kökenli SHP milletvekillerinin 2 Mart 1994’te dokunulmazlıkları kaldırılmış, iki gün sonra da Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Ahmet Türk, Selim Sadak ve diğerleri polis tarafından zorla meclisten çıkarılarak gözaltına alınmıştı.

Bundan önce, 1993 yılında ise, Batman’da DEP yöneticilerinden Habip Kılıç ve Hikmet Kılıç saldırıya uğramış, Habip Kılıç hayatını kaybetmişti. Bu saldırı üzerine DEP’li milletvekillerinden oluşan bir heyetle buraya gelen Mehmet Sincar da, arkasından ateş açılarak katledildi. Bu olay devlet tarafından Hizbullah’ın üzerine atılmaya çalışılsa da, aslında 2 Mart’ın habercisi olan bir kontrgerilla cinayeti olduğu apaçık ortadaydı.

Bugün yine hiç kimse, yeni cinayetlerin ve yeni 2 Mart’ların yaşanmayacağının garantisini vermiyor. Buna karşılık DTP’li vekiller, bu sefer mecliste mümkün olduğunca çok söz söylemek istediklerini, bazı konularda uzlaşmadan yana olacaklarını belirtiyor; meselâ protokoller uyarınca, ölen milletvekili için partisi MHP’ye başsağlığı diliyor. Veya cumhurbaşkanlığı konusunda uzlaşmadan yana olduklarını belirtiyor. Ancak karşı taraf uzlaşmaya bu kadar yatkın olmayabilir. Kürtlerin sesini meclise taşıdıkça, DTP’li vekillerin hem meclis içinden hem de dışından tehditlerle ve baskılarla karşılaşacağı şimdiden ortadadır. Böyle bir durumda görev, Kürt milletvekillerinin temsil hakkını sonuna kadar savunmak olacaktır. Ancak Türkiye işçi sınıfının, ezilen bir halkın temsilcileri olarak Kürt milletvekilleriyle buluşması, yani burjuvazinin bütün kamplarından bağımsız bir üçüncü cephenin inşası, her iki tarafa da alt edilemeyecek bir güç kazandırabilir.

DTP’li milletvekillerinin, işçi sınıfına yönelik neo-liberal saldırılara karşı tutum alması ve mecliste işçiler, emekçiler lehine söylediği bütün sözler, üçüncü cephenin inşasının önünü açacaktır. Bunun sonucu olarak da, arkasına işçi sınıfının desteğini almış olan milletvekillerine meclis içinde ve dışında baskı uygulamak, hiç de kolay olmayacaktır.

Buna karşılık düzenlenen mitinglere ve açıklanan programa bakıldığında, Bin Umut vekillerinin “emek” konusunu çok arka planlara attığı görülüyor. Ancak gerçek şudur ki, işçi sınıfının çıkarına aykırı olan bir şey, Kürt halkının da çıkarına olamaz. Türkiye işçi sınıfını ezen ve Kürt halkını hiçe sayan güç aynıdır. Türk işçileri ile Kürt halkının kardeşleşmesi, biraz da DTP’li vekillerin mecliste izleyeceği, diğer ezilen ve sömürülenleri de gözeten politikalara bağlıdır. Bu kardeşlik gerçekten yaratıldığında ise işçi sınıfı zaten ezilen bir halk özgürleşmeden kendisinin de özgür olamayacağını anlayacaktır.

Yeni 2 Mart’lara karşı barikat oluşturalım!
DEP milletvekillerini kontrgerillaya karşı koruyalım!
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!

DTP, AKP’yi destekleme fikrinden vazgeçmelidir!

Seçime bağımsız adaylarla giren DTP, en önde gelen sorumlusu genel başkan Ahmet Türk’ün ağzından defalarca adayları seçilirse mecliste AKP’ye destek verebileceklerini açıkladı. Türk, önce Sabah gazetesinde (6 Temmuz 2007) yayınlanan bir röportajda şöyle söyledi:

“Türk: Bu tabloda amacımız hükümete girmek değil. Demokratik sürecin gelişmesine hizmet edecek anlayışı destekleriz.

Gazeteci: AKP'yi mi kastediyorsunuz?

Türk: AK Parti çok mu yakın; Hayır. Ama sonuçta bir hükümet kurulacaksa, anahtar rolümüz olacaksa, kötünün en iyisini seçmek gerekiyor.” Ardından Hürriyet gazetesinde (14 Temmuz 2007) Yalçın Doğan’a daha da açık konuştu:

“AKP mehter takımı gibi, ne yaptığını bilmiyor. Kanı durdurmak gerek. Öncelik burada. Şu andaki düşüncem, hükümete girmeyi düşünmüyoruz. Ama, dışarıdan destek veririz. Hükümete girmenin riski var. Farklı sorunlar çıktığında, sanki yapılan siyasete ortakmışız gibi olur.”

Ahmet Türk bağımsız aday olmak üzere istifa edince yerine vekâleten atanmış olan DTP Eş Genel Başkan vekili Nurettin Demirtaş ise Adana mitinginde Türk’ten de ileri giderek hükümete katılacaklarını açıkladı:

“Buradan söylüyoruz. Kim çözüm diyorsa onunla koalisyon yaparız. 4 bakanlık şartımız da var. Bu bakanlardan biri Adana’dan Nazmi Gür arkadaşımız olacak.” (Evrensel, 16 Temmuz 2007)

Yani, bir AKP-DTP hükümetinde bakan olacakların belirlenmiş olduğunu bile söylemiş oldu! Ama belki de en vahimi, Ahmet Türk’ün seçim sonuçları belli olur olmaz verdiği ilk demeçti. “AKP oylarının yüksekliği planımızı bozdu” dedi. Bu, DTP’nin AKP’nin hükümet kuracak sayıya erişemeyeceği varsayımı altında onu destekleyerek tavizler koparma politikasını seçim stratejisi haline yükselttiği anlamına gelir. DTP bu yolda yürümeye devam ederse, ABD’ye, AB’ye ve büyük burjuvaziye hizmet eden AKP’nin destekçisi durumuna düşecek, işçi-emekçi sınıfların ve bölge halklarının çıkarlarına saldırının öznelerinden biri olacaktır. DTP seçim yapılacağı belli olur olmaz Diyarbakır’da düzenlediği parti politikasını belirleme toplantısında Üçüncü Cephe yaklaşımını benimsediğini Ahmet Türk’ün ağzından açıklamıştı. Maalesef buna uygun tek bir adım atmadı. AKP’ye verilecek destek Üçüncü Cephe yaklaşımından bütünüyle kopmak, bir “iki buçukuncu cephe” yaklaşımını benimsemek anlamına gelir. DTP’li dostlarımızın bu yaklaşımı bir an önce terk etmeleri hem Kürt halkının hem işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarı için gereklidir.