Yarım saatte sınıf mücadelesinin ABC'si (29-01-2010)

Tek perdelik oyun

Her şey saydamdı. Tekel işçisi sahneye çıkmış, herkesin gözü önünde sendika bürokrasisine karşı mücadele vermeye başlamıştı. "Sahne"de iki karakter vardı: işçi ve sendika bürokratı. Bir de sahnenin karşısında yer almış bir koro. Koro, binlerce Tekel işçisinden ve sosyalist parti ve gruplardan oluşuyordu. Ve tabii ki bütünüyle işçinin yanında, bürokrasinin karşısındaydı.

Tekel işçisi, Türk-İş bürokrasisinin doruğunda oturan Genel Başkan Mustafa Kumlu'nun "genel grev"den söz etmemiş olması karşısında gazaba gelmiş, meydandan ayrılmak istemiyordu. Sendika bürokratları, işçiyi meydandan koparmak için neler yapmadı neler. Önce "sahne çökecek" türü fizik kurallarına sığınmak istediler. O olmadı, Tekel işçisinin gururunu okşayacak sözler söyledikten sonra, "haydi şimdi kürsüyü boşaltın" dediler. O olmadı, bu kez polis saldırısı olasılığını arkalarına aldılar, gerekçe olarak da sosyalist parti ve grupları gösterdiler. Hem de nasıl provokatif bir dille!

Bu arada, sendikacılar arasında "genel grev" sözü veren de oldu. Bu noktada koro hep bir ağızdan karşı hamlesini yaptı: "Kumlu gelsin, genel grev sözü versin!" Bürokrasinin manevrası o anda tıkanmıştı. Ama Tekel işçisinin bir mücadele organı olmadığı için (örneğin bir direniş komitesi), kolektif bir irade belirlemesi mümkün değildi. Bu durumda, her birey kendi kararını verecekti. Tekel işçisi ancak bilinci ve iradesi en zayıf unsurlarının direnme gücü kadar güçlü olabilirdi. Olayların bu anlatımını bitirmeden önce soralım: Kumlu işçinin temsilcisi değil midir? Meydana neden gelmedi, neden kaçtı?

Dersler, dersler

Bu yaşananların dersini çıkarmak, kafalarda artık önyargı haline gelmiş fikirleri kazıyıp atmak gerekiyor. Birinci ders, sınıf mücadelesinin sona erdiği iddiasının bütünüyle bir efsane olduğudur. Tekel mücadelesi, burjuvazinin sınıf mücadelesi olan özelleştirmenin, güçlü bir işçi kolektifine çarptığında sert bir tepki yarattığını ortaya koyuyor. Üstelik, işçi sınıfının geri kalanı tekel işçisini büyük ölçüde destekliyor. 100 bin işçi Ankara'ya silah zoruyla getirilmedi! Bu destek, Tekel işçisine hayranlıktan değil sadece; bu mücadele içinde kendi sınıf çıkarlarının da savunulduğunu görüyorlar, cesaret kazanıyorlar da ondan.

İkincisi, Tekel işçilerinin ideolojik olarak geri olduğu gerekçesiyle bu eylemin CHP ve MHP'nin değirmenine su taşıyacağını düşünenler yanıldıklarını anlamalılar. İşçi sınıfı mücadele ettikçe karşısında bütün düzeni bulur. Bu, başta polis, mahkemeler, hükümet olur. Düzenin muhalefet partileri (hangisi olursa olsun) işçiye ikiyüzlü bir destek verebilir. Ama mücadele radikalleştikçe, bu muhalefet de alandan çekilir. İşçi genel grev için kürsüyü işgal ettiğinde, CHP ve MHP neredeydi? İdeolojiye gelince, bugün bir aylık mücadeleden sonra, Trabzonlu, Tokatlı, Manisalı  işçiler kendileri bize "Doğulular olmasaydı biz buraya kadar gelemezdik" diyorlar. İşçiler orada, Türk-İş'in önünde direnişlerine devam ediyorlar. Bize inanmayan gider onlara sorar!

Üçüncüsü, ideolojik gerilik madalyonunun ters yüzü: Birçok insan bugün boyutları küçük olan sosyalist hareketin işçi hareketine olsa olsa zarar vereceğini, zaten işçilerin de ideolojik tavırları dolayısıyla sosyalistlere kulak vermeyeceğini söyleyip duruyor. Kürsü işgali sırasında meydanda kim vardı? Sosyalistler ve devrimci demokratlar! Daha önemlisi, bugün işçinin temel talebi haline gelen "genel grev" şiarını ortaya ilk kim atmıştı? Sosyalistler ve devrimci demokratlar! Bugün, hem de Trabzonlu işçiler bizim kendilerine gece gündüz destek veren, ayazda soğukta oturma eylemlerinde yanlarından ayrılmayan arkadaşlarımıza ne diyorlar? "Biz eskiden olsa sizi dövmeye kalkardık. Ama şimdi nasıl insanlar olduğunuzu öğrendik." İşçiler ve sosyalistler bugün aynı şiar etrafında birleşmiştir: Genel grev! Yani sosyalist hareketin en zayıfı bile burjuva partilerinden daha iyidir mücadele eden sınıf için. Her kim sosyalistlerin işçilerden uzak durmasını istiyorsa, o bilinçli ya da bilinçsiz olarak işçi sınıfını burjuva hegemonyası altında tutmaya destek olmaktadır.

Sendika ve bürokrasisi

Dördüncüsü, sendikaların artık hiçbir işe yaramadığını, tarihin gerisinde kaldığını, hatta toptan terk edilmeleri gerektiğini söyleyenler, bu büyük sınıf mücadelesinin sendikalar olmasa buraya kadar gelemeyeceğini artık görseler iyi olur. Sendikaların derin yapısal sorunlarla kıvrandığını yadsımak bizden uzak olsun! Ama daha iyi bir örgüt biçimi yükselmedikçe, sendikalar sınıf mücadelesinin vazgeçilmez araçlarıdır. Sendikalar işçinin örgütüdür; onları terk etmek değil, sendikal bürokrasiden geri kazanmak gerekir.

Beşincisi, sendikaların temel sorununun "küreselleşme" karşısında "kriz"e düşmeleri değil, bu işçi örgütlerinin tepesine çöreklenmiş, elde ettiği maddi olanaklarla işçi sınıfından farklılaşmış, bu yüzden burjuva düzeni ile bütünleşmiş ve onun politikasını uygulayan bir sendika bürokrasisi olduğu ortaya çıkıyor. Bugün eğer işçiler mücadele içinde Kumlu bürokrasisini aşabilirlerse, sendikal mücadelenin ne kadar olumlu sonuçlar getirebileceğini kimse hayal edemez. Türkiye'nin bütün kimyası değişir.

Tekel işçisi bürokrasinin duvarlarını aşamayabilir. O zaman bu mücadele yenilgiye uğrayacaktır. Ama o durumda bile, Tekel işçisi geleceğe tarihsel önemde, paha biçilmez değerde bir deneyimi bırakmış olacaktır. Artık her büyük işçi eyleminde bürokratlar tir tir titreyecektir. Ya Tekel işçisini örnek alan başka işçiler bürokrasiye karşı meydan okumalarını sonuna kadar götürürlerse?

Hayır, sanmayın ki Tekel mücadelesinde son koz oynandı. Nefesinizi tutun ve bekleyin: Tekel işçisi daha çok sürpriz yaratabilir. Oyunun birinci perdesi bitmiş olabilir, ama oyun henüz bitmedi!