TÜSİAD Programı Güvenoyu Aldı! (14-09-2007)

TÜSİAD Haziran ayında “Seçim Tartışma Platformu Gündemi” alt başlığını taşıyan bir program yayınladı. Ana başlık “Güçlü Demokrasi, Güçlü Sosyal Yapı, Güçlü Ekonomi”. Hükümet programının ekonomi politikası ile ilgili bölümü bu programın ekonomi konusundaki üçüncü bölümü ile bütünüyle aynı fikirler üzerine oturtulmuş. TÜSİAD'ın son dönemde söylediği şu: Kemal Derviş'in başlattığı, AKP hükümetinin hiç sapmadan devam ettirdiği, İMF destekli “Güçlü Bir Ekonomiye Geçiş Programı” Türkiye'ye genel bir makro-ekonomik istikrar getirmiştir. Özelleştirme ve yabancı yatırımlar alanında önemli sıçramalar yapılmıştır. Şimdi ise Türkiye'nin üretim yapılarında bir dönüşüm gerekiyor. Bunun için TÜSİAD mal ve işgücü piyasalarında sermaye lehine mikro-ekonomik reformlar ve güvenli bir yatırım ortamı sağlanması için hukuku reformu, kayıt dışı ile mücadele ve yatırımcılara güven talep ediyor.

Hükümet programı bütün bunları vaat ediyor. Kelimesi kelimesine. TÜSİAD'ın diline taktığı “mikro-ekonomik reformlar” programda ismen yerini bulmuş. TÜSİAD “rekabet gücü” adına işgücü piyasasında istihdam üzerindeki vergi ve benzeri yüklerin azaltılmasını mı istiyor? Hükümet “öncelikle istihdam üzerindeki yükler olmak üzere vergi oranlarını indirmeye” ve işverenlerin SSK prim oranlarını düşürmeye söz veriyor. TÜSİAD devletin aktif rol oynadığı bazı sektörlerde liberalleşme ve özel sektör yatırımlarının önünün açılmasını mı talep ediyor? Hükümet programı, TÜSİAD'ın ismen andığı enerji ve ulaştırma sektörlerinde serbestleşme ve özel sektör yatırımları için öngörülebilirlik vaat ediyor. TÜSİAD, kayıt dışı ile mücadele öncelikli bir meselemizdir mi diyor? Hükümet yankı veriyor: “kayıt dışı öncelik alanımızdır.” TÜSİAD, yatırımcıları cezbedebilmek için hukuk reformu gerekir mi diyor? Hükümet “çağdaş normlara göre işleyen hukuk düzeni” vaat ediyor.

Yeni hükümetin programının ilk özelliği budur. İkincisi ise bu toprakların kanayan yarası Kürt sorununa en ufak bir yer bile vermemesidir. AKP'den Kürt sorununda ciddi açılımlar bekleyen DTP, Gül'e bu konuda açıklama yapması halinde oy vereceğini ima etmişti. Gül'ün, bırakın seçilmeden önce böyle bir angajmana girmeyi, mecliste yaptığı konuşmada bile Kürt sorununa sadece bir terör sorunu olarak değinmesi yeterince öğretici idi. Şimdi hükümet programı da aynı yaklaşımı benimsiyor. Erdoğan seçim gecesi de söylediği “tek millet, tek devlet, tek dil, tek bayrak” türü inkârcı tavrını meclis kürsüsünden de açıklıyor. Sabah akşam Ahmet Türk'e ve Osman Baydemir'e cevap yetiştirmekle vakit geçiriyor.

Böylece ortaya işçilerin, emekçilerin ve Kürtlerin karşısında, sermayeye ve baskıcı devlete hizmet etme kararlılığını vurgulayan bir hükümet programı çıkıyor.

Hükümet programı tartışmaları sırasında bu programa ilişkin eleştirilerde, incir çekirdeğini dolduracak hiçbir şey söylenmedi. Zaten seçim beyannamelerinde İMF tarzı bir politikadan başka bir şey vaat etmeyen, yerli ve yabancı sermayeye yaranmaya çalışan ve Kürt düşmanlığında AKP'nin de çok ötesine giden CHP ve MHP'den ne beklenebilirdi ki? Mecliste grubu olan partilerden bir tek DTP anlamlı bir eleştiri getirdi. Ahmet Türk, Kürt sorununa değinmeye bile gerek duymayan bir programın Türkiye'yi olumlu bir yöne taşıyamayacağını açıkça ifade etmiştir. Ama DTP neden TÜSİAD programının kopya edilmesini eleştirmiyor?

Hükümet programı Türkiye'nin önümüzdeki dönemde nasıl bir iktidar yapısı ile karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Burjuvazi, hükümeti ve devleti ile birlikte bir yandan işçi sınıfına ve emekçilere, bir yandan da Kürtlere saldırılarını devam ettirmeye kararlıdır. Elbette, başta Gül'ün cumhurbaşkanlığı olmak üzere kendi içindeki çelişkiler dolayısıyla burjuvazinin iç savaşı devam etmektedir. Ama ABD ve AB taraftarlığında, işçi ve emekçilerin hak ve kazanımlarını tırpanlamakta ve Kürt sorununu inkâr ve imha yoluyla çözmekte her iki kamp da aynı yöneliştedir.

Bu yönelişe karşı “ikibuçukuncu cephe”den hayır çıkmayacağı daha seçimin üstünden bir ay bile geçmeden ortaya çıkmıştır. Seçimden önce gerek liberal solda, gerekse DTP'de ortaya çıkan ve ezilenlerin gücünü AKP'nin yedeğine koşmaya yönelen anlayış, kısacık süre içinde çökmüştür. İşçi Mücadelesi'nin Bin Umut kampanyasına yönelttiği eleştirinin her bakımdan doğru olduğu seçimden hemen sonra berraklık kazanmıştır. Ezilenlerin cephesinin bu durumun sonuçlarını çıkarması, radikal bir yön değişikliğine girmesi önümüzdeki yıllarda bozgun yaşamamamız için gereklidir.

Kürt hareketi, kendi elini uzattığında o eli tutacak olan tek gücün sosyalist hareket olduğunu artık görmelidir. Emperyalizme ve düzen güçlerine ilişkin umut beslemekten vazgeçmelidir. Ama sosyalist hareket ancak büyük işçi ve emekçi kitleleri arkasına aldığında gerçek bir siyasi güç haline gelebilir. Demokrasi mi istiyorsunuz, barış mı istiyorsunuz, Kürt sorununun çözümünü mü istiyorsunuz, halkların kardeşliğini mi istiyorsunuz? Önce işçi sınıfına dönecek, ekonomik ve sosyal sorunlarda onların çıkarları uğruna mücadele ettiğinizi, en büyük önceliğinizin bu olduğunu onlara kanıtlayacaksınız. Bu gericilik çemberi ancak böyle kırılacaktır.

Haziran ayından beri yüz binlerce işçiyi temsil eden sendikalar patronlarla mücadele ediyor. Grev uzun zamandır ilk kez bu kadar yaygın olarak işçi sınıfının gündemine giriyor. KESK ilk kez toplu görüşmeler oyunu masasına oturmayı baştan reddediyor. En önemlisi, kapitalist dünya ekonomisi kriz sinyalleri veriyor. Böyle bir kriz doğduğunda Türkiye topun ağzında olacaktır. O zaman Türkiye'yi “take-off”a (“kalkış”a) geçireceğini söyleyen Erdoğan'ın aslında halkı “dolduruş”a getirdiği ortaya çıkacaktır. Ama eğer mecliste DTP, meclis dışında ise sosyalist hareket, sendikalar ve kitle örgütleri yeni krizin faturasını patronlara ödetmek için yılmaz bir mücadeleye girişmezlerse, Türkiye'nin ezilenleri sadece yeni bir felâket daha yaşamış olurlar. Her şey sınıf mücadelesini Kürtlerin özgürlük mücadelesiyle birleştirmeye bağlıdır. İşte işçi sınıfına bu yolu izleyecek bir Devrimci İşçi Partisi gerekiyor.