Türkiye Pakistanlaşıyor mu? (Sungur Savran - 09-10-2008)

Bu yorumu ileri sürenler iddialarını çok berrak verilerle desteklemek ve olgulara dayandırmak yerine genel bir tespitte bulunmayı tercih etseler de, bu tezin sergilendiği yazılarda çeşitli delillerin öne sürdüğü görülüyor. Bunların başında, 27 Nisan e-muhtırasının gölgesinde Mayıs 2007’de Tayyip Erdoğan ile Yaşar Büyükanıt arasında baş başa yapılan ve halktan bütünüyle gizli tutulan Dolmabahçe görüşmesi sonrasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) AKP’ye cepheden hücum etmekten vazgeçmesi geliyor. TSK’nın tavır değişikliği, yansımasını Büyükanıt’ın genelkurmay başkanlığı döneminin birinci yılından farklı olarak ikinci yılında pek az konuşmasında, konuştuğu zaman da infial ve kızgınlık ifade etmek yerine ölçülü ifadeler tercih etmesinde buldu. Dolmabahçe görüşmesinde ulaşılan mutabakata, 5 Kasım 2007’de Beyaz Saray’da Bush-Erdoğan görüşmesinin ardından Kuzey Irak operasyonlarının başlaması eşlik etti. Böylece, Dolmabahçe Mutabakatı’nın temellerinden birinin Kürt sorununda “askeri çözüm”de ısrar olduğu ortaya çıktı.

AKP ile TSK arasında bir anlaşma ile yeni bir döneme girildiğine dair ikinci bir tür delil olarak Ergenekon davası gösteriliyor. AKP’nin burjuvazinin iç savaşında bir koz olarak kullandığı Ergenekon davasına TSK’nın hiçbir aşamada ciddi bir tepki dile getirmemiş olması, solda birçokları için TSK’nın Ergenekon operasyonuna onay verdiği, hatta kendi içinde temizlik yapabilme amacıyla operasyonun düzenleyicilerinden biri olarak hareket ettiği yorumunun benimsenmesine yol açtı. Sonunda operasyon AKP’nin bir manevrası olmak yerine bir ABD-AKP-TSK prodüksiyonu olarak sunuldu.

Üçüncü delil türü ise Batıcı-laik kampta TSK ile CHP arasında 2008 yılı içinde ciddi çatlaklar doğmuş olması. CHP’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) yüklenmesi ve TSK’nın buna yanıtları bunun en belirgin örneklerinden biri. İlk atak Şubat ayında Kuzey Irak’a yapılan kara harekâtı sonrasında geldi. TSK'nın, operasyonu ABD’nin basıncı altında apar topar bitirip ülkeye dönmesini eleştiren Baykal'a, Büyükanıt'ın cevabı şöyleydi: “Siyasi kişi ve kurumlarla hiçbir zaman polemiğe girmek istemeyen Türk Silahlı Kuvvetleri, 24 yıldan bu yana devam eden terörle mücadele sürecinde, ilk defa bu tür anlamsız saldırılara hedef yapılmak istenmektedir. Bu saldırılar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadele azmine, hainlerden daha fazla zarar vermektedir.”

“Hainlerden daha zararlı” CHP Yaşar Büyükanıt’a iyi bir veda töreni düzenledi. İkinci polemik geçtiğimiz günlerde Büyükanıt'a alınan bir araba üzerinden başladı. “Bu kadar pahalı bir araba alındı mı” diye soran CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu'na TSK'nın internet sitesi üzerinden yapılan bir açıklamayla, “meslek yaşamı boyunca terör örgütlerinin hedefi haline gelen ve dört kez suikast teşebbüsüne maruz kalan sayın Genelkurmay Başkanı(na)...... zırh korumalı bir araç satın alındığı doğrudur” cevabı verildi. Bu cevap karşısında Kılıçdaroğlu, “peki diğer emekli paşalara da bu araçtan alındı mı?” diye sorarak polemiği sürdürdü.

Kılıçdaroğlu şahsında CHP'nin TSK ile polemiğinin asıl can alıcı noktası ise Yüksek Askeri Şura'da hiç ihraç kararı alınmamış olması nedeniyle başlayan tartışmaydı. Kılıçdaroğlu konuyla ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi:”Hükümetle Genelkurmay arasında oldukça sıcak bir ilişkinin olduğu kanısındayım. Çünkü, tüm ordunun büyüklüğü dikkate alındığında laikliğe karşı hiçbir dosyanın YAŞ’a gelmemesi ilginçtir.... F [Fethullah-SS] tipi örgütlenme içinde olanların bu sonuçtan memnun oldukları kesindir.” Batıcı-laik kampın siyasi temsilcilerinin askeri temsilcilerini Fethullahçılıkla mücadelede yelkenleri suya indirme ile suçlamaları çatlağın büyüklüğünü gözler önüne sermektedir.

TSK başkalaşım mı geçiriyor?

Nedir bu çatlak? Solda yaygın biçimde söylendiği gibi AKP ile TSK’nın anlaşmasıyla yeni bir iktidar bloku mu kuruluyor? AKP ile TSK arasında ulaşılan Dolmabahçe Mutabakatı kalıcı mıdır? AKP henüz İslamcılığını toptan terk etme yönünde bir büyük değişim geçirmemiş olduğuna göre, TSK mı başkalaşım yaşıyor? TSK İslamcılığın çok güçlü bir unsur olduğu Pakistan ordusuna mı benzemeye başlıyor?

Son noktayı tartışmak aydınlatıcı olacaktır. Türkiye ile Pakistan, bu ülkenin kuruldupu İkinci Dünya Savaşı ertesinden beri yaşanan gelişmeler incelendiğinde, ilginç derecede paralel gelişmeler yaşamış iki Müslüman toplumu sayılabilir. On yılda bir düzenlenen askeri darbeler, ülke başbakanının iktidardan düşürüldükten sonra yargılanıp asılması (Adnan Menderes, Zülfikâr Ali Bhutto), suikastlerin siyaset alanında taşıdığı önem (en son Benazir Bhutto) bu benzerliklerin en çarpıcılarıdır. Bu benzerlikler çarpıcıdır ama Türkiye ile Pakistan tarihsel gelişmeleri, coğrafi konumları, günümüzde kapitalizmin gelişme tarzı ve derecesi vb. dolayısıyla, İslam’ın tarihinde oynadığı rol bakımından dağlar kadar farklı iki ülkedir. Tarihsel olarak Pakistan, Hindistan’ın 1949 bölünmesinde Müslüman nüfusu bir araya getiren yeni bir devlet olarak doğduğu için İslam Pakistan toplumunda bir yapıştırıcı ideoloji, Pakistan devletinde ise meşruiyetin ana dayanaklarından biri rolünü üstlenmiştir. Türkiye’de ise pre-kapitalist Osmanlı devletinde İslam neredeyse devlet dini olduğu için, Osmanlı’dan kopan ve emperyalist Batı ile bütünleşme amacıyla yanıp tutuşan genç Kemalist burjuvazi için İslam kopulacak bir ideoloji ve kültürdür.

Türkiye’nin coğrafi konumu, burjuvazinin hakim kanadının bütün 20. yüzyıl boyunca ve 21. yüzyılda artan bir ivmeyle Avrupa kıtasının kurumlarıyla bütünleşmeyi önüne stratejik bir hedef olarak koymasını hem olanaklı hem de (onlar açısından) anlamlı hale getirmiştir. Türkiye bir yarı-Avrupa, yarı-Asya ülkesidir. İslam’ın hakimiyeti burjuva Türkiye’nin Avrupa ile bütünleşmesinin önünde bir engel rolü görebilir. Buna karşılık, Pakistan boylu boyunca Asyalıdır. Bütün dış dinamikleri Asya’daki büyük komşuları (en başta Hindistan ve Çin) ve ABD ile etkileşiminden kaynaklanır.

Nihayet, Türkiye’de kapitalizm (Malezya hariç tutulursa) İslam dünyasında hiçbir ülkede görülmediği kadar gelişkindir ve kapitalizmin yapıları emperyalizmin uluslararası devreleriyle görülmedik biçimde bütünleşmiştir. Türkiye burjuvazisinin bugün hakim olan kanadı, yani TÜSİAD burjuvazisi, AB’ye ve Batı sistemine kopmaz bağlarla bağlıdır. TSK ise NATO’nun üyesidir, kendini Batı ittifakının ayrılmaz bir mensubu olarak konumlandırmaktadır. İdeolojiden önce belirleyici olan bu maddi konumlardır. TSK-TÜSİAD kampı, çok büyük sarsıntılar yaşanmadan Türkiye’nin Pakistanlaşmasına izin vermez.

Barış değil ateşkes

Peki ne oluyor? Birincisi, TSK 22 Temmuz yenilgisinin yaralarını sarıyor. 27 Nisan muhtırası 22 Temmuz’da halkoyu ile reddedildi. TSK’nın darbe tehdidi konusu yaptığı Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi meselesi buna rağmen gerçekleşti. İkincisi, genel olarak Ergenekon davası, özel olarak da Özden Örnek günlüklerinin kuvvet komutanlarını düşürdüğü durum ve (emekli de olsalar) kuvvet ve ordu komutanı düzeyinde orgenerallerin tutuklanması TSK’yı daha da bir savunmaya itti. Üçüncüsü, 2003’ten sonra Kuzey Irak unsurunun işin içine girmesiyle birlikte büyük engellerle karşılaşan Kürt sorununa “askeri çözüm”ün önü, Dolmabahçe Mutabakatı ve Beyaz Saray anlaşmasıyla açıldı. Askeri çözümün mutlaka başarıya ulaşacağını söylemiyoruz, TSK’nın Kuzey Irak’ta elinin serbest bırakıldığını söylüyoruz. TSK, ABD’yi siyasi ve askeri olarak yanına almış olmanın büyük bir fırsat olduğunu düşünüyor ve gücünü bu konu üzerinde odaklaştırmak, bu çaba içindeyken başka bir cephede yıpranmak istemiyor. Bütün bunlardan dolayı, yani yaralarını sarmak, prestijini yeniden tesis etmek ve güçlerini çok sayıda cepheye yayarak başarısız olmamak için TSK, askeri bir terimle söyleyelim, burjuvazinin iç savaşında “ricat” taktiği uyguluyor.

Ama bunun AKP’ye karşı mücadeleden vazgeçmek olmadığı, sadece uygun bir anın beklendiği olgularla saptanabilecek bir gerçek. Aksi takdirde, Anayasa Mahkemesi’nde türban davasının açılması ile AKP kapatma davasının açılmasının tam arasında Anayasa Mahkemesi başkan yardımcısı Osman Paksüt’ün Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’u gizlice ziyaretini nasıl yorumlayacağız? “Lahika-1” adı verilen ve başta yargı olmak üzere çeşitli güçleri hükümete karşı seferber etmeyi planlayan “onaylanmamış” ama varlığı reddedilemeyen Genelkurmay belgesini nasıl yorumlayacağız?

Ergenekon’a gelince, Genelkurmay’ın Ergenekon örgütünü çökertme konusunda AKP ile anlaştığı iddiası, Genelkurmay’ın Ergenekon soruşturmasından rahatsız olmadığı varsayımına dayanıyor. Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle Genelkurmay zayıf olduğu bir anda ricat taktiğinde ısrar etmekle birlikte, Ergenekon soruşturmasının ezilen kitlelerin yeterince güçlü bir toplumsal/siyasi mücadele vermesi halinde hızla JİTEM, Özel Kuvvetler Komutanlığı ve bir dizi başka dolayımla ordunun içine sıçrayabileceğinin gayet iyi bilincindedir. Nitekim, İşçi Partisi’nin Hava Kuvvetleri içindeki örgütlenmesi dolayımıyla TSK’nın Ergenekon ile ilişkilendirilme girişimi karşısında 18 Temmuz’da yayınladığı bildiriyle son derecede sert bir tepki vermiş ve halkı TSK’yı yıpratma çabaları karşısında “yasal ve demokratik” tepki vermeye çağırmıştır. Bugün ise eski Jandarma Komutanı, yeni Kara Kuvvetleri Komutanı, özel harpçi Işık Koşaner, yapılan tartışmalardan jandarmanın “rencide” olduğunu söyleyerek aynı şeyi yapıyor.

Kısacası, TSK perde arkasından iç savaşı sürdürüyor. Başka güçleri öne sürüyor. İki kampın boğaz boğaza geldiği bir aşamada, kendisini açık biçimde öne sürmesinin tehlikeli olduğunu 22 Temmuz yenilgisi ile fark etmiştir. Şimdi günü gelince ağırbaşlı ve adaletli bir “hakem” olarak duruma müdahale etmenin altyapısını hazırlıyor. Bu, TSK’nın burjuvazinin iç savaşının içine boylu boyunca girmesinden çok daha tehlikeli bir durumdur.

Peki CHP neden bu konuda anlayışsızlık gösteriyor? Çünkü Baykal halkın kendisini başbakan yapmayacağını anlamış ve bütün kariyerini TSK’nın müdahalesi ile başbakan olmaya bağlamıştır. TSK burjuvazinin iç savaşında ricat ettiği ölçüde Baykal’ın ayağının altındaki toprak kaymaktadır. Tabii, geriye TSK içinde komuta düzeyinden daha alt kademelerde var olduğu kuşku götürmeyecek darbeci eğilimler kalıyor. Baykal işte bunlara oynuyor: “Ergenekon’un avukatı” olduğunu açıkladığı gün bunu duymak isteyene ilân etmiştir. Ağır yenilgi yaşayan toplumsal ve siyasi güçler paniğe düşer ve yollarını kaybederler. Yenilgi sonrasında taktik ayrılıklar dahi büyük çatışmalara ve kavgalara yol açar. Batıcı-laik kampta durum budur. TSK ve TÜSİAD yenilgiden derslerini çıkarmışlardır. Baykal hiçbir şey olmamış gibi devam etmek istiyor. Kafasını bir yere çarpacaktır.

Not: Bu yazı Eylül 2008 başında Mavi Defter sitesinde (www.mav.defter.org) yayınlanmıştır.