Siyasi kriz, ekonomik kriz, sendikal kriz (İşçi Mücadelesi #35 - 10-09-2008)

Emperyalizmin ABD patentli sürekli savaşının konusu, Avrasya'nın petrol ve doğalgaz zenginlikleri ve Asya'nın iki devi Rusya ve Çin'in kontrol altında tutulmasıdır. Ama her ikisi de birer nükleer dev olan bu ülkelere doğrudan savaşın bir ilk seçenek olarak benimsenmesi mümkün değildir. Bu yüzden, uzunca bir süre ABD'nin bugün Rusya'ya, yarın Çin'e karşı başka ülke ve güçler aracılığıyla savaş vermesi ve onları yıpratmaya çalışması en yüksek olasılıktır.

İşçi Mücadelesi, ta 90'lı yılların başından bu yana, Türkiye'nin Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya'dan oluşan bir şeytan üçgeninin ortasında yer aldığını, başta ABD olmak üzere emperyalizmin bu üç bölgeyi sürekli kaşıyacağını ve bu kışkırtmaların Türkiye'yi bir ateş çemberiyle ve savaş dinamikleriyle zorlayacağını yazıyor. İşte batımızdan ve güneydoğumuzdan sonra savaş kuzeydoğumuza da geldi. Burjuvazinin ve ordunun ABD yanlısı politikalarında ısrar etmeleri halinde Türkiye önümüzdeki dönemde sarsıntıdan sarsıntıya yuvarlanacaktır. İç sayfalarımızda belirttiğimiz gibi, işçi hareketi ve sol bu felâketlerin önüne geçmek için emperyalizmin bütün bu bölgeden çekilmesi konusunda ısrarlı olmak zorundadır.

Dünya sadece siyasi ve askeri krizlerle sarsılmıyor. Aynı zamanda ekonomik kriz de derinleşiyor. Ağustos 2007'de ABD konut piyasasından başlayan finansal krizin birinci yılını tamamladık. Kimileri krizin ABD'ye özgü olduğunu, AB'nin, Japonya'nın ve dünyanın geri kalan ülkelerinin krizden daha az etkileneceğini öngördüler, ama kriz hızla bir dünya krizi haline gelmeye ve finansal bir krizden ekonomik bir krize dönüşmeye başlıyor. Geçtiğimiz ay içinde hem Japonya'nın hem de Avro bölgesi ekonomisinin, yani AB'nin büyük bölümünün resesyona, yani ekonomik daralmaya girdiği açıklandı. Son dönemin yıldızlarından Hindistan'da yavaşlama başladı. Türkiye'de ise enflasyon yeniden çift haneli rakamlara tırmanıyor, dış ödemeler açığı tarihte görülmemiş düzeylere fırlıyor, sanayi üretimi daralıyor. Üstelik bizde kriz henüz başlamadı, görün bakın başlayınca neler olacak!

İşte böyle bir ortamda, tüketici fiyatları enflasyonu (TÜFE) resmi rakamlara göre yeniden çift haneli bir düzeye erişmiş, %11'e yükselmişken, üretici fiyatları enflasyonu ise %17'ye tırmanmışken, enflasyonun daha da yükseleceği az çok kesinken, AKP hükümeti kamu emekçilerine 2009 yılı için "toplu görüşmeler" diye anılan komedide %8,5 zammı layık gördü! Solda AKP hükümetine methiye düzenleri utandırması gereken bu davranış, bu hükümetin nasıl işçi-emekçi düşmanı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiş bulunuyor.

Hükümet işçi-emekçi düşmanı dedik. Peki, kamu emekçilerini temsil eden sendikalara ne demeli? Türkiye Kamu-Sen ve Memur-Sen, yapılan zamdan memnuniyet belirterek, kamu emekçisinin hükümet karşısında çıkarlarını temsil eden birer örgüt olmadıklarını, devletin (Türkiye Kamu-Sen) ve hükümetin (Memur-Sen) kamu emekçileri içindeki ajanları olduklarını bir kez daha kanıtladılar. Hem de yerel seçimler öncesinde, sendika hareketinin eli bu kadar güçlü iken!

Şimdi KESK'in güçlü bir örgütlenme atağı yapmasının tam zamanıdır. KESK, grev ve toplu sözleşme gibi sendikal mücadelenin en önemli araçlarından yoksun bir "toplu görüşme" komedisinin figüranı olmakla yetinmeyerek doğru tavır almıştır. Ama durumun yarattığı ihtiyaç, sadece "toplu görüşme" döneminde oturma eylemi yapmakla giderilemez. Oturma eylemi zamanı değildir, ayağa kalkma eylemi zamanıdır! Hep birlikte KESK'i yeniden ayağa kaldırmak için mücadele etmemizin, KESK sendikalarını işyerlerine taşımamızın, Türkiye Kamu-Sen ve Memur-Sen'i teşhir etmemizin ve gerçek bir sınıf mücadelesi sendikacılığını örgütlememizin zamanıdır!

Bütün bunları sınıf mücadeleci sendikaların güçbirliği ile taçlandırmak başarıya giden yolu açacaktır. Ağustos içinde İstanbul'daki sendika şubelerinin Herkese Sağlıklı ve Güvenli Gelecek (HSGG) Platformu ile birlikte grev ve direnişte olan işyerlerine dayanışma göstermek için harekete geçmesi ve ilk ziyaretin Gebze Dilovası'ndaki Unilever taşeron işçilerinin Tümtis'te örgütlenmesini desteklemek üzere yapılması, son derecede önemli bir pratik adımdır. Aynı desteği o kadar çok işyeri bekliyor ki! E-Kart, Liman, Yörsan, Tega, Desa, Kocaeli Üniversitesi, Arçelik ve niceleri, kaç zamandır direniyorlar. Kazanmaları için arkalarında bir büyük güce ihtiyaçları var. Bu, sınıf mücadeleci sendikaların konfederasyonlar ötesi bir sendikal güçbirliğidir. Atılan adım o yöndedir, ama daha ileriye gitmek gerekir.

AKP hükümetine karşı mücadele, pek yakında bir büyük sınavdan daha geçecek: yerel seçimler. Devrimci İşçi Partisi Girişimi'nin bir Üçüncü Cephe'ye giden yolda seçim için önerisi, İşçi Mücadelesi'nin Ağustos sayısında mücadele programı paketi içinde yayınlanmıştı. "Batı'da işçi adaylar, Doğu'da Kürt hareketinin temsilcileri" olarak özetlenebilecek bu yaklaşım, her şeyden önce Kürtlerin haklarının ötesine geçerek Türkiye'nin büyük işçi ve emekçi kitlelerine hitap edebilecek bir seçim platformunun ciddi bir tartışma ile oluşturulmasını öngörüyor. Seçimler yaklaşıyor. Burjuva partileri hazırlanıyor. Solun, Kürt hareketinin ve işçi-emekçi örgütlerinin de bir Emek ve Özgürlük Cephesi'nin ilk adımı olarak bu tür bir seçim bloku oluşturmak için görüşmelere başlamasının zamanıdır. Daha fazla gecikmek, yine aday rekabetinden ibaret bir seçim ortaklaşmasının kısır koridorlarına hapsolmamız demek olacaktır.

Siyasi ve askeri krizler. Finansal ve ekonomik krizler. Sendikal krizler. Devrimci İşçi Partisi Girişimi, Türkiye'nin işçi ve emekçilerini hakları uğruna mücadeleden başlayarak toplumun krizine çözüm oluşturmaya çağırmak için önümüzdeki dönemde bir kampanya düzenliyor. İşçi sınıfının devrimci ve enternasyonalist partisinin kurulması ve güçlenmesi, içinden geçmekte olduğumuz krizlerle dolu dönemde vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak kendini dayatıyor. Kapitalizmin sürekli savaşına ancak bu şekilde, sürekli devrim uğruna mücadele ile cevap verilebilir.