Sermaye, Siyonizm, Ergenekon bir tarafta, İşçi sınıfı diğer tarafta (İşçi Mücadelesi #39 - 30-01-2009)

İsrail'in savaşı 27 Aralık'ta başladı ve üç hafta sürdü. Siyonist devlet en sadık dostu ve hamisi ABD'yi 20 Ocak'ta "Barack Obama show"un coşkusundan mahrum etmedi. Üç hafta boyunca Gazze katledilirken susan, konuştuğunda anlamsız cümleler sarfeden Obama, tahta çıkar gibi Beyaz Saray'a girdi. Siyahisiyle beyazıyla Amerikalılar kendilerinden geçtiler. Gece on tane balo verildi, Obama ve eşi Michelle dans gösterisi yaptı. Bütün bunlar olurken, Gazze'nin lanetli halkı evlerinin yerinde duran yıkıntıyı eşeliyordu. Uygundur, çünkü İsrail bu savaşı aynı zamanda ABD adına vermiştir. Siyonizm ile ABD emperyalizminin ortak amacı Ortadoğu'da en ufak bir uyumsuzluk yaratan her gücü bölmek, bastırmak, ezmektir. İsrail'in 2006 Lübnan ve 2009 Gazze savaşları, İsrail devletinin özel amaçlarının yanı sıra, ABD emperyalizminin Ortadoğu'ya ve Avrasya'ya yeni bir düzen getirme uğruna açmış olduğu "sürekli savaş"ın bir merhalesidir. İsrail ve ABD etle tırnak gibidir. Her kim Türkiye'nin ABD'yle stratejik bir ittifak içinde olmasını savunuyorsa, o boş yere Filistinli çocuklara ağıt düzmesin! Yaptığı, ikiyüzlülükten başka bir şey olmayacaktır.

Bu açıdan bakıldığında, Türkiye halkları Gazze katliamı dolayısıyla Siyonizme karşı öfke içindeyken, düzenin temsilcilerinin çizdiği tablo yüz kızartıcıdır. Tayyip Erdoğan, AKP'nin İslamcı tabanının basıncı altında İsrail'e bol bol eleştiri yaptı. Ama Birleşmiş Milletler'e sunduğu sözde barış planı İsrail'in amaçlarına hizmet ediyor. Gazze'nin sınırlarına yerleştirilmesini önerdiği "gözlem gücü", Hamas'ın silahlanmasını engellemekle görevli olacak! Yani Türkiye İsrail gibi katil bir devlet karşısında Hamas'ın silahsızlandırılması için çalışıyor! Aynen AKP hükümetinin 2006'da Lübnan'a yolladığı "barış gücü"nün Hizbullah'ın silah teminini engellemekle görevli olması gibi! Gazze'ye "gözlem gücü" yerleştirilirse, bu güce Türk askerinin yollanmasını engellemek için mücadele etmek hepimizin görevi.

Ama bu ikiyüzlü politikasına rağmen Tayyip Erdoğan burjuvazinin karşı kampı kadar alçalmadı. Erdoğan'ın İsrail savaşına karşı çıkışları onu Arap kitlelerinin gözünde yüceltirken Türkiye'de Batıcı-laik kamp adına konuşanlar, aynen İsrail gibi, onu Hamas yanlısı olmakla suçladılar. Baykal, o sözde "ulusalcılar"ın politikadaki adresi, Erdoğan'ı Hamas'a destek olmakla suçladı. Bunlar sadece Ergenekon'un değil, İsrail'in de avukatı!

"Avukat"ın Ergenekon'da da işleri iyi gitmiyor. Cephanelikler ortaya çıkıp da halk Ergenekon davasının başından beri ilk kez işin ciddiyetini kavrayınca, Baykal da alışık olduğu Ricky Martin manevralarına başladı. "Aydınlarımızın, generallerimizin yakasını bırakın" demeye devam etse de, şimdi "silahlar elbette soruşturulmalı" diyor, bu konuda parlamento araştırması talep ediyor. Bu davayı bugüne kadar yerden yere batırırken, kontrgerillanın avukatlığına soyunurken aklın neredeydi Baykal? İlle bugün silahların, yarın toplu mezarların ortaya çıkması mı gerekiyordu? Bugüne kadar yaptığının silahları gizlemeye çalışmak olduğu artık açık değil mi? Dün gizlemeye çalıştığın hainlikler sana rağmen ortaya dökülünce sergilediğin ucuz kahramanlığa kim inanır?

Dünya krizlerle sarsılıyor. Emperyalizm ve Siyonizm bölgede ölüm dansını kâh Balkanlarda, kâh Kafkasya'da, kâh Ortadoğu'da, ara vermeksizin sürdürüyor. "Sürekli savaş" Türkiye'yi sayısız biçimde kuşatıyor, sarsıyor, kaynatıyor. Üstelik bu, dünden farklı olarak, bugün kapitalizmin ekonomik krizinin dünyada yepyeni bir dönemi açtığı bir ortamda cereyan ediyor. Amerikan finans sistemi Ocak ortasında en büyük iki banka Citibank ve Bank of America'nın iflasın eşiğine gelmesiyle bir kez daha sarsıldı. Bu yeni dönemde sınıf mücadelelerinin ve kitle hareketlerinin nasıl patlamalı bir gelişme içine gireceği ise, komşumuz Yunanistan'da Aralık ayında zincirlerinden boşanan isyan ile anlaşıldı. Ocak 2009 Gazze ayı oldu, ama Aralık 2008 Yunanistan ayı idi! Bir onlardan ama bir de bizden!

Bu kriz ortamında Türkiye de derin krizlerle çalkalanıyor. Birçoklarının sandığının aksine, burjuvazinin iç savaşı sağlık ve afiyette! Lağvedilmiş belediyelerde seçim yapılması konusunda patlak veren yargı savaşı, Ergenekon'un yeni dalgasının çalkantıları, JİTEM subayı Abdülkadir Kırca'nın cenazesinde ordunun gövde gösterisi, hepsi bu savaşın tipik işaretleridir. Bu iç savaş rejimde derin çatlaklar yaratıyor. Kontrgerillanın gizli pisliklerinin gün yüzüne çıkmaya başlaması bu çatlakların sadece sivri ucudur.

Pisliklerin teşhiri, Kürt sorunu konusunda toplumun tekrar düşünmeye başlamasına bir davetiyedir. Hakları için mücadele eden bir halka karşı her türlü kirli savaş yönteminin uygulanmasının "normal" olduğu konusunda doğabilecek ırkçı-şoven yargılara karşı işçi sınıfı ve emekçiler arasında yoğun bilinçlendirme sosyalist hareketin kontrgerilla konusundaki acil görevleri arasında önemli yer tutuyor. 29 Mart yerel seçimlerinde AKP ile Kürt hareketi arasında Fırat'ın öteki yakasındaki boy ölçüşme Kürt sorununun gelişmesinde hayli belirleyici bir rol oynayacak.

Uzun süredir devam edegelmekte olan bu krizlere şimdi ekonomik kriz ve onun körüklediği sınıf mücadelesi eklenmiş durumda. Türkiye ekonomik krizden çok derin bir biçimde etkileniyor. İmalat sanayiinde üretim ve kapasite kullanım rakamları, sanayinin 2001 krizinden daha derin bir sarsıntı yaşamaya doğru ilerlediğini gösteriyor. İşten çıkartmalar ve bunu sonucunda işsizlikte yaşanan patlama, işçi sınıfının krizden ağır biçimde etkileneceğini çoktan ortaya koymuş durumda. İşçi sınıfının buna cevabı bir aylık bir süre içinde beş fabrika işgali girişimi (Brisa, Sinter, Tezcan Galvaniz, Türk Philips ve Ünsa) oldu. Ankara Üniversitesi yemekhane işçilerinden sonra Mersin Limanı işçilerinin militan direnişleri de bu diziye eklenmeli. Bunlar daha büyük mücadelelerin ilk işaretleri olarak okunmalı.

Elbette, sınıfın tabanındaki kıpırtılar ve kendiliğinden hareketler sınıf mücadelesinin vazgeçilmez malzemesidir. Ama bunlara örgütlü bir ivme vermek, hareketin orta vadede yenilgiler yaşayarak sönümlenmemesi için bir zorunluluktur. Burada görev sadece mücadelelerin yaşandığı işyerlerinde örgütlü sendikaların değil, bütün işçi hareketinindir. Üstelik, hareketin mutlaka siyasi alana tercüme edilmesi ve işçi sınıfının burjuvazinin birbiriyle savaş içindeki iki kampından bağımsızlaştırılması gerekir. Yerel seçimler için oluşturulan geniş ittifak bu bakımdan büyük önem taşıyor. İttifakın içinde burjuva partilerine, özellikle de CHP'ye ilişkin yalpalamalara karşı uyanık olmak gerekiyor. Devrimci İşçi Partisi, Türkiye'nin büyük krizlerine ancak sınıf bağımsızlığıyla cevap verilebileceği bilincini yaymak için elinden geleni ardına koymayacaktır.