Seçimlerde ve sonrasında sınıf politikası (İşçi Mücadelesi Sayı:22 - 23-08-2007)

Kürt halkının temsilcileriyle dayanışma

Bin Umut Adayları ve bu adaylar etrafında şekillenen ittifaka yönelik eleştirilerimiz malum. Bu eleştirilere hem seçimler öncesindeki sayılarımızda hem de bu sayımızda yer verdik. Ancak eleştirilerimiz hiçbir zaman Bin Umut Adayları’nı egemenlere karşı savunmamızı, pratik dayanışma göstermemizi engellemedi. Bu son derece doğruydu. Şimdi aynı dayanışmayı Bin Umut Adayları olarak meclise giren ve grup kuran milletvekilleriyle de göstermek gereklidir. Burjuva medyasının kışkırtıcı tutumu ortadadır. Milletvekillerinin kayıt sırasında, yabancı dil hanesine Türkçe ve Kürtçe yazmalarından, her DTP’linin yaptığı açıklamayı (Leyla Zana örneğinde olduğu gibi) bir gerginlik vesilesi yapmaya, “Kürtçe yemin” meselesini sürekli gündemde tutmaktan, Sabahat Tuncel’in tekrar cezaevine girmesi için aktif propaganda yapmaya kadar her fırsatı DTP’li vekillere baskı yapmak için kullanan bir anlayış var karşımızda. Onlarca yolsuzluk, çete davası, yüz kızartıcı suç söz konusu olduğunda dokunulmazlık zırhına sarılanların, söz konusu olan Kürt halkının temsilcileri olduğunda bu insanların dokunulmazlığını kaldırmak için seferber olacağına eminiz. Hatta sadece MHP ve CHP değil, AKP de bunu kendi milliyetçiliğini kanıtlamak ve prim toplamak için fırsat olarak değerlendirecektir. Dolayısıyla her şeyden önce DTP’li vekillerle siyasi ve pratik anlamlarda dayanışma içinde olmak en önemli görevlerimizden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Seçim dönemi boyunca Bin Umut Adayları’nın sınıfsal bir zemine yaslanmadığı ve sistemle demokrasi sorunu dışında hesaplaşmaktan kaçındığı için mecliste AKP’ye destek sunmaktan, burjuvazinin dayattığı bir dizi yasaya onay vermeye kadar birçok yanlış tutum içine girebileceğini belirttik. Bu düşüncemizi de halen korumaktayız. Ancak bu eleştirilerden bağımsız olarak dayanışmamızın anlamı bir halkın temsilcisi olarak mecliste yer alan bu insanlara yapılan her haksızlığın Kürt halkına yapılmış bir haksızlık olması gerçeğinden ileri geliyor.

İşçi sınıfını temel alarak Üçüncü Cephe’yi inşa etmek

Seçimlerin ortaya koyduğu tablo burjuvazinin iç savaşına yönelik yaptığımız tahlili ve Üçüncü Cephe’nin gerekliliğine yönelik yaptığımız vurguyu tamamen doğrulamıştır. Öncelikle tüm seçim sürecine bir yanda CHP, MHP ve TSK’nın yer aldığı diğer yanda ise AKP’nin bulunduğu burjuvazinin iç savaşı damgasını vurmuştur. AKP bu muharebeyi kazanmış gibi gözükse de, gerek TSK’nın gerekse de Baykal’ın açıklamaları başta Cumhurbaşkanlığı seçimleri olmak üzere yeni gerginliklerin ve siyasi muharebelerin bizi beklediğini göstermektedir. Dahası bu iki cephenin sınır ötesi operasyon gibi bir gündemde birleşerek ülkeyi ve bölgeyi elbirliğiyle felakete sürükleme olasılığı son derece yüksektir. Bunlarla birlikte çok açık ki seçimde bu iki cephe dışında bağımsız adaylar bir üçüncü odak olarak ortaya çıkmıştır. Ne var ki bu odak kendisini burjuva demokratik taleplerle sınırlayarak siyasi olarak AKP’nin etrafında şekillenen ‘ikinci cephe’den net bir kopuşu gerçekleştirememiş ve bir cephe kimliğine bürünememiştir. Bu kopuşu gerçekleştirmiş olan sosyalistler ise (DİP Girişimi’ni de buraya katmak gereklidir) bir odak oluşturabilecek bir birlik sağlayamamış ve yeterli gücü oluşturamamıştır. İşçi sınıfı olmadan, sınıf politikası güdülmeden Üçüncü Cephe’nin burjuvazinin cephelerinden birine eklenmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden işçi sınıfına yönelişte ısrar edilmelidir. Burjuvazinin siyasal etki alanına giren güçlerin burjuvaziden kopması için sınıf siyaseti güçlendirilmelidir.

Liberal, uzlaşmacı eğilimlere karşı sınıf çizgisinde ısrar

Seçimlerden sonra ortaya çıkan tablo solda; sosyal demokratlarla, liberal solcuların yeni bir odak oluşturma çabalarını gündeme taşımıştır. Burjuvaziyle sınıf uzlaşmasına dayanacak olan bu girişimin Ufuk Uras’la birlikte mecliste temsil edilme olanağını da kullanarak çıkış yapma olasılığı vardır. DİSK’in 10 Aralık Hareketi üzerinden bu oluşumda oynayacağı merkezi rol hiçbir biçimde bu sürece sınıfsal bir öz kazandırmayacak tam tersine emekçileri burjuvaziyle uzlaştırmak için güçlü bir siyasal araç söz konusu olacaktır. “Solun sesinin duyulması”, “Solcuların mecliste temsil edilmesi”, “yeni sol alternatif” ya da başka türlü gerekçelerle böyle bir oluşumun desteklenmesi düşünülemez. Bu oluşum, burjuvaziyle arasına net bir siyasal ayrım koymadıkça -ki bunu beklemek hayalcilik olur- “Sosyal demokrat” etiketli burjuva partilerinin prestij kaybını ve kitlelerde yarattığı güvensizliği yeni bir düzen içi parti yaratarak giderme çabasından başka bir şey ifade etmeyecektir. İşçi sınıfını temel alan devrimci bir siyasal hattı tüm berraklığıyla öne çıkartmak seçimler sonrasındaki bir diğer görev olarak karşımıza çıkmaktadır.

Devrimci İşçi Partisi’yle taşın altına elimizi sokalım

Nihayet tüm bunlar burjuvazinin sınıf saldırılarına, milliyetçi kuşatmaya, emperyalizmin her türlü taarruzuna karşı işçi sınıfını örgütleme ve seferber etme mücadelesinin içinde yer alan ve bu mücadeleye eklenen görevlerdir. Ne yapmalı sorusuna verdiğimiz yanıtlara, nasıl yapmalı sorusunu eklemeli ve bu soruyu yanıtlamalıyız. “Et kokarsa tuzlanır, peki ya tuz kokarsa” diye bir söz vardır. Bu söz solun durumuna ne kadar da uygun! Düzen partilerinin kitleleri kandırması, burjuvazinin sınıf saldırısını yürütmesinden doğal bir şey olamaz. Peki ya işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin temsilcisi olması gereken sol partiler ilkesiz ittifaklar yapıyor, emekçilerin taleplerini unutuyor, birisi demokrasi diye Avrupa Birliği’nin, AKP’nin, öteki yurtseverlik diye şovenizmin peşinden gidiyorsa, yıllarca verilen mücadelelerle, ödenen bedellerle halkın gözünde kazanılan güveni bozuk para gibi harcıyor, emekçileri AKP’nin kömürüne, erzak yardımına, burjuva partilerinin insafına terk ediyorsa ne yapmak gerek? Bizim bu soruya cevabımız açıktır. Şikayet etmeyi de, halkı suçlamayı da reddediyoruz. Taşın altına elimizi sokuyoruz. Bu yüzden, ortaya koyduğumuz tüm görevleri yerine getirmek için işçi sınıfı ve ezilenlerin çıkarından başka çıkar tanımayan, ne olursa olsun devrimci ilkelerden kopmayan, kararlılık ve sabırla mücadele eden militanlardan oluşan ve gücünü buradan alan bir Devrimci İşçi Partisi’nin inşasını en önemli görev olarak bir adım öne çıkarıyoruz.

 Acil görev

Kontrgerillaya karşı mücadele!

Meclis’te DTP grubunun kurulmuş olması, doğru bir politika izlendiği takdirde, Türkiye’de siyasi dengeleri ciddi biçimde etkileyecek bir gelişmedir. Ancak, bu gelişme, başta faşistler ve “ulusalcılar” olmak üzere, burjuvazinin bütün kanatlarına büyük bir rahatsızlık veriyor. Düzen, yalnızca 20 üyeden oluşan, yani grup olmanın sınırında dolaşan bu yeni faktörü siyaset sahnesinden silmek için bir dizi yönteme başvurabilir. Örneğin şimdiden Sabih Kanadoğlu’nun çıkışı sonucunda İstanbuıl 3. Bölge milletvekili Sebahat Tuncel’in hukuki konumu belirsizlikle karşı karşıya bırakılmıştır. Bundan sonra çeşitli vesilelerle dokunulmazlıkların kaldırılması, yeni 2 Mart saldırıları veya kontra operasyonları devreye girebilir. Görev DTP grubunu bu tür saldırılardan korumaktır. Bu alanda kontrgerillaya karşı mücadele öncelik taşıyor. Kontrgerilla zayıf bir anını yaşıyor. AKP kendisi kontrgerilla operasyonlarının hedefi oldu. Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu ise CHP’den milletvekili. Kontrgerillanın sıkıştırılmasının tam zamanı.

Burjuva partilerinin dokunulmazlıklara dokunma eğilimi karşısında her bir vaka gündeme geldiğinde güçlü bir siyasi ve hukuki baraj oluşturmak solun bütünü açısından önümüzdeki dönemin temel görevlerinden biridir. Buna karşılık, Türkiye’de demokratik kuralların kısmen işlediği dönemlerde bile muhalefeti kontrol altına almanın ana yöntemi her zaman kontrgerilla faaliyeti olmuştur. Kontrgerilla operasyonlarının ne zaman ve nasıl geleceği önceden kestirilemez. Bunlara karşı “bekle gör” politikası izlenmesi, işin doğası gereği büyük bir tedbirsizlik olur. Kontrgerilla aniden, bazen hiç beklenmedik bir anda, hiç beklenmedik bir yerde harekete geçer. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde kontrgerillayı saldırı yapamayacağı, kendini savunmaktan başka bir şey düşünemeyeceği bir duruma düşürmek acil bir görevdir. Elbette, güç dengeleri izin verdiğinde dağıtılmasını ve hesap sorulmasını sağlayacak bir yaklaşımla.

Bu bakımdan içinde bulunduğumuz an, bir takım olanaklar sunuyor. Birincisi, kontrgerillanın son yıllarda Kürt hareketinin dışında hükümete karşı da operasyonlar yapmış olması, hükümetin de “istikrarsızlaştırma” amacıyla yapılan bu operasyonların faillerinin üzerine gitmek zorunda kalması, kontrgerillanın bugün önemli açıklar vermesine yol açmıştır. Son dönemde Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan bombaların izinde yapılan Girdap ve (Diyarbakır’daki) Girdap 2 operasyonlarında, Cumhuriyet gazetesi ve Danıştay saldırılarının kendine “ulusalcı” süsü veren kontrgerilla elemanlarınca düzenlenmiş olduğu yolunda muazzam kanıtlar birikmiş durumdadır. “Emekli yüzbaşı” Muzaffer Tekin’in bütün bu işlerden sorumlu olduğu ve Susurluk döneminde askeriye içinde kontrgerillanın esas sorumlularından biri olduğu bol miktarda veri dolayısıyla anlaşılmış olan Veli Küçük’le de ilişkisi bulunduğu anlaşılmıştır. Ümraniye bombalarının Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların kaynağı olduğu ve kendisi ordu mensubu olan Oktay Yıldırım’ın bombalar üzerinde parmak izi bulunduğu da saptanmış durumdadır. Birçok ordu mensubu aynı soruşturma kapsamında tutuklanmıştır. Ortada, İslamcı militan rolü oynayan bir ajan ya da bir meczup olan Alparslan Aslan’a işletilmiş bir dizi kontrgerilla operasyonu olduğuna ilişkin muazzam bulgu birikmiştir.

Bu vaka bütün solun hep birlikte yüklenmesi gereken ilk konudur. Meclis dışında bir kampanya düzenlenmeli, solun bütün unsurları toplu halde bu konuda bütün bilgilerin kamuya açıklanmasını ve sorumluların yargılanmasını talep etmeli, sol medya (günlük gazeteler, uydu yoluyla yayın yapan televizyonlar, haftalık ve aylık yayınlar) toplu halde bu olayın üzerine gitmelidir. Eşzamanlı olarak, mecliste DTP grubu bu konuda derhal bir meclis araştırması talep etmelidir. AKP grubu, bu operasyonlar dizisi hükümeti istikrarsızlaştırmak için yapıldığından bu talebi kolay kolay reddedemeyecektir. Burası kontrgerillanın şu andaki zayıf halkasıdır. Zincirin buradan kopması olasılığı, yeterince güçle asıldığımız takdirde, mevcuttur.

İkincisi, Mehmet Ağar Susurluk’tan bu yana ilk kez milletvekili dokunulmazlık zırhını yitirmiştir. Bu somut an, Susurluk’un sorumlularının yargılanması talebinin yükseltilmesi için son derecede uygundur. Ağar, Mumcu cinayetinden sonra Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’ya “bir taş çekersek bütün duvar yıkılır” demişti. Duvarı, Ufuk Uras’ın söylediği gibi, Şemdinli olayları sırasında bile, yani 2005’te parti başkanıyken dahi polislerin aradığı Ağar’ın başına geçirmek hepimizin görevidir. Bugün Güldal Mumcu da meclistedir. Dolayısıyla, CHP grubu da bu konuda kolay kolay ayak direyemeyecektir ya da çatlayacaktır. Ağar ile birlikte zaten dokunulmazlığı olmayan Çiller’in de yargılanmasını, kendisi de seçimi kaybetmiş olan Sedat Bucak’ın ise yeniden yargılanmasını talep etmek gerekir. Özellikle, Sedat Bucak’ın geçmişte kendini kurtarmak için mahkemeye verdiği dosyaların içeriğinin bütünüyle açıklanması talebini öne sürmeliyiz.

Üçüncüsü, Şemdinli davası da tam bir skandal halinde devam etmektedir. Bir kez meclis araştırması başladığında bu konu da mutlaka gündeme getirilmelidir. Kürtler açısından elbette en önemli dava budur. Ama tek başına Şemdinli’nin üzerinde yoğunlaşmak, DTP için öteki konularda işbirliği yapılabilecek güçleri yitirmek ve kontrgerillayı yalıtma fırsatını kaçırmak anlamına gelir.

Cumhuriyet ve Danıştay operasyonlarının sorumluları ve elebaşları yargılansın!
Mehmet Ağar “bin operasyon”un ve kayıp Uzi’lerin hesabını versin!
Şemdinli’deki “iyi çocuklar”dan hesap sorulsun!
Kontrgerilla dağıtılsın, bütün failler ve siyasi sorumlular yargılansın!