Paris yine yanıyor: Adalet yoksa barış da yok! (29-11-2007)

2005 olayları polisten kaçmakta olan üç göçmen gencin ikisinin bir elektrik trafosunda can vermesiyle başlamıştı. Bu kez de benzer bir şey yaşandı. Paris'in banliyösü Villiers-le-Bel'de göçmen ailelerinin çocuğu iki gencin, motosikletleriyle dolaşırken bir polis otusuyla yaşanan bir çarpışmada can vermesi, Paris'in banliyölerini yine ayağa kaldırdı. Yine onlarca otomobil yakıldı, ilk gece Villiers-le-Bel'de bir polis karakolu ateşe verildi, komşu kasaba Arnouville'de bir başka polis karakolu yağmalandı. İkinci gece kundaklama devam ederken, bir yandan da polisle çatışmalarda göçmen ailelerinin çocukları olan gençlerin çatışmalarda polise ateş ettiği, 82 polisin hafif biçimde yaralandığı iddia edildi.

Banliyölerin yoksul gençlerini ayağa kaldıran elbette içinde yaşamak zorunda bırakıldıkları koşullar. Yirmi kilometre ötede Paris lüks içinde yaşarken, Villiers-le-Bel gibi banliyölerde gençler son derecede kötü konutlarda yaşıyor, dökülen okullara gidiyor, ceplerinde beş para yok, okuldan sonra kendilerini işsizliğin beklediğini gayet iyi biliyor. Fransa'da işsizlik % 10, gençler arasında bu oran % 25'e çıkıyor, banliyö gençliğinde ise % 40, hatta % 50 işsizlik var. Bu gençler, kapitalizmin işçi sınıfının belirli katmanlarında her zaman yarattığı sefaletin yükünü çekiyor, çünkü eski büyük sömürgeci güçlerden biri olan Fransa, bütün Avrupa toplumlarının olduğu gibi baştan aşağıya ırkçı bir ideolojinin hakimiyetinde yaşıyor.

2005'te olaylar yaşanırken gençlerin isyanının ardında bu yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik ve sefaletin yattığı, bunun bir an önce düzeltilmesi gerektiği bütün Fransa'nın konuştuğu bir şeydi. Ama aradan geçen iki yılda hiçbir şey değişmediği gibi, uzmanların söylediğine göre durum daha da kötüye gidiyor. "Kentsel dayanışma" adı altında bu uydu kentlere yapılan mali yardım, en son bir parlamento komisyonu tarafından arttırılmak bir yana kısılıyor! Bütün göstergeler (işsizlik, güvencesiz çalışma, sefalet, bu mahallelerde kol gezen sıradan şiddet) kötüleşiyor. Gençlerin isyanına şaşırmak mümkün mü?

Elbette, gençlerin ırkçı Fransız polisinden her gün, her an gördüğü baskı da bu patlama da büyük rol oynuyor. Burjuva devletinin polisinin sadece Türkiye'de gençlerin göğsüne tekme ya da başına kurşun atarak insan öldürdüğünü sananlar, "Avrupa modeli"nin hayranı budalalar olabilir ancak! Fransız polisinin bu banliyölerdeki devriye görevinin özü göçmen gençleri ezmek, aşağılamak, korkuyla sindirmektir. İşte bu yüzdendir ki gençler, resmi açıklamada söylendiği gibi, olayın basit bir trafik kazası olduğuna inanmıyor. Bir kovalamacanın ürünü olduğundan kuşkulanıyor. Polisin yerde yaralı yatan gençlere sağlık yardımı yapmadığı bu yüzden yaygın olarak iddia ediliyor. Ama olayın kendisi ikincildir. Polis bu olayda yüzde yüz kusursuz olsa bile gençlerin isyanı haklıdır. Bu olay sadece barut fıçısını patlatan kıvılcımdır. Gençler adalet istiyor, adalet olmayınca da barışı bozmak haklarıdır!

Dünyanın her ülkesinde büyük kentlerin çevresini saran, kapitalizmin yedek sanayi ordusunu besleyen, sefalet depoları olarak iş gören, ırkçılığın kol gezdiği varoşlar, Fransa'da cité'ler, Latin Amerika'da barrio'lar ve favela'lar, Türkiye'de varoşlar proleter devriminin ana dinamiklerinden biri olacaktır. Önemli olan, örgütlü işçi hareketini devrime yönlendiren bir devrimci işçi partisinin, bu büyük kitleleri, düzene karşı isyan duyguları içinde yanıp tutuşan bu gençliği işçi sınıfının güçlü katmanlarıyla birleştirebilmesidir. Bugün patlak veren isyan elbette kör bir isyandır. Nereye gideceğini bilmemekte, bir intihar operasyonu gibi varoşların öteki yoksullarının otomobillerini yakmakta, öteki proleterlerin, hem de kendileri gibi göçmen işçilerin çocuklarının yararlandığı kütüphaneleri, çocuk yuvalarını yerle bir etmektedir. Ama amaç bu isyanı durdurmak değil, devrimci bir mücadeleye kanalize etmektir.

Fransız solu maalesef böyle bir devrimci partiden yoksundur. Artık bir burjuva partisi haline gelmiş olan Sosyalist Parti, Stalinizmin Avrupa'daki en önemli temsilcilerinden olan, günümüzde ise düzenle tamamen bütünleşmiş sıradan bir işçi partisi haline gelen Fransız Komünist Partisi ya da yeni küçük burjuvazinin kendine özgü şikâyetlerinin sözcüsü olan Yeşiller'in banliyölerin gençlerinin isyanını ancak korku ve ikrahla izleyebileceği açıktır. Ama Trotskist kökenden gelen partiler de banliyö gençliğini kucaklamıyor. Emperyalist ülkelerin devrimci ya da ortayolcu partilerinin başındaki en büyük illet, ülkenin hakim ulusunun proletaryasının (yer yer ırkçı tonlar da taşıyan) önyargılarına teslim olmaktır. Bunu enternasyonalizmi bayrağı haline getirmiş olan partilerde görmek acıdır!

Fransa'da devrimci partilerin ileri sürmesi gereken talepler açıktır. 2005 yılındaki isyan sırasında İçişleri Bakanı iken gençler için "ayak takımı" diyen, onlara karşı mücadelede böcek ilacı kullanmak gerektiğini söyleyen Nicolas Sarkozy şimdi başkan. İşte bu politikacının hükümeti, olayların yaşandığı bölgelere polis yığmıştır. Polis bu mahallelerden derhal çekilmelidir! Villiers-le-Bel'deki trafik olayı işçi hareketince oluşturulacak bir komisyon tarafından soruşturulmalıdır! Haftalardır grev ve gösteri yapmakta olan işçi sendikaları gençlerin temsilcileriyle görüşmelidir! "Özerklik yasası"na karşı seferber olmuş olan üniversite gençliğinin temsilcileri varoşlarla dayanışmaya girişmelidir!

Nihai çözüm sermayenin neoliberalizm ve esneklik saldırısını durduracak bir sosyalist işçi hükümetindedir. Bu işçi hükümeti, Maastricht, Amsterdam ve Lizbon antlaşmalarıyla Avrupa'yı bir neo-liberalizm cennetine çeviren AB'den kopmak zorunda kalacaktır. Ancak o zaman Fransız asıllılar siyahi Afrikalılarla, Magrep Araplarıyla, Türklerle ve Kürtlerle kucaklaşacaktır. Bugün Paris'in göğünü saran alevlerin yerini ancak o zaman Büyük Fransız Devrimi'nin burjuvazi tarafından hiçbir zaman yerine getirilmemiş "kardeşlik" idealinin gerçekleşmesini kutlayan havai fişekler alacaktır.