Önce kendi Kürtlerinle görüş (28-02-2007)

Oysa ne yoğun bir toz duman kaplamıştı ortalığı MGK toplantısından önce! Sağda ve solda yaygın kanı, Genelkurmay Başkanının Iraklı Kürt liderlerle görüşmeye karşı çıktığı idi. Eğer bu doğru olsaydı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) MGK’deki temsilcileri nasıl oldu da bir hafta içinde, bazılarının komik şekilde söylediği gibi, “hükümet tarafından ikna edildi”? Durumun böyle ifade edilmesi yanlıştır. Genelkurmay Başkanı, Washington’da yaptığı açıklamada, Irak Kürt bölgesi yönetimiyle görüşülmesine açık kapı bırakmıştı. Söylediği kelimesi kelimesine şuydu: “Ben askerim. Bir görevim terörle mücadele. PKK’yı siyasal bir olay olarak görenle benim asker olarak görüşmemin bir faydası yok. Ama siyasi olarak kim görüşürse görüşür, ona bir diyeceğim yok.” (Hürriyet, 17 Şubat 2007) Demece dikkat edilsin: Birincisi, Büyükanıt siyasi görüşmelere açık kapı bırakıyor. “Ona bir diyeceğim yok” ifadesi daha açık olamaz. İkincisi, askerin emir eri rolündeki bazı siyasiler ve köşe yazarları gibi “aşiret reisleriyle görüşülmez” demiyor. Bunu demek bir yana, daha sonra ekliyor: “Bu liderleri şahsen tanıyanlardan biri de benim.” Bu insanlar herhalde Büyükanıt’ın aile dostları ya da mahalleden tanıdıkları değil! Büyükanıt onları “asker olarak görüşme” sonunda tanımış 90’lı yıllarda. Hayır, aşiret reisi falan diye değil, PKK’yi destekledikleri için karşı çıkıyor “asker olarak görüşme”ye. Bunun anlamı açık: Eğer Barzani ve Talabani PPK’yi desteklemekten ve “siyasal bir olay olarak görmek”ten vazgeçerlerse, Büyükanıt onlarla asker olarak bile görüşeceğini ilan etmiş oluyor! Peki, “asker olarak görüşme” ne demek? Askerin işi savaşmak. Öyleyse bu aynen geçmişte PKK’ye karşı yaptıkları gibi ortak operasyon düzenlemek için görüşmek anlamına geliyor. Demek ki gelecekte bu da yapılabilir. Eğer Barzani ve Talabani Genelkurmay Başkanının öne sürdüğü koşulları yerine getirirse.

MGK kararından önce, ağabeyinin ardına saklanıp kuru sıkı atıp tutan “ulusalcılar” şimdi neden sus pus oldular? Devletlû sol CHP’nin genel başkan yardımcısı, Erdoğan’ın açılımının ABD’li diplomat Holbrooke’un talimatıyla olduğunu söyleyip duruyordu. İliştirilmiş sol Cumhuriyet gazetesi Öymen’in bu demeci üzerinde günlerce durmuştu. Kapıkulu sol İP’nin Aydınlık dergisi son sayısında aynı hikâyeyi “Kukla devletle görüşme talimatı Washington’dan” diye niteliyordu. Şimdi konuşsanıza! MGK’yi ve onun askeri kanadını oluşturan TSK’yi de Washington’dan talimat almakla suçlasanıza! Bir politika AKP hükümetince benimsendiğinde emperyalizme biat oluyor da, TSK tarafından benimsendiğinde birden “ulusalcı”, hatta “anti-emperyalist” mi oluyor? İşte “ulusalcılığın” sefil ikiyüzlülüğü! Halkı, kendilerini ve siyasi iktidar adayları TSK’yi “anti-emperyalist” diye sunarak aldatmaya çalışırken suçüstü yakalandılar yine!

Öyleyse, sorumuzun cevabını almış oluyoruz. TSK’yi bütünüyle karşı olduğu bir politikaya bir hafta içinde “ikna eden” Türkiye hükümeti değildir, ABD yönetimidir. Bunun için de Holbrooke-Erdoğan görüşmesi gerekmez. Şubat ayında Abdullah Gül ile Yaşar Büyükanıt ABD devletinin doruklarında görüşmeler yapmıştır. Şimdi Washington’daki görüşmelerin nasıl sonuçlandığı anlaşılıyor.

Büyükanıt’ın Amerikalılarla görüşmesinde kabul ettiği bir politikayı, Washington basın toplantısında reddeder gibi görünmesinin nedenini anlayabilmek için 2007 yılının Türkiye burjuvazisinin iç savaş yılı olduğunu hatırlamak gerekiyor. Büyükanıt, hükümeti yıpratmak için hiçbir fırsatı kaçırmamaktadır. Emir eri siyasetçiler ve köşe yazarları da bu konuşmayı bu amaçla kullanmışlardır.

Türkiye’nin Kürt savaşı yanında bir de burjuvazinin siyasi iç savaşını yaşadığını fark edemeyen, görünüme aldanır. Bugün Türkiye’yi bu iki çelişkinin karmaşık bileşkesi yönlendiriyor. Türkiye’nin yeni Kürt politikası, Kürtler arasında yeniden bir “bırakuji”, yani kardeş kavgası yaratmak olarak özetlenebilir. Kürdü Kürde kırdırmak, Türkiye’nin 90’lı yıllardaki politikasıdır. Barzani ve Talabani bütün 90’lı yıllar boyunca Türkiye ordusunun Kuzey Irak’a yaptığı sınır ötesi operasyonlarda TSK’nin yardakçısı rolünü oynamışlardı. Bugün biri Irak Cumhurbaşkanı, öteki ise Kürt bölge başkanı olduğu halde onlarla görüşmeye “aşiret reisi” edebiyatıyla karşı çıkanlar, o dönemde bu liderlerle sık sık görüşme yapıldığını, onlara bu hizmetlerinden dolayı TC kırmızı pasaportları verildiğini gayet iyi biliyorlar, bilmiyorlarsa da kara cahiller! Talabani, son günlerde ne güzel açıkladı: “Eğer tarihe geri dönüp bakarlarsa PKK’ye karşı Türkiye’ye yardım ettiğimizi görürler.” Bugün emperyalizmin desteğinde Kürt halkının kurtarıcısı rolüne soyunan önderlerin tarihi sicili işte budur! Kendi çıkarları için Türkiye’nin Kürtlerine karşı savaşmak! Elbette bugün Barzani ve Talabani PKK’ye karşı silah elde çatışmaya kolay kolay yanaşmazlar. Ama Türkiye’nin siyasi ve askeri yöntemlerle PKK’yi ortadan kaldırmasına yardım etmeleri yeni politikanın başlıca amacıdır. Erdoğan’ın yaptığı açılımın ardından Irak Kürt yönetiminden gelen sıcak mesajlar, ABD’nin sadece Türkiye’yi değil onları da ikna etmiş olduğunu gösteriyor. Yol çakılsız değildir. Özellikle Kerkük konusu muhtemelen aşılamaz bir engel oluşturacaktır.

ABD yönetiminin çekmecelerinde bu engele bir çözüm önerisi olduğuna kuşku yoktur. Bu çözüm muhtemelen İsrail-Filistin meselesindeki “toprağa karşı barış” formülüne benzer biçimde “Kerkük’e karşı PKK” olarak biçimlendirilmiştir. Yani Türkiye PKK’nin ortadan kaldırılması karşılığında Kerkük’ün bir Kürt kenti olarak tesciline razı edilmeye çalışılacaktır.

ABD’nin Türkiye’yi bu yeni politikaya ikna etme saiki açıktır: Ortadoğu’daki eski büyük müttefiki Türkiye ile yeni müttefiki Irak Kürtleri arasında bir yakınlaşma, hatta ittifak yaratmak. Türkiye devletinin saikini anlamak da zor değildir. Zaten sınır ötesi operasyon yapmakta zorlanmaktadır. Yapsa bile ne sonuç elde edeceği belirsizdir. Bir de Türkiye Kürtlerinin yanı sıra Irak Kürtlerini karşısına alıp bütün Kürt dünyası ile savaşmak büyük bir kumardır. Yeni politika, büyük engelleri aşıp uygulanabilirse, Kürtlere karşı bir “böl ve yönet” politikası olacaktır.

Ayrıca, Irak Kürtlerine karşı bu yumuşama karşılığında Türkiye muhtemelen ABD’den sınırötesi operasyon için beklediği izni de almıştır. Gündem gazetesi (23 Şubat 2007) Irak Kürt yönetimine yakın kaynaklardan aldığı habere dayanarak 19 Şubat’ta Barzani ile yaptığı görüşmede ABD koordinatörü Ralston’un bu iznin çıktığını belirtmiş olduğunu bildiriyor.

Böyle bir operasyonun sınır berisinde de ne derece büyük tehlikeler yaratacağı şimdiden ortaya çıkıyor. Bir yandan, devlet Kürtlere yönelik baskıcı uygulamalarını tırmandırıyor. DTP Van ve Diyarbakır il başkanlarının tutuklanması, yargısız hapis cezası infazından başka bir şey değildir. İçişleri Bakanı, bölge emniyet müdürlerini toplayarak Newroz’a baskı uygulama politikasını ilan etmiştir. Bir yandan da, şovenizm gemi azıya almış gidiyor. Kürtlere hakaret küfre dönüşmüştür. Koordinatör Başer DTP Diyarbakır il başkanı için “yaratık” diyor, Erkan Mumcu Barzani için “köpek”! Hrant Dink sonrasındaki kurbanın Kürt önderlerinden seçileceğine dair kaygılar, Diyarbakır Belediye başkanı Osman Baydemir’e yönelik bir suikast hazırlığı söylentileriyle tırmanıyor.

Sınır ötesi operasyon işçi ve emekçilerin çıkarlarına bütünüyle aykırıdır. Halk bunu anlıyor. Hürriyet gazetesinin internette yaptığı bir ankete katılan 300 bin kişinin % 59’u TSK’nin Irak’a girmesine düpedüz karşı! Bir % 7 de diplomasi diyor. İşçi ve emekçilerin çıkarı halklar arasında kardeşçe bir çözümü gerektiriyor. Irak Kürt liderleriyle görüşmeden kaçınılması için bir neden yok. Emperyalizmin kuklası Irak devleti ile görüşen, Iraklı Kürtlerle neden görüşmesin? Önemli olan görüşmenin kendisi değil amacıdır. Türkiye devletinin “siyasi ve diplomatik çabaları yoğunlaştırmayı” benimsemesinin nedeni, Türkiye’deki Kürt hareketini ezmek için Irak Kürtlerinin desteğini alma hesabına dayanıyor. Devlet Türkiye’deki Kürtlerin haklarına en ufak bir saygı göstermeyerek, buradaki Kürt hareketini imha etmeye çalışarak, Barzani’nin Türkiye Kürtleri arasında güçlenmesinin yolunu açmakta, böylece emperyalizmin güçlenmesine katkıda bulunmaktadır. Önemli olan, Barzani ve Talabani ile görüşülüp görüşülmeyeceği değildir. Önemli olan, Türkiye’de milyonlarca Kürdün desteğini alan Kürt hareketinin temsilcileriyle görüşülüp görüşülmeyeceğidir. Önce kendi Kürtlerinle görüş! Çözüm oradadır!