Kurtlar Vadisi Dolapdere (16-12-2009)

Faşist güruhların cüreti artık sıradan insanı dehşete düşürecek hale gelmiş durumda. Aynı gün Malatya'da da DTP'nin basın açıklamasına faşist güruh saldırı düzenliyor. İzmir ve Bayramiç'te DTP'ye ve Kürtlere yönelen saldırılardan sonra bu olaylar, Kürtlerin sadece hukuki olarak değil, pratik olarak da bütün haklarından yoksun bırakılma çabasının sistematik hale gelmeye başladığını gösteriyor. Kürt kitlelere yapılan bu saldırıların yanı sıra, DTP binaları da sürekli bir saldırı altında. Yalnızca son bir hafta-on gün içinde İzmir, Hatay, Antep, Ankara, Urfa, Çanakkale, Mersin ve Milas'ta DTP binalarına faşist güruhlar saldırdı.

Elbette bu olaylarda MHP'nin ve BBP'nin, birbirleriyle rekabet halinde, Kürtlere yönelik politikasının açık sonuçlarını görüyoruz. CHP'nin saldırgan dili de bu faşist güruhları olsa olsa cesaretlendiriyor. Ama işin bir de başka yanına bakmak gerekiyor. Basın, faşistlerin saldırılarını bütünüyle çarpıtılmış bir perspektiften ele alıyor. DTP'nin kapatılmasının ertesinde Batman, Şırnak, Hakkâri, Urfa ve başka yerlerde yapılan kitlesel gösteriler "gerilim yanlılarının gövde gösterileri" olarak sunuluyor. Bunu yazanlar da sözde liberal demokratlar. Kitlelerin protesto amacıyla gösteri yapması ne zamandan beri "gerilim" politikası sayılıyor? Kürt kentlerindeki bu gösterileri şiddete sevk eden polisin tutumudur. Eğer kitlelerin gösteri hakkı ayaklar altına alınmasa, bu gösteriler çok büyük olasılıkla herhangi bir şiddet olayı olmadan gerçekleşecektir. Eğer bir kitlenin gösteri yoluyla ifade özgürlüğü sistematik olarak ihlâl edilir, Diyarbakır'da birçok tanığın açıklıkla ifade ettiği gibi, polis bir göstericiyi hedef gözeterek kurşunlar ve öldürürse ve siz bunu bütünüyle görmezlikten gelir ama  kitlenin nerenin camları indirdiği, molotof kokteyli ve taş kullandığı üzerinde odaklaşırsanız, habercilik yapıyor olmazsınız, Türkiye'nin batısındaki insanlara yalan söylüyor ve faşist güruhları kışkırtıyor olursunuz. Şimdi Muş Bulanık'taki olayları Kürt kitlesinin her yeri yakıp yıktığını söyleyerek veren basın, bunun bir kasaba halkının kendi aralarından iki kişinin öldürülmesine ve birçok insanın yaralanmasına karşı toplumsal bir tepki olduğunu unutuyor.

Ama iş bununla da kalmıyor. İstanbul Dolapdere'deki faşist güruhu haber yapan gazeteler, olayı "tehlikeli tırmanış" olarak niteliyor. Yani gösteri yapanla onlara tabanca ile saldıran olayları birlikte tırmandırıyorlar! Nitekim, Cumhuriyet gazetesi, olayı şu üst başlıkla duyuruyor: "DTP'nin kapatılmasını protesto eden grupla karşıt görüşlüler İstanbul'da silahlarla çatıştı." Şu ana kadar DTP'lilerin elinde döner bıçağı, satır veya ateşli silah gösteren bir fotoğraf çıkmadığı gibi, Cumhuriyet gazetesi kendisi de haberin içinde DTP'lilerin silahlı olduğuna dair herhangi bir şey söylemiyor. Yani yukarıda alıntılanan cümle göz göre göre yalan söylüyor! Ortada "silahlı çatışma" yok, bir tarafın silahlı saldırısı var! Cumhuriyet'e bu da yetmiyor. Gazete haberi şöyle bağlıyor: "Polis tazyikli su kullanarak eylemcileri dağıtırken semt pazarı kurulduğu için biber gaz kullanmadı. Elleri sopalı yurttaşları sakinleştiren polis çevrede güvenlik önlemi aldı." "Elleri sopalı yurttaş"! İşte anahtar kelimeler bunlar. Faşist güruh, genel "yurttaşlar" topluluğunun, belki biraz aşırıya kaçmış bir temsilcisi sayılıyor. Üstelik gazetenin yayınladığı resim açıkça tabanca gösterdiği halde, "elleri tabancalı" değil, "elleri sopalı"! Bu insanların tepkilerini anlayışla karşılamak gerekir, ama bu kadar ileri giderlerse iş tehlikeli olmaya başlar. İşte faşist güruhun yararlandığı ideolojik-politik iklim. Cumhuriyet gazetesi sadece bir örnektir. Burjuvazinin basınının soruna genel yaklaşımı bu doğrultudadır.

Yukarıdaki cümlede bir kelime daha son derecede önemli: "sakinleştirmek". Polis, "elleri sopalı yurttaşları sakinleştiriyor". Burada üzerlerine hiç görev düşmediği halde silaha sarılmış bir güruhtan söz ettiğimiz ortada. Ama polis "eylemciler"e saldırdığı halde, bunları sadece "sakinleştiriyor". Aynen daha önce çeşitli kentlerde Kürtlere saldıran bütün güruhlara yapıldığı gibi. Polis suç işliyor. Açıkça suç işleme kastıyla hareket eden faşist güruha "aslanlarım, siz iyisiniz tosunsunuz, ama şimdilik sakinleşin" diyor. Polis koruyup kollamakla kalmıyor. Daha önce Trabzon'da TAYAD'lılara yapılan linç girişiminde sivil polislerin kahveden adam toplayarak kışkırtma yaptıkları ortaya çıkmıştı. 1 Mayıs'ta ara sokaklarda faşist güruhları yönlendiren yine polislerdi. İzmir'deki son saldırıda da sokak aralarında ellerinde telsizlerle insanları yönlendiren polisler iş başındaydı.

Ya siyasi iktidar? Ya AKP hükümeti? Ya polisin en üst yöneticisi olan, "açılım" sorumlusu İçişleri Bakanı Beşir Atalay? Ya onun Başbakanı Tayyip Erdoğan? Silahsız çocuklar Diyarbakır'da isyan ederken polise "göz yaşına bakılmaması" buyruğunu veren Tayyip Erdoğan, şimdi susuyor. Nedenini bilmiyor muyuz? Birkaç yıl önce Trabzon'da tutuklu haklarına ilişkin açıklama yapmak isteyenler linç girişimiyle karşılaştığında "yurttaşın hassasiyeti"nden söz eden aynı Erdoğan değil miydi?

Kısacası, faşist güruhların DTP'ye ve Kürtlere saldırısından bütün burjuva düzeni sorumludur. Türkiye sosyalist ve işçi hareketinin enternasyonalist kanadı, gerçekleri halka sabırlı biçimde anlatarak, faşist güruha dolaylı yoldan destek olanları teşhir ederek bu güruhu yalıtmak göreviyle karşı karşıyadır. Etnik bir iç savaşın yolunu döşeyenler yalnız bırakılmalı ve püskürtülmelidir.

Faşist güruhları sokaklardan çekin!

Kürtlerin protesto özgürlüğünü çiğnemeyin!

Yaşasın halkların kardeşliği!