Kozmik iç savaş (04-01-2010)

Bülent Arınç'ın evinin bulunduğu bölgede polislerin biri binbaşı biri albay iki askeri gözaltına alması ve Seferberlik Tetkik Kurulu'nda arama yapılması da gerginlik dozu yüksek iki olaydı. Seferberlik Tetkik Kurulu içindeki Kozmik odanın aranmasına bir erin babasına telefonda belgeleri yaktıklarını söylemesiyle başlandığı basına sızmıştı. Bu belgelerin savcı ve hakimlerin eline geçmesi söz konusu olsaydı acaba Kozmik odanın bulunduğu kışlanın kapısında polis ve asker arasındaki diyalog nasıl olurdu bilemiyoruz. Genelkurmay'dan askeri personele, polise karşı silah kullanılmaması yönünde talimat verildiğine dair basına sızan haberler gerginliğin boyutlarını ortaya koyuyor.

Sonuçta gerginliğin hat safhaya ulaşması hem hükümet hem de ordu cephesinden soğutma çabalarının gelişmesine yol açtı. Nihayet merakla beklenen MGK toplantısı deyim yerindeyse "suya sabuna dokunmayan" bir bildirge ile kısmi bir yatıştırma işlevi gördü.  Bununla birlikte mevcut gerginlik tesadüfi koşullara dayanmıyor. 28 Şubat öncesinden bu yana Türkiye politikasına yön veren köklü bir sosyal çelişkiden ileri geliyor. Bir yanında Türkiye'deki burjuva hakimiyetinin merkezinde yer alan Batıcı-laik burjuvazi diğer yanında hem ekonomik hem de siyasi yönden güçlenerek tam iktidar talep eden İslami burjuvazinin yer aldığı bir politik iç savaş söz konusu. Bu iç savaşın erken safhalarında İslamcı burjuvazi siyasi partileri, başta Fethullah Gülen olmak üzere cemaat örgütlenmeleri sahnede yerini alırken burjuvazinin Batıcı-laik hakim kanadı MHP'den CHP'ye kadar çok geniş bir siyasi yelpazeyi kullanırken, silahlı bir güç olan TSK'nın öne çıkmasıyla ağırlık oluşturabiliyordu. Son dönemde polisin İslamcı burjuvazi lehine sahneye çıkışı burjuvazinin politik iç savaşında silah tekelinin ortadan kaldırılmak istendiğini gösteriyor. Tüm gözaltı, tutuklama vb. olayların yanında meclisten polise ağır silah ithal izni veren bir yasa hazırlığı yapılması iç savaşın daha kapsamlı safhaları için hazırlık yapıldığı izlenimi veriyor.

Burjuvazinin iç savaşı bir yandan keskinleşirken gelişmeler iki kampın arasında henüz aşılamayan bir denge olduğunu gösteriyor. O yüzden de iki kanat da şimdilik belirleyici hamleler yapmaktan çekiniyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül TSK'ya yapılan "lüzumsuz ve haksız" eleştirilerin kendisini rahatsız ettiğini belirtirken, TSK iki askeri personelin daha göz altına alınmasının ardından "toplumu ne hale getirdiniz" diye sitem etmekle yetinen bir bildiri yayınlıyor. Bu durumu anlamak zor değil. İslami sermaye kampı TSK'yı haddinden fazla zorladığı takdirde ağır bir tepkiyle karşılaşmaktan çekiniyor. TSK kanadı ise kontrgerillanın merkezinde yani Seferberlik Tetkik Kurulu'nun arşivinde adli bir araştırma yapılırken hamlelerinin olası sonuçlarını daha fazla tartmak durumunda kalıyor.

Bu dengenin burjuvazinin iki kampından birinin lehine bozulmasının emekçiler açısından hayırlı sonuçlar doğurmayacağı açıktır. Ancak tam da hakim sınıflar arasında derinleşen bu çatlak ezilenlerin etkin bir mücadelesi sayesinde bambaşka yönlerde gelişebilir. Böyle bir gelişme için burjuvaziden ve onun tüm kanatlarından bağımsız bir politik hattın benimsenmesi gerekmektedir. İşçi sınıfı sürecin izleyicisi olarak değil kendi çıkarlarını koruyan bağımsız bir özne olarak sahneye çıkmalıdır.

Bugün iki burjuva kampı da ezilenleri kendi arkasında saflaştırmak için politik argümanlar geliştiriyor. AKP önderliğindeki İslami kamp, ordunun sivil iradeye tabi olması gerektiğini, demokrasiyi ve hukuku savunduğunu öne sürerek ilerliyor. Karşı taraf ise tüm bu girişimlerin tarikat ve cemaatlerin hakimiyetindeki bir Türkiye yaratma hedefinin bir parçası olduğunu ileri sürerek laikliğin ve cumhuriyetin savunuculuğuna soyunuyor. Elbette ki ezilenlerin çıkarı askeri vesayete karşıdır, elbette ki cemaat örgütlenmeleri bir sermaye kanadının toplumsal hegemonyasının araçlarıdır ve ezilenleri uyuşturarak boyun eğdirmeyi amaçlamaktadır. Fakat öncelikle iki kampın da ikiyüzlülüğünü ortaya koymak gerekmektedir.

Seferberlik Tetkik Kurulu içinde çok önemli belgelerin bulunduğu kozmik odaya girilmesi kontrgerilla gerçeğinin üzerine gidilmesi için tarihi öneme sahiptir. Ne var ki AKP'nin kesinlikle Kontrgerillanın üzerine gitmek ve onu lağvetmek gibi bir hedefi olmadığı açığa çıkmıştır. Araştırma, gerçekliği oldukça tartışmalı olan bir suikast iddiası ile ve tabii buna bağlı olarak AKP hükümetine karşı olası başka operasyonlarla sınırlanmaktadır. Doğal olarak 1977 1 Mayıs katliamından, Kanlı Pazara, Maraş katliamından, Ecevit'e karşı düzenlenen suikast girişimine, JİTEM'den, faili meçhul cinayetlere kadar kontrgerilla faaliyetleri gündeme gelmiş ancak hükümetin tutumu, geçiştirme şeklinde olmuştur. Şu andaki haliyle kozmik odadaki araştırma politik iç savaşın İslami kampının karşı istihbarat çalışmasından ibaret görünmektedir. Bülent Arınç kendince espri yaparak halkın "kozmetik odada"  ne var diye sorduğunu söylerken kendi yaklaşımlarının da kozmetikten ibaret olduğunu ele vermektedir. Kozmik odanın kapısını açanların sonra usulca kapıyı kapatıp kilitleyeceğinin sinyalini vermektedir.

Karşı tarafta ise kontrgerillayı aklama kampanyası başlatılmıştır. Bu kanadın Kemalist ve ulusal "solcuları", "tabii ki kontrgerillaya karşıyız ama.." diye başlayan cümlelerle "neden bugün?" sorusunu sormakta ve Özel Kuvvetler Komutanlığı, Seferberlik Tetkik Kurulu ya da hangi adla anılırsa anılsın kontrgerillanın İslami kampın karşısında olduğu kabulüyle zımnen bu kanlı örgüte arka çıkmaktadır. Deniz Baykal televizyonlara çıkıp TSK'nın Başbakan Yardımcısı'na suikast düzenlenebileceğini iddia etmenin mümkün olmadığını ve bunun maksatlı yapıldığını açıklamaktadır. Hâlbuki 1977'de Baykal'ın partisi CHP'nin o zamanki lideri Bülent Ecevit'e yapılan suikast girişiminde kullanılan zehirli merminin aynı TSK'ya bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı'na ait olduğu ortaya çıkmıştır. Bugün Kemalist ve ulusal etiketli solcuların ikiyüzlülüğü karşı kampınkinden aşağı kalmamaktadır.

Nihayet burjuvazinin savaşan iki kanadı her zaman olduğu gibi bu konuda da Kürt halkına karşı birleşmiştir. Kürt halkına ve Kürt siyasetçilerine yönelik çok sayıda cinayete ve saldırıya adını yazdırmış olan JİTEM'i elbirliği ile korumaya devam etmektedirler. Kontrgerilla gerillaya karşı savaşmak için kurulmuş özel bir birim olarak halka yutturulmaya çalışılmaktadır. Halbuki kontrgerilla kavramı karşı gerilla mücadelesi demektir ve bunun anlamı devletin muhalefete karşı resmi ama yasadışı bir suç örgütünü beslemesidir. Bu suç örgütüdür ki sadece PKK gerillalarına karşı değil işçi hareketine ve sola karşı "gerilla" savaşı vermiştir. İşçiler dün kendisine yapılanın bugün Kürde yapıldığını yarın bu resmi suç örgütünün yine kendilerine karşı kullanılacağını bilmelidir. Bu resmi gerilla savaşının içinde Kemal Türkler'in öldürülmesinden, faşistlerle birlikte Maraş ve Çorum'da kitle katliamlarını kışkırtmaya, muhalif siyasetçi ve yazarlara suikast düzenlemekten 1 Mayıs meydanını kana bulamaya kadar çok çeşitli eylemler yer almaktadır.

Bugün TEKEL'den İtfaiye işçilerine, demiryollarından, okullara sokaklarda boy gösteren işçi ve emekçiler kontrgerillanın dağıtılması talebini yüksek sesle dillendirmek zorundadır. Özü işçi ve emekçi düşmanı olan kontrgerillanın, polisin ve MİT'in hangi kampın elinde olduğu bizler için önemli değildir. Her iki kampın da arkasına almaya çalıştığı işçi ve emekçi kitleler kontrgerillaya karşı net bir tutum alarak 1 Mayıs'ın, Maraş'ın, Kemal Türkler'in, Gazi Katliamı'nın, faili meçhullerin hesabını sormak için ayağa kalkmalıdır.