Kadınlar meclise ama... (İşçi Mücadelesi Sayı:22 - 23-08-2007)

Kadın temsil oranında rekor DTP’nin

Mecliste yer alan partiler arasında en yüksek kadın milletvekili oranı DTP’ye ait. Meclise Bin Umut çatısı altında giren DTP’li 22 milletvekilinden 8’i kadın, yani milletvekillerinin %36’sı kadın. Bu oran meclis ortalamasının da dört katına denk düşüyor. Kürt hareketinin ve onun içinde Kürt kadın hareketinin gelişimi düşünüldüğünde, aslında bu oranın tesadüf olmadığı da görülecektir. HADEP’ten başlayarak, DEHAP döneminde ve şimdi DTP çatısı altında kadınlar hem parti içinde giderek daha etkin bir konuma gelmişler, kadın sorunu partinin genel siyaseti içinde önemli bir yer kazanmış hem de katıldıkları seçimlerde kadınlar hep seçilebilir yerlerden üst sıralardan aday gösterilmiştir. Dolayısıyla ortada şaşırtıcı bir durum yok. Ama bu tablo karşısında “Kürtlerin geri kalmış, ilkel bir toplum olduğu, kadınların kölece bağımlı bir yaşam sürdükleri” türünden önyargılara sahip olanlar şaşırmış olabilirler tabii!

DTP’li kadın milletvekillerinin temsil oranı düzeyinin tek anlamı bu değil elbette. Diğer partiler ile karşılaştırıldığında DTP’li kadınlar, parti içinde yürüttükleri faaliyetler ile öne çıkarak aday listesinin üst sıralarında yerlerini almışlar, partilerinin yerleştirmesi yerine taban inisiyatiflerinin de etkisi ile aday gösterilmişler, böylelikle diğerlerinin aksine parti açısından bir “vitrin süsü” olmanın ötesine geçmişlerdir. Bununla birlikte DTP’li kadınlar, Kürt kadın hareketinin bazı siyasi eğilimlerini ne kadar eleştiriyor olursak olalım, kadın hareketinin önemli bir bileşeni konumundadırlar. Dolayısıyla onların meclisteki varlığı, bir mücadele dinamiğine dayanarak yükselmeleri bakımından da önem taşır. En önemlisi de, Kürt kadınlarının yaşadığı sorunlara ilişkin var olan yanlış yargıların tersine çevrilmesi, meselenin gerçek yüzünün ortaya çıkarılması açısından meclis kürsüsünün kullanılması da, özellikle Kürt kadınlarının mücadelesi açısından kayda değer bir fırsat olarak değerlendirilebilir.

Meclis aritmetiğine bakıldığında kadın milletvekili sayısındaki artışın doğrudan doğruya kadın kurtuluş mücadelesinin önünü açacak bir anlam taşımadığını ifade etmiştik. Bu durumun istisnasını bugüne kadar meydanlarda yürütülen mücadelenin sesini meclise taşıdıkları ölçüde DTP’li kadın vekiller yaratmaya aday olacaktır.

Kadınların ilk kez 1935’te meclise girdiği dönemden bugüne temsil edilme oranlarına bakıldığında, 18 seçim dönemi boyunca kadın milletvekillerinin oranı ortalama % 2.17’de kalmış ve 22 Temmuz seçimlerine kadar bu 18 dönem içinde toplam 186 kadın, milletvekili olarak meclise girmiş. Kadın milletvekili oranının en düşük olduğu dönem % 0.62 temsil oranı ile 1950-1954 dönemi iken, en yüksek olduğu dönem kadınların ilk kez meclise girdiği tarih olan 1935-39 dönemi. Milletvekillerinin % 4.51’ini kadınların oluşturduğu 1935 seçimlerinden sonra bu orana en çok 2002 seçimleri ile elde edilen % 4.4’lük temsil oranı ile yaklaşılmıştı. 22 Temmuz seçimleri ile birlikte kadın milletvekili sayısı 24’ten 51’e, temsil oranı da % 9.25’e yükselmiştir.

Bu sayısal artış esas olarak AKP’nin kadın milletvekili sayısındaki artıştan ve DTP’li bağımsız kadın milletvekillerinin meclise girişinden ileri geliyor. DTP’li kadın milletvekillerini ayrıca ele almak gerekir. Ancak AKP’nin bu seçim sonuçlarının ve bir önceki döneminin hem kendi içinde hem de CHP ile karşılaştırmasını yapmak, cumhurbaşkanlığı krizinin ardından gelen cumhuriyet mitinglerinin ve özellikle CHP’nin izlediği “kadın” siyasetinin ironisini ortaya çıkarmaya yetiyor. AKP’ye karşı özellikle “kadın hakları” konusu üzerinden bilinçli bir siyaset izleyen CHP, geçmiş dönemde 11 kadın milletvekili ile mecliste temsil ediliyorken, bugün bu sayı 10’a düşüyor! Belli ki CHP miting meydanlarında, propagandanın bir dizi anında vitrin süsü gibi öne sürdüğü kadınları seçilebilir yerlerden aday göstermeye değer görmemiş! Buna karşılık AKP ise, toplam milletvekili sayısı içinde % 3.8’lik oran ile 13 olan kadın milletvekili sayısını, 31’e böylelikle de oranını % 9’a çıkarıyor!

Meselenin bu ironik yönünü bir kenara bıraktığımızda, aslında bir bütün olarak kadın kurtuluş mücadelesine katkı anlamında sayısal artış dışında bir başarı olduğunu söylemek de pek mümkün görünmüyor. Zira daha önce de kadınlar daha kısıtlı oranlarda da olsa mecliste temsil edilmişlerdi ancak mücadeleye o kısıtlılık dahilinde bile ciddi bir katkı sağlanmamıştı. Çünkü zaten bu noktada esas belirleyici olan kaç kadının mecliste yer aldığından ziyade, bu kadınların meclise hangi dinamiklerden beslenerek taşındıklarıdır. AKP, CHP, MHP’den milletvekili olarak meclise giren kadınlar, bırakın kadın mücadelesinin içinden gelmeyi, seçim öncesinde parti teşkilatlarında bile yer almayan kadınlardır. İyi eğitim almış olmaları ve düzenin temsilcisi olma misyonunu taşıma potansiyelleri ile öne çıkmaları sonucunda parti yönetimleri tarafından seçilmiş kadınlardır. Kaldı ki burjuva partilerin kadın milletvekilleri açısından kadın kurtuluş mücadelesinin önünü açmak anlamında hangi program etrafında faaliyet yürüteceklerine dair net bir şey yoktur. Bugüne kadar, burjuva partilerinin temsilcileri olarak mecliste yer alan kadınlar hem bunun getirdiği sınıfsal konumlanışları hem de hakim ideolojiden kopmamaları sonucu kadın kurtuluş mücadelesinin önünü açacak bir pratik sergilememişlerdi. Bugün de sayıca artmış olmaları, partilerin kendi içinde üst sıraların görece daha fazla oranda kadınlara açılması kadar kısıtlı bir kazanımın ifadesi olmaktan öte bir anlam taşımayacaktır. Kadın sorunu yine düzen sınırları içinde, kapitalist düzen ile bağlarından kopartılarak ele alınacak, çözümler de bu sınırlı perspektifin dışına çıkamayacaktır. En azından bugün bunun aksini düşünmemize neden olacak bir durum söz konusu değildir.

Seks işçileri milleti temsil edemez mi?

22 Temmuz seçimlerinin adaylık başvuruları sırasında İstanbul 2. Bölge’den alışılmışın dışında bir ses, daha çıkar çıkmaz kısılmak istendi. Daha önce genelevde çalışan ve seks işçisi kadınların yaşadığı sorunlara dikkat çekmek için adaylık başvurusunda bulunan Ayşe Tükrükçü’nün bu girişimi, İl Seçim Kurulu tarafından “fuhuş yaptığı” gerekçesiyle önce reddedildi, fakat daha sonra Tükrükçü’nün yaptığı itiraz sonucu adaylığı kabul edildi. Elbette ekonomik ve sosyal faktörlerin basıncı altında, kapitalist sistemin çürümüşlüğünün en açıkça ortaya çıktığı koşullarda yaşamaya zorlanmış seks işçisi kadınların sorunlarının ön plana çıkarılarak vurgulanması, insanca yaşam ve çalışma hakkı taleplerine kulak verilmesini sağlamak bakımından Ayşe Tükrükçü’nün aday olması anlaşılabilir bir şeydir. Ancak, herkesin kendi bulunduğu noktada durarak mücadele içine girmesi, tekil sorunlar etrafında bunların kapitalist sistemle iç içe geçen yönlerini dikkate almadan tek bir alana sıkışmış ve birbirinden yalıtık mücadele başlıkları etrafında seferber olması tercih edilir doğru bir yöntem değildir. Bunu yerine, her sorunun kendi özgül yanlarını da dikkate alarak bütünsel bir mücadelenin yükseltilmesi için çaba harcamak gerekir. Elbette bundan bütünüyle bağımsız olarak, Ayşe Tükrükçü’nün adaylık başvurusu ve seçim çalışmalarında yaşadığı baskılar, engellemeleri kınıyoruz. Ayşe Tükrükçü, 1980’lerin ortalarında genelevlerin önüne giderek seks işçisi kadınlara sahip çıkan kadın hareketinin gösterdiği cürete benzer hatta daha öte bir cüret göstererek aday olmuş ve seks işçisi kadınların sesini duymak isteyenlere gücü yettiğince duyurmaya çalışmıştır. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kapitalist sistemin bu en çürümüş yüzlerinden birisinin teşhirine yönelik yükselen seslerin kısılmasına, mücadelenin engellenmeye çalışılmasına karşı çıkmak gerekir.