İşçinin ekonomik kriz rehberi (İşçi Mücadelesi gazetesi sayı: 30 - 19-04-2008)

O gün bir yatırım bankası olan Bear Stearns bir başka yatırım bankası olan J.P. Morgan Chase'e Fed'in bir operasyonuyla hisse başına 2 dolara satıldı. Oysa 2007'nin başında Bear Stearns'ün bir hissesinin Wall Street'teki değeri 200 dolardı! Yani bankanın hisseleri bir yıl içinde % 99 değer yitirmişti! Bunun bir satın alma işlemi olmadığı, ABD'nin beşinci büyük yatırım bankasının iflası olduğu açık değil mi? (Morgan Chase daha sonra fiyatı hisse başına 10 dolara çıkaracaktı.) Bu iflas tek bir bankanın iflası olmazdı. Çünkü bugünün kumarhaneye dönmüş kapitalist finans dünyasında bu banka peşinden bütün Wall Street'i, hatta bütün dünyayı sürükleyebilirdi. Bear Stearns'ün şu ya da bu şekilde taraf olduğu finans araçlarının toplamı 10 trilyon dolar idi çünkü. Bu da ABD'nin 14 trilyon dolar olan toplam ulusal gelirinin % 70'ine karşılık geliyor. The Economist'in neden dünya finans sisteminin "çöküş"ünden söz ettiği şimdi anlaşılıyor mu? ABD merkez bankası yetkililerinin neden Pazar günü evlerinde kahvaltı edemediği anlaşılıyor mu? Peki ne oluyor? Dünya ekonomisi ve tabii ona bağlı olarak Türkiye ekonomisi nereye gidiyor? Bunun işçi sınıfını, emekçileri ve ezilenleri ilgilendiren yanı ne? Anlamaya çalışalım.  

Çöküş tehlikesi nereden kaynaklanıyor?

2007'nin Temmuz ayından bu yana dünya finans sistemi sarsılıyor. Medya bunun ardında Türkçesi bir türlü bulunamayan "mortgage" sisteminin, yani borçlandırma yoluyla konut edindirme sisteminin olduğunu söylüyor. Başta ABD olmak üzere birçok kapitalist ülkede aslında borcunu ödeyemeyecek insanlara konut kredisi verilmiş. Sonra yatırım bankaları diye anılan ve bizim bildiğimiz ticari bankalardan farklı olarak hisse senedi ve tahvil işleriyle uğraşan bankalar bu insanların borçlarını almışlar, şimdilerde "türev" olarak bilinen bir menkul kıymet biçimine sokup ambalajlamışlar ve yeniden satmışlar. Konut kredisi alan yoksul işçi veya siyah aileler borçlarını ödeyemeyince, sadece konut kredisi işiyle uğraşan şirketler değil, aynı zamanda bu bankalar da zora düşmüş. Bu "türev" diye bilinen araçları sadece ABD bankaları değil Avrupa bankaları da satın almış olduğu için, bunların değeri çökünce hepsi zarar yazmaya başlamış. Şu ana kadar zarar hanesine yazılan bu tür yatırımların değeri 120 trilyon dolara ulaşıyor. Goldman Sachs adında bir yatırım bankasının hesaplarına göre, bu zararın 1,1 trilyon dolara kadar çıkması mümkün. Bunun ardındaki varsayım ABD konut piyasasında fiyatların % 25 düşeceği. Bunun neredeyse yarısı şimdiden gerçekleşmiş durumda: Son açıklanan rakamlara göre Ocak 2008'de konut fiyatları geçen sene aynı döneme göre % 11,4 gerilemiş. Demek ki yolun yarısındayız! 1,1 trilyon ise bu bankaların öz sermayesinin % 20'sine tekabül ediyor! Yani ABD ve dünya ekonomisi bir mali çöküş ve depresyon tehlikesini atlatmış değil. Sadece ertelemiş durumda.

Soru şu: Peki bu işler neden böyle çarşafa dolandı? Dünyanın en iyi işletme okullarında okumuş elemanlar istihdam eden bu bankalar, 250 yıllık kapitalist bankacılık deneyiminden sonra neden evinin borcunu ödeyemeyecek yoksul siyaha borç vermiş? Biz mahallede ya da işyerinde gelecekte borcunu ödeyemeyeceği az çok belli insanlara borç para veriyor muyuz? Koskoca bankalar neden veriyor? Onlar bizden daha mı aptal? Düzen medyası bu soruya pek cevap aramıyor. O zaman işçi sormalı: neden?

Aşırı kredi: Kapitalizmin bir yasası

Bugün olan biten yeni bir şey değil ki! Daha öncekileri bir yana bırakalım, bundan bir öncekine bakalım: 2001'de de borsa yeni teknoloji şirketlerinin değerlerini aşırı şişirmiş, sonra balon patlamış, ABD ve dünya ekonomisi krize girmişti. Bu sefer özel olan sadece balonun nerede şiştiği. Balon bu sefer gayrimenkul piyasasında şişti. Ama hep bir balon şişiyor, sonra balon patlıyor, ekonomi altüst oluyor, olan işçiye emekçiye oluyor. Peki neden böyle?

Kapitalizmde finans sistemi ana işlev olarak işletmelere kaynak sağlar. Ekonomi çapında üretilen artı-değerin (kârın) önemli bir bölümü, ücretlerin de küçük bir kısmı hemen kullanılmaz, tasarruf edilir. Bunlar iki şekilde işletmelerin kaynak ihtiyacını sağlar. Ya bankalar tasarrufları toplar ve bu parayı işletmelere kredi olarak verir, ya da tasarruflar işletmelerin hisse senetlerine ve tahvillerine yatırılır. Her iki durumda da tasarruf sahipleriyle işletmelerin arasına finans kuruluşları (ticari bankalar, yatırım bankaları, borsa aracı kuruluşları, sigorta şirketleri) girer. Peki, tasarruf sahipleri, ister büyük bir kapitalist şirket olsun, ister orta halli bir dul kadın, parasını işletmelere neden kaynak olarak aktarsın? Gelecekte ek bir para kazanmak için elbette. Ya bankadan alacağı faizle, ya da hisse senedinin temettüsü ve değer artışıyla. Öyleyse, bir ilk sonuca ulaşıyoruz: Her finans akımı, gelecekte üretilecek gelir akımlarından, yani artı-değerden (kârdan) alınacak bir pay içerir.

Ya gelecekte üretileceği düşünülen artı-değer üretilmezse? O zaman hem tasarruf sahibi, hem de bankalar avucunu yalar. Peki kapitalizmde böyle bir tehlike var mıdır? Hem de nasıl! Kapitalist ekonomi hep inişlerle çıkışlarla yürür: Büyüme dönemlerini durgunluk, hatta daralma dönemleri izler. Bunu bankacılar da herkesten iyi bilir. Ama işler iyi giderken piyasadan çekilmek zordur, çünkü bu kârdan vazgeçmek demektir. Oysa kapitalist işletmeler olarak bankaların tek bir amacı vardır: daha fazla kâr elde etmek. Bu yüzden işler iyi giderken her kapitalist daha fazla kâr elde etmek için her tür finansal araca (hisse senetleri, krediler, "türev" araçlar vb.) saldırır. Çünkü işlerin ne zaman bozulacağı belli değildir. Herkesin kendi çıkarının peşinde koştuğu, kimsenin planlamadığı, "anarşik" bir nitelik taşıyan piyasa ekonomisinde başka bir şey beklenemez. Sonra bir gün koşullar değişir. Deniz bitmiştir! Tasarruf sahibi tehlikeyi görünce bankaya koşar. Bankanın içi boşalır. Merkez Bankası bankayı kurtarmak zorunda kalır. İşte Bear Stearns! İşte Britanya'da kamulaştırılan Northern Rock! Hisse senedi sahibi hisselerini satar, borsa çöker. İşte İstanbul Menkul Kıymetler Borsası. Yıl başından bu yana % 27 değer yitirmiş durumda: Endeks 55 binlerden 40 binlere düştü!

Öyleyse, kapitalist finans piyasasında kredinin aşırı genişlemesi bir yasadır! Bu bugün gayrimenkul balonu biçimini alır, dün teknoloji şirketlerinin hisseleri balonu biçimini, yarın başka biçimi. Ama balonların patlaması, herkesin kendi çıkarının peşinden gittiği bir sistemin kaderidir. Hani şu piyasanın "görünmez el"i var ya!

Finansın ardında ne var? Dünya kapitalizminin uzun krizi

Kapitalizmin çelişkileri finans alanıyla sınırlı değil. Dedik ki, her finans akımı geleceğin artı-değerinden bir pay alma karşılığıdır. Öyleyse, finans bütünüyle üretime bağlıdır. Yani medyanın her gün kullandığı terimle "reel ekonomi"ye. Üretim olmasa paradan para kazanılamazdı. Bir de oraya bakalım, ne oluyor? Dünya kapitalizmi iki yüz elli yıldır uzun büyüme dönemlerini izleyen uzun kriz dönemleriyle ilerliyor. İçinde bulunduğumuz dönem, 1970'li yılların ortasında başlamış olan bir uzun kriz dönemi. Bunun nedeni, sermayenin bir çelişkisi: sermaye artı-değeri (kârı) işçinin emeğinden elde eder ama işçiyi daha fazla sömürebilmek için zaman içinde hep daha fazla makineye yatırım yapar. Sonunda daha çok makine, daha az emek kullanıldığı için daha az artı-değer üretilir, dolayısıyla bütün ekonomi çapında kâr oranı düşer. Sermaye sadece kâr için üretim yaptığından yeni yatırımlar yavaşlar, büyüme hızı düşer, işsizlik artar ve bir uzun kriz dönemi başlar. İşte dünya 1974-75'ten beri böyle bir dönem yaşamaktadır. Böyle kriz dönemlerinde ekonomide uzun süreli daralma, işsizlik, yoksulluk yaratacak bir depresyon hep kapıdadır.

Son otuz yılda yaşanan birçok krizin ve mali çöküşün ardında bu yatıyor. Dünya ekonomisinde 1974-75 ve 1979-81 daralmaları, 1982 borç krizi, 1987 New York Borsası çöküşü, 1990-91 dünya daralması, 1994 Meksika, 1997 Asya, 1998 Rusya, 2001 Arjantin ve Türkiye krizleri, 2001 dünya daralması, hepsi dünya çapında yatırım ve üretimdeki bu yavaşlamanın yarattığı genel ortamın bir ürünüdür. Bunların hepsi atlatılmıştır. Ama depresyon eğilimi sona ermemiştir. İşte şimdi dünya ekonomisi bu tür bir depresyon uçurumunun kenarında dolaşıp duruyor.

Peki bu nereye kadar devam eder? Uluslararası burjuvazi uluslararası işçi sınıfını yenilgiye uğratıp krizin yükünü onun sırtına yıkmayı ve böylece kâr oranını yeniden yükseltmeyi başarıncaya kadar! Yani sermayenin çelişkilerinden doğan uzun ekonomik krizin çözümü sınıf mücadelesi alanında yatar. Neoliberalizm ve "küreselleşme" taarruzu bunun için vardır. Özelleştirme ve sosyal hizmetlerin yıkımı bunun için vardır. Esnekleşme ve toplam kalite yönetimi bunun için vardır. Eğer krizin bedelini ödemek istemiyorsak, sermayenin bu saldırısına karşı, işçi ve emekçilerin bazen onlarca, bazen yüzlerce yıla yayılan mücadelelerinin ürünü olan kazanımları, hakları ve mevzileri korumak zorundayız.

İşte ekonomik krizden işçinin dersi budur: Sermaye sınıf mücadelesini yükseltiyor, sen de başka uluslardan sınıf kardeşlerinle birlikte kendi mücadeleni yükselt! Susma, çünkü sustukça sıra sana gelecek!