İşçiler gerçekten “tembel” mi? (08-01-2010)

Eğer özelleştirme yapılacaksa bunun altyapısı adalet duygusuyla süslenmiş söylemlerle hazırlanır: "Özelleştirilecek işletmeler verimsizdir, özelleştirilecek işletmelerde fazla istihdam vardır, işçiler çalışmamaktadır, hatta fazla ücret alıp devleti zarara uğratmaktadır". Böylelikle 577 TL asgari ücret alan işçiye hayali bir düşman yaratılır, işsize, işsizliğinin kaynağı olarak, işten atılmakla yüz yüze olan sınıf kardeşi gösterilir. Çektiği sıkıntının, Marksist deyimle katlanılan sömürünün nedenini işçi, kendisinden görece daha fazla ücret alan işçi kardeşine yüklemeye başlar.

 

İşte bu bağlamda, 24 gündür Ankara'da, özelleştirme dolayısıyla 4C denen güvencesiz, düşük ücretli kadrolara geçememek ve geçmişte elde ettikleri kazanımları koruyabilmek için eylemde bulunan Tekel işçileri de aynı basmakalıp kasıtlı suçlamalarla karşılaştılar. İlk önce başbakan Recep Tayyip Erdoğan o çok bilindik üslûbuyla "devletin malı deniz yemeyen domuz" devrini kapattıklarını, Tekel işçilerinin ise yan gelip yattıklarını, hiçbir şey yapmadan para aldıklarını ima etti. Başbakan hızını alamadı ve partisinin grup toplantısında 10 bin işçinin Tekel depolarında boş şekilde beklediğini söyledi. Dolayısıyla hak arama mücadelesinde olan Tekel işçilerini toplum gözünde hedef haline getirip haksız konuma düşürmeye çalıştı. Başbakanın bu üslûbuna Türkiye işçi sınıfı yabancı değil. Tayyip Erdoğan, 1 Mayıs 2008 öncesindeki Taksim gerginliği sırasında işçi düşmanlığını çok net şekilde dile getirmişti: Ayaklar baş olamazdı. Başbakan kendinden bekleneni yapmış, aslında malûmu ilân etmişti. Şimdilerde bu gerçeği, yani işçi düşmanlığını tekrar gözler önüne seriyor.

 

Kapitalist toplumun yarattığı kitlesel işsizliği, işçilerin açlık ve yoksulluk sınırı altında bir hayat sürmelerinin nedenini, yine emek gücünü satanların üzerine yıkıp işçileri birbirine düşman etmeye çalışmak sadece AKP hükümetinin marifeti değil. Onlar, olsa olsa, daha otoriter bir dil üzerinden yeniden kurdular cümlelerini, hatta orijinal bir söylem bile ortaya koymadılar. Neo-liberal ekonomi politikalarının en şiddetli rüzgârlarının estiği 1990'larda yapılan tüm özelleştirme uygulamalarında bu söylemler hükümet temsilcileri, gazeteler ve burjuva aydınlar tarafından ortaya atıldı. Maden işçileri, Makine Kimya Endüstrisi işçileri ya da 40'lı yaşlarında "erken" emekli edilen işçiler hedef tahtasına oturtuldu. Ama kimse özelleştirmelerin en önemli sonucu olan, özelleştirilecek işletmelerdeki sözde "fazla" istihdamın ortadan kaldırılması uygulaması için işçilerin zorla  emekli edildiğini, istihdam şekillerinin değiştirildiğini ve işlerinden atıldığını dile getirmedi. 2001 krizi ertesinde, kamu personeli sayısının azaltılmasının ekonomik krizi önleyeceğine ilişkin anketler yapan Milliyet gazetesini hangi saiklerle bu anketleri yaptığından bahsetmedi. O anket, çok manidar bir biçimde Milliyet gazetesinin internet sitesinde durmaktadır. Şimdilerde de siyasal İslâmcı gazetelerde, ana akım medyada Tekel işçileri için 4C'nin ne kadar iyi bir kadro olduğu, zannedildiği gibi çok büyük hak kayıplarının olmayacağının altı çiziliyor. Hatta boş yere eylem yaptıkları iddia ediliyor.

 

Siyasal İslâmcı burjuvaziyle batıcı-laik burjuvazinin sınıf refleksleri, onları işçilere karşı ortaklaştırmakta. "İşçiler tembel, memurlar boş yere maaş alıyor"; sonuç olarak, özel sektör iyidir; piyasa her şeye muktedirdir; işten atmalar kaçınılmazdır. Önce kötüleştir, sonra özelleştir ve işçileri işlerinden mahrum bırak.

 

Tekel İşçileri direnişine karşı geliştirilen egemen söylemlerde bir yenilik yok. Tam tersi bir süreklilik var. Bu manipülâsyonlar ancak, tüm burjuva kanatlardan bağımsız ekonomik ve politik bir mücadeleyle boşa çıkartılabilir. Yükselen mücadele, kendi kaderini Tekel işçisinden ayıran diğer işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin kurtuluşlarının birlikte olacağı bilincini ortaya çıkaracaktır. Başbakan; "10 bin Tekel işçisi çalışmadan para alıyor" dedi. Buna en güzel cevabı yine Tekel işçisi olan Müzeyyen Bayar veriyor: "Bu nasırlar yan gelip yatmaktan olmadı, 80 derecede yıkanmış tütünü henüz sıcakken işlemekten oldu."