İşçi sınıfı olmadan Üçüncü Cephe olmaz! (İşçi Mücadelesi - 11-06-2007)

Birinci şart, AKP’nin seçimlerden meclisin üçte iki çoğunluğunu alarak birinci parti olarak çıkmasına engel olmak. Milyonlarca darbe taraftarı bu amaca hizmet edebilmek için sokaklara döküldü. Bu amaç doğrultusunda CHP ile DSP, DYP ile ANAP, apar topar birleşme girişimlerine başladı. CHP-DSP birleşmesi umulanın altında bir heyecan yaratırken, DYP ve ANAP’ın birleşme projesi daha gerçekleşemeden iflas etti. Bu ikilinin, başarısızlığı nedeniyle kaybedeceği oylar bir yandan MHP’ye, diğer yandan AKP’ye akacak.

Batıcı-laik kanat, muhtıranın gücünü arkasına alarak zaten 1-0 önde başladığı seçim çalışmalarında daha şimdiden hüsran yaşıyor, AKP’nin önünü kesme girişimleri başarısızlık işaretleri veriyor. Bu işaretler arttıkça laik kanadın partilerinin oyunbozanlığı da artacak, AKP’nin önünü kesmek için her türlü hileye, yalana, dolana başvuracaklar. Bütün bunlara rağmen, seçim günü yaklaştıkça, AKP’nin birinci parti olma ihtimali belirginleştiği takdirde, birinci şart yerine getirilemiyor demektir. Bu da, seçimler yapılamadan bir askeri darbe ihtimalini gündeme getirir.

Seçimler yapılabilirse de, AKP’nin birinci çıkmasıyla, aynı ihtimal 23 Temmuz sabahı gündeme gelecektir. Dolayısıyla yeni meclis hiç toplanamayabilir bile!

İkinci şart ise Kürt hareketinin temsilcilerinin meclise girmesine engel olmak. 1993’te DEP’lilerin kovulduğu meclise 2007’de Kürt milletvekillerinin yeniden girişi, burjuvazi ve devlet tarafından, ama özellikle de TSK tarafından bir yenilgi olarak algılanacak. Buna engel olmak için ellerinden geleni artlarına koymayacaklar. Bugünden on binlerce askerin yığınak yaptığı Kürt illerinde serbest seçim ortamının mevcut olmayacağı açık. Kürt adaylar muhtemelen büyük baskılarla yüz yüze gelecekler. Böyle bir ortamda bir de TSK’nın Kuzey Irak’a operasyon yapması halinde Kürt milletvekili adaylarının seçime katılmalarının koşulları tamamen ortadan kalkabilir.

Her şeye rağmen Kürt adayların belirli bir bölümü meclise girmeyi başardığı takdirde ise meclis kapısından girdikleri andan başlayarak büyük baskılarla ve tehditlerle karşı karşıya kalacaklar.

Burjuvazinin düzeninde hiçbir seçim, gerçek bir seçim, yani halkın çoğunluğunun iradesinin bir yansıması niteliği taşımaz. Çünkü basın-yayın, propaganda olanakları tümüyle burjuvazinin temsilcileri lehine işler, polisi ve askeriyle devlet, ezilenlerin temsilcilerinin önünü tıkama yönünde önlemlerini alır. Bir kez seçim yapıldıktan sonra ise, seçilenler geri çağırılamadığı için, halk, boş vaatlerle oy alıp bunları yerine getirmeyen burjuva partilerinden hesap soramaz.

Ancak önümüzdeki seçimler, bu sınırlı anlamıyla dahi demokratik bir nitelik taşımıyor. Parlamento da dahil düzenin bütün ana bileşenlerini vesayeti altında tutmak isteyen TSK, yayınladığı muhtırayla daha yapılmadan seçimlere müdahale etmiş oluyor.

Bu koşullarda solun büyük bir bölümü önümüzdeki seçimlerin bu genel bağlamını göremeyerek, sanki tek büyük sorun, %10’luk seçim barajıymış gibi davrandı. Temel amacı Kürtlerin temsilcilerinin meclise girişine engel olmak olan %10 barajını hedef almak elbette anlamlıydı. Ancak bu noktaya saplanıp kalmak, bağımsız adaylar yoluyla bu engel bir kez aşıldıktan sonra, sorunun büyük ölçüde ortadan kalkacağı gibi bir yanılsamaya yol açtı. Parlamentarist hayallerle de birleşen bu yanılsama sonucunda sosyalist hareketin büyük bölümü, hem mevcut siyasi durumu, hem de bu durumun önüne koyduğu görevleri neredeyse tamamen yanlış değerlendirdi. Bu parti ve hareketler, işçi sınıfını ve emekçileri burjuvazinin iki cephesinden koparma görevi gün gibi açık hale geldiği halde, bu görevden yan çizdiler. Büyük bölümü umutlarını, düzen odakları dışında tek kitlesel desteği elinde tutan Kürt hareketine bağlarken, bir bölümü de orta sınıfların, burjuvazinin iki cephesinin peşine çoktan takılmış büyük bölümlerinden geriye kalan, küçük bir azınlığına bağladı. Böylece toplumun, Avrupa Birliği’ne girme umudu ve isteğini büyük ölçüde koruyan kesimlerinin desteğiyle meclise girmeyi temel politik yöneliş haline getirdiler. Hem Kürt hareketini, hem de AB’ci orta sınıfları rahatsız edebilecek, ama öte yandan Türkiye işçi sınıfına hitap eden bir programa yaslanmayı reddettiler. Kısacası, işçi sınıfına yaslanmadan, bir üçüncü cephe kurabileceklerini zannettiler.

Böylece bağımsız adayların kimler olacağının belirlenmesi konusunda inisiyatifi tamamen Kürt hareketine bıraktılar. Buna karşılık Kürt hareketi de, daha önceki seçim blokları sırasında sınırlı ölçüde de olsa kazanılmış olan ortak davranma usullerini bütünüyle bir kenara bırakarak adayları kendi başına belirledi. Yalnızca ÖDP, EMEP ve SDP’ye sınırlı kontenjan ayırarak “sus payı” verdi.

Gelinen noktada, ortada ne bir seçim bloku vardır, ne de bu blokun bir parçası ve ara aşaması olacağı bir Üçüncü Cephe.

Oysa, en başta AKP ve MHP’nin alacağı oylara bağlı olarak bir tarafta darbe tehlikesi, diğer tarafta faşizm tehlikesi karşımızda durmaya devam ediyor. Kürt halkının ve onların temsilcilerinin çok büyük baskılarla karşılaşması, Kuzey Irak’a bir operasyon yapılması ihtimalleri orta yerde duruyor. Dolayısıyla, işçi sınıfını ve emekçileri, burjuvazinin iki cephesinden kopararak kendi bağımsız cephesi etrafında toplama ve Kürtlerle buluşturma görevi de tüm yakıcılığıyla varlığını sürdürüyor.

Bu noktadan sonra yapılması gereken, sosyalist hareketin şu şartlarda mümkün olan en geniş kesimlerinin, işçi sınıfının ve emekçilerin çıkarlarına hitap edebilecek bir program hazırlayarak, kendi bağımsız adaylarıyla ortak bir seçim kampanyası etrafında bir araya gelmesidir. İşçi Mücadelesi bu doğrultuda çalışmaya çoktan başlamış bulunmaktadır!