İMF dünyadan defol! (Sungur Savran - 05-10-2009)

Doğal olarak, bütün toplumun dikkati bu ikili üzerine toplandı. İşçi sınıfı içinde ve emekçi halk katmanları arasında İMF-DB'nin adını duymuş olanlar arasında bile bunların ne iş yaptığını, ilişkiye girdikleri ülkeler üzerinde ne gibi operasyonlar düzenlediklerini bilmeyenler çok. Bu bakımdan, gerek DİSK-KESK-TMMOB-TTB dörtlüsünün, gerek İMF-DB karşıtı Birlik'in, gerekse başka platformların eylemleri, toplumun ve emekçi sınıfların dikkatini bu uluslararası örgütlerin doğasına çekmek bakımından son derecede olumlu bir işlev görüyor. Biz Devrimci İşçi Partisi Girişimi olarak her iki platformun eylemlerine de destek veriyor, mücadelenin içinde yer alıyoruz.

Ama bir yandan sokaklarda ortak mücadele verilirken, bir yandan da bırakalım geniş kitleleri, mücadelenin önünü çekenlerin dahi tam kavrayamadıkları meseleler, yani İMF ve DB'nin işlevleri ve bunun emperyalizmin günümüzdeki özellikleri bakımından ne anlama geldiği konusunda bir açıklığa da ihtiyaç var. Bu yazıda, ayrıntılara hiç girmeden, ileri sürdüğümüz görüşlere dayanak olan argümanları ancak en özet halinde sunarak bunu yapmaya çalışacağız.

Olmayan dünya devletinin organları

İMF ve DB 1944 yılında, İkinci Dünya Savaşı sonrası emperyalist-kapitalist dünya ekonomisinin mimari yapısını oluşturan Bretton Woods antlaşmasıyla kurulmuş olan iki uluslararası finansal örgüt. Bunların dünya sistemindeki yeri 1970'li yılların başlarında doların altına konvertibilitesi kaldırıldığında somut yönleri bakımından bir değişiklik geçirmiş olsa bile, özünde aynı kalıyor. İMF'nin resmen tanımlandığı biçimiyle görevi, uluslararası ödeme sistemindeki tıkanıklıkları ortadan kaldırmak, biraz daha somut olarak söylenirse, uluslararası ödemeleri bakımından güçlüğe düşen ülkelere belirli ekonomi politikaları benimsemesi karşılığında yeşil ışık yakarak uluslararası finans sisteminden kredi sağlanması yoluyla ödeme güçlüklerini aşmasını sağlamaktır. Dünya Bankası'nın görevi ise çok daha sınırlı ve ikincildir: Yoksul ülkelerde kapitalizmin gelişmesinin ve emperyalizmle bütünleşmesinin gerektirdiği bir takım altyapı ihtiyaçlarının karşılanması ve yoksulluğun aşırı uçlarının törpülenmesi için, piyasa faizinden düşük oranda faizlerle, proje temelli kredi açmaktır. 1980'li yıllardan itibaren, neoliberal ekonomi politikalarının dünya çapında büyük bir yükseliş göstermesi ile birlikte, DB'nin emperyalizme bağımlı ülkelerdeki işlevlerine, artık en önemli işlevi haline gelmiş olan bir üçüncüsü katılmıştır: "Yapısal Uyum Kredisi" adı verilen bir kredi türüyle, emperyalizme bağımlı ülkelerde neoliberalizmin gereklerinin yerine getirilmesini (özelleştirme, metalaştırma, kuralsızlaştırma vb.) sağlamak.

Bu iki örgüte, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan GATT'ın (Ticaret ve Tarifeler Genel Anlaşması) varisi olan Dünya Ticaret Örgütü'nü (DTÖ) de katarsak, kapitalizmin uluslararası ekonomik işleyişinin en önemli kurumlarını, varolan bütün öteki uluslararası kuruluşlardan ayırmış oluruz. Bunlara emperyalist kapitalizmin "ekonomik troykası" (üçlüsü) adını vermek yanlış olmaz. Troyka'nın dünya sistemi içindeki yerini daha genel terimlerle tanımlamaya geçmeden önce, 1990'lı yılların, yani neoliberal dönemin ürünü olan DTÖ'nün işlevinin de dünya ticaretini adım adım liberalleştirmek olduğunu ekleyelim.

Troyka, var olmayan bir dünya devletinin ekonomik organlarını oluşturur. Bununla ne demek istediğimizi kısaca açalım. Kapitalizmin 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren girdiği ve günümüzde bütün temel özellikleri daha da olgunlaşarak devam eden emperyalist çağının bir ürünü, dünya ekonomisidir. Sermaye, tarihsel gelişimine, parçalanmış feodal birimleri tek bir ulusal devlet bağrında bütünleştirerek başlamışken, emperyalizm çağıyla birlikte, üretici güçlerin gelişmesinin tek tek ülkelerin sınırlarını aştığı, üretim ilişkilerinin de uluslararasılaştığı bir dünya ekonomisi kuruyordu. Ne var ki, sermayelerin çokluğunun yol açtığı uluslararası rekabet, ulusal devlet sınırları içinde gelişen her sermaye grubunun kendi ulusal devletine yaslanması ve uluslararası rekabette onunla el ele vermesi ile birleşince, ortaya patlayıcı bir çelişki çıkıyor. Dünya ekonomisinin bütünleşmesi, ekonominin çelişkilerini yönetecek ve geçici olarak da olsa bunların üstünü örtecek bir uluslararası otoriteyi, bir dünya devletini gerekli kıldığı halde, sermayenin çokluğu ve bölünmüşlüğü, ulusal devletlerin ortadan kalkmasına ve bir dünya devletinin kurulmasına olanak tanımıyor. Sermayenin bu büyük çelişkiye 20. yüzyıl sonunda bulabildiği tek kısmi çözüm, en ileri ifadesini Avrupa Birliği'nde bulan kıtasal devletler açılımıdır. Ama Avrupa Birliği ulusal devletlerin ilgası değil, (eğer çökmezse) daha küçük ulusal devlet birimlerinin daha büyük bir ulusal devlet biriminde (Avrupa "ulusu") birleşmesidir. Ulusal devletler kapitalizme bir ölçüde ayak bağı oluyor, ama kapitalizm bunları aşamıyor. Bu açıdan bakıldığında, "küreselleşme" teorisi ulusal devletlerin ortadan kalktığı iddiasıyla emperyalist çağ kapitalizminin en büyük çelişkilerinden biri olan bu sorunun, gerçek dünyada çözülemeyen bu sorunun, düşünce dünyasındaki hayali çözümünü oluşturuyor.

Çok sayıda sermayenin ürünü olan çok sayıda devletin ortaya çıkmasına engel olduğu dünya devletinin yokluğunda, belirli alanlarda uluslararası ekonomik düzenleme ihtiyacını troyka üstleniyor. İMF, DB ve DTÖ, olmayan bir bedenin kolları bacakları gibidir. Buradaki eksiklik, devlet iktidarının eksikliğidir. Bu olmayınca, troyka dünya devletinin görevlerini üstlenir, ama bunlara hakim olan güç ulusal devletlerdir, en başta ABD, sonra AB ve Japonya'dır. Kapitalizmin dünya çapındaki ihtiyaçlarına tekil ulusal devletlerin hakimiyetindeki örgütlerin cevap veriyor olması, kapitalizmin bu büyük çelişkisinin hükmünü sürdürmesinden başka bir anlam taşımaz. Öyleyse, troyka'nın varlığında dahi, kapitalist dünya ekonomisi ile ulusal devletlerin çelişkisi varlığını sürdürüyor.

Troyka'nın emperyalist ve sınıf hakimiyeti karakteri

Yukarıda, İMF, DB ve DTÖ'nün işlevlerini, bunları kuran iradenin, yani emperyalizmin bakış açısından tanımladık. Bu işlevlerin elbette bir gerçekliği var. Ama bunu yerine getiriş biçimleri, kaçınılmaz olarak bunların ardındaki devlet iktidarının sınıf karakterini yansıtıyor. Bu yüzden de bunlar kendilerini dünya ekonomisini düzenleyen teknik kurumlar olarak olarak sunmakla birlikte, aslında emperyalizmin politikalarını güden ve sermayenin dünya çapında işçi sınıfına ve emekçilere karşı mücadelesinin aracı olan kurumlar. Biz burada konuyu İMF ile sınırlayacağız.

İMF, yoksul ülkelerin ekonomilerini korumak ve geliştirmek amacıyla kullanabileceği bütün araçların teker teker tasfiyesini sağlama çabasıyla bu ülkelerin emperyalizmin talep ettiği yapıya dönüştürülmesinin doğrudan bir aracıdır. Bunun yanı sıra, finans kapitalin haciz memuru rolünü üstlenmiştir. Ödemeler dengesi krize giren ülkelere dayattığı ekonomi politikaları, bu ülkelerin emperyalist bankalara ve diğer finanas kurumlarına olan borcunun ödenmesini garanti altına almayı temel bir hedefi olarak benimser. Böylece, İMF uluslararası bankaların çıkarlarını idare eden bir memur rolünü üstlenir. Daha da ötede, Osmanlı'nın uluslararası finans sistemine olan borçlarını tasfiye etmek için bütün mali kaynaklarına el koyan Düyun-u Umumiye'nin dünya çapında yeniden üretilmesidir.

Ne var ki, İMF sadece ezilen uluslar, halklar ve devletler üzerinde bir baskı aracı değildir. Aynı zamanda, uluslararası burjuvazinin, emperyalizme bağımlı ülkelerin işçi sınıfı ve emekçilerine karşı bir taarruz aracıdır. Bunun çeşitli dışavurum tarzlarını ortaya koymak mümkündür. Biz iki ana konu üzerinde duracağız.

Birincisi, İMF'nin ödemeler dengesi güçlüğüne düşmüş ülkelere dayattığı politikalar, hiçbir kuşkuya yer olmaksızın, işçi ve emekçi sınıfları yoksullaştırmayı, ücretlerini kısmayı, sosyal harcamaları azaltmayı, günümüzde bunların üstüne neoliberal gündemde işçi ve emekçilerin mevzilerine yönelik ne kadar saldırı varsa, bunları, vereceği kredinin bir koşulu olarak dayatmayı içerir. Burada, İMF'nin var olmayan dünya devletinin bir organı olarak, o dünya devletinin sınıf karakterinin temel özelliğini taşıdığını görüyoruz. Bu anlamıyla İMF'nin işçilere, emekçilere, yoksullara yaptığı taarruz, dünya çapında bir burjuva devletinin uluslararası işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin bir ulusal bölüğüne karşı bir saldırısı olarak görülebilir.

İkincisi, solda genellikle görmezlikten gelinen, İMF'nin haciz memuru rolünün ardında gizlenen bir noktadır. Gerçek sınıf hakimiyeti aracının ulusal devletler olduğu bir dünyada, İMF emekçi halk kitlelerinin gözüne, bu devletlerin üstünde veya dışında, kemer sıkma programlarının uygulandığı tekil ülkelerden çok uzakta, tavsiyeleri bütünüyle "teknik" öneriler gibi sunulan soyut bir kuruluş gibi görünür. Dolayısıyla, kemer sıkma, belirli hakların tırpanlanması, neoliberal uygulamalar, İMF'nin ünlü "koşullar"ının bir ürünü olarak göründüğü ölçüde, emekçi halk tarafından, bir bakıma insan iradesinden bağımsız, bütün toplumun ve o toplumu oluşturan sınıfların hep birlikte sıkıntısını paylaştığı, kaçınılmazlık halesiyle damgalanmış bir teknik paket gibi kabul edilir. Burada ortaya çıkan yanılsamanın kime yaradığı belli: Söz konusu ülkenin burjuvazisi ve onun hakimiyet aracı olan devlet (ve hükümet), uygulanan işçi-emekçi düşmanı politikalardan sorumlu görülmez. "Milletçe" bir fedakârlık yapıyoruz atmosferi her yere yayılır. Oysa bu durum gerçekliğe hiçbir biçimde karşılık vermez. Başta tekelci sermaye olmak üzere, burjuvazi, İMF'nin işçilerin ücretlerinin, kamu emekçilerinin maaşlarının sınırlı tutulmasına, özelleştirmenin, kuralsızlaştırmanın yaygın olarak uygulanmasına taraftardır. Daha da ötesi, örneğin Türkiye burjuvazisi söz konusu olduğunda, bütün bunlar tam da bu sınıfın 1980'den (24 Ocak ve 12 Eylül) bu yana işçi sınıfına karşı kalkıştığı taarruzun, yani sınıf mücadelesinin konularıdır. Bu durumda, bu taarruza İMF kadar derinden politik meseleleri teknik meseleler gibi sunan, İMF kadar güçlü bir müttefikten daha iyisini bulmak mümkün müdür? Aslında, kimin kimden daha çok yararlandığı bile belli değildir! Evet, İMF bir yandan emperyalist bankaların alacaklarını tahsil edilmesini sağlayan bir aktördür; evet, İMF'nin emperyalizme bağımlı ülkelere "dayattığı" (dayattığı sözcüğünü neden tırnak içine aldığımız açıktır, öteki tarafta bunlara bütünüyle katılan güçler vardır çünkü) liberalleşme önlemleri, emperyalist finans kapitalin dünya çağında serbest hareketine bir katkıdır. Ama bu ikincisi daha da dolaysız biçimde Türkiye burjuvazisinin çıkarınadır.

Bütün bunlardan çıkacak sonuç açıktır: İMF-DB-DTÖ troykasına "onlar" ve "biz" olarak bakılamaz. İMF'nin (ve ötekilerin) bütün operasyonları baştan aşağıya sınıf mücadelesidir.

Kriz karşısında İMF

1930'lu yıllardan sonra kapitalist dünya ekonomisi ilk kez bir büyük depresyonun sarsıntılarını yaşıyor. Kimileri son dönemde dünya çapında büyüme rakamlarındaki ve finans piyasalarındaki toparlanmaya bakarak, krizin sona erdiği türünden kolaycı sonuçlara ulaşadursunlar. Bu bir "büyük depresyon"un ne olduğunun bilinmediğinden başka bir şey göstermiyor. Büyük depresyonların uzun yıllara yayılan durgunluğu içinde kısmi toparlanmalar bütünüyle mümkündür. Dünya kapitalizmini 2007-2009 sarsıntısına getiren dinamikler ortadan kalkmadıkça, büyük depresyon olasılığının atlatıldığını söylemek mümkün değildir. Bu dinamikleri incelemek bu yazının konusu değil. Biz şimdi krizin İMF ve daha genel olarak troyka ile ilişkisine dönelim.

Bu konuda uzun uzadıya bir şeyler söylemek gereksiz. 2007'de başlayan, 2008'de dünyayı sarsan, 2009'da hüküm süren kriz, neoliberalizmle birlikte troyka'nın da ideolojik iflası olmuştur. Çünkü troyka başından beri "serbest piyasa" dininin dünya ekonomisindeki esas sözcüsü olmuştur, 80'li yıllardan beri de neoliberalizmin başlıca sözcüsü. İflasın kanıtı, sadece krizin troyka'nın sevgili "serbest piyasası"nın çelişkilerinin bir ürünü olması ya da "küreselleşme" ideolojisinin çöküşü anlamına gelmesi değildir. İMF'nin kendi faaliyet alanında meydana gelen toprak kayması ile bile açıkça ortaya çıkmıştır: Daha 10 yıl önce 1997 Asya krizinde İMF Asya ülkelerine neoliberal acı reçeteler önerir ve krizde yükselen işsizlik ve yoksulluk karşısında maliye politikalarına başvurulmasını (yani en önemlisi devlet harcamalarının arttırılmasını) engellerken, bugün bütün emperyalist burjuvazi ile birlikte "canlandırma paketi" taraftarı olmuştur!

Öyleyse, İMF'ye ve ötekilere kriz konusunda sadece bir istatistik kurumu ve piyasa analisti olarak önem vermek mümkündür. Troyka'nın politika önerilerini ciddiye almak bile mümkün değildir.

"Yeni bir İMF" mi?

Büyük kriz karşısında büyük bir iflas yaşayan neoliberal kurumlar ve ideologlar, çareyi eski pozisyonlarından bir ölçüde geri çekilmeye yöneldiler. Bundan en az iki bakımdan yarar umuyorlar. Birincisi, yitirdikleri itibarı yeniden kazanmayı umuyorlar. "Değişime adapte olmayı" fetiş haline getiren neoliberaller için, kendi dünya görüşlerine ve kurumlarının bütün varlık nedenine aykırı yöndeki bir değişime de bu kadar çabuk adapte olmak doğrusu hayranlık verici! Ama ikincisi daha önemli ve hayranlığımızı büyük ölçüde ortadan kaldırıyor: Neoliberal kurum ve ideologların kriz ortamında benimsediği yeni yöneliş, ikincil konularda bazı dersler çıkarmış gibi görünerek eski yönelişlerinin esasını, özünü, çekirdeğini muhafaza etmeyi hedefliyor.

Bu taktik şimdi İMF'nin halkla ilişkilerinde de görülüyor. Bilgi Üniversitesi'nde Bağdat'taki Bush gibi pabuçla karşılanan Dominique Strauss-Kahn, çeşitli saçmalıklar arasında şunu da söyledi: "Biz değiştik ama değiştiğimizi anlatamamışız demek ki. Bu bizim suçumuz." Yani, İMF'nin yeni bir kimliği varmış, eğer Mösyö Strauss-Kahn ve arkadaşları bunu dünyaya iyi anlatabilselermiş, Mösyö'ye pabuç fırlatılmayacakmış!

Bu "yeni İMF" fikrinin propagandasını son dönemde en yaygın olarak eski Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş yapıyor. Hem NTV televizyonuna hem de Hürriyet gazetesine verdiği demeçlerde, Derviş'e İMF sorulduğunda, eskisi hakkında açık bir cümle kullanmamakla birlikte hep "yeni İMF farklı" temasını işliyor. Strauss-Kahn'a pabuç atılması sorulduğunda,  o konuda hiçbir şey söylemeden, muhabirin devam eden konuşmasının içine defalarca "yeni...yeni...yeni..." diye girerek, "yeni İMF"nin bunu hak etmediğini ifade ediyor. Derviş'in Türkiye ekonomisinin bir önceki büyük krizi (2001-2002) sırasında oynadığı tümüyle "eski" İMF rolü hatırlandığında, kendini "eski"den ayrıştırma çabası hiç ikna edici değil. (Üstelik Derviş Türkiye'ye Dünya Bankası Başkan Yardımcılığından gelmişti! Yani kendisi uzun yıllar boyunca "eski"nin tam bir temsilcisiydi.) Derviş ikna edici değilse, İMF hiç ikna edici değil!

İMF'nin yeniliğinin ne olduğunu bize zaman gösterecek. Ne Derviş ne Strauss-Kahn, İMF'yi halkın pabucundan kurtaracak bu yeniliğin ne olduğunu anlatmıyorlar. Strauss-Kahn İstanbul toplantısının çok önemli olduğunu söyleyerek bir takım yenilikler ima ediyor. Göreceğiz.

Ama nasıl bir şey göreceğimizin ipucunu Derviş veriyor. Kendisine gelecek için nasıl bir strateji önerdiği sorulunca, "ben sosyal demokratım, dolayısıyla..." diyor ve ekliyor: "Piyasa tek başına bütün sorunları çözemez." Bu söylenenler, İMF hakkında bir şeyler anlatmak yerine, Derviş'in Türkiye politikasına girme niyetlerini ortaya koyuyor. Ama biz İMF hakkında söylenenlere bakalım. Formüle dikkat edin: "Tek başına". Yani piyasa asıldır, yalnızca eksiğini gediğini kapatmak gerekir. İşte İMF, troyka ve neoliberal ideologların taktiği! "Serbest piyasa"nın merkezi konumunu muhafaza edebilmek için şimdi "yalnızca piyasayla olmaz", "piyasanın aksaklıklarını gidermek gerekir" deyip duracaklar. Kriz olduğunda kısmen devlet harcamalarının artışına izin verecekler. Aile başına 50 ya da 100 TL laik sadaka verecekler. Hepsi bu! Gerisi "serbest piyasa" ve kapitalizm! Tek başına bütün sorunları çözemez dediysek, başka yol var demedik ya!

Bu arada, Derviş'in "ben sosyal demokratım" demesine benzer biçimde, Strauss-Kahn da "ben hâlâ sosyalistim" demiş. Sevsinler! Onun sözünü ettiği "Sosyalist" Parti, Fransa'da neoliberalizme dönüşü 1981-1995 ve 1997-2001 arasında baştayken yönetmiş olan partidir. Bütünüyle burjuvazinin bir partisi haline gelmiş, adından başka hiçbir sosyalistliği kalmamış bir partidir. Strauss-Kahn ise bu partinin yolsuzluk skandallerine karşımış, bu yüzden bakanlığı terk etmek zorunda kalan bir eski bakanıdır. Zaten en ilkeli sosyalist olsa ne olur ki? Dünya işçi sınıfının düşmanı İMF'yi yönettikten sonra. Strauss-Kahn, "ben hâlâ sosyalistim" dedikten sonra, belki "peki İMF'nin başında ne işiniz var?" diye sorulduğu için, belki de bu sorunun zaten herkesin aklına geldiğini fark ederek, "Burada işimi yapmaya çalışıyorum" demiş. İşi dünya çapında işçi sınıfına ve emekçilere saldırmak olan biri nasıl "sosyalist" olabilir?

Şimdi "STK'lar" arasında da bu "yeni İMF" ideolojisinin propagandasını yapmaya başlayanlar olacaktır. İşçi sınıfı hareketinin, solun ve bütün toplumsal muhalefetin bu ideolojik atak karşısında son derecede uyanık olması gerekiyor.

Başka yol var!

Dünya kapitalizminin, nasıl gelişeceği henüz hiçbir biçimde belirlenmemiş olan derin bir krizle boğuştuğu bir dönemde, "güler yüzlü İMF" yutturmacasına kanmak, işçi sınıfı ve emekçiler için bir intihar olur. Seçimimiz, "dizginsiz piyasa" ile "açıkları kapatılacak piyasa" arasında değildir. İMF, DB ve DTÖ, ister ilk yöntemle ister ikincisiyle çalışsın, sürdürdüğü, emperyalist kapitalizmin bütün dünyanın işçilerine karşı saldırısıdır. Bu saldırıya karşı örülecek mücadele başlangıçta savunma düzeninde olmak zorundadır. Üstünlük hâlâ onlardadır. Şimdilik sendikalar, sosyalist hareket, devrimci demokrat hareket işe sokaklarda protesto ile başlayacaktır. Ama mücadele geliştikçe, krizin derinliği önümüze kapitalizmin mantığının tümüyle sorgulanmasını getirecektir.

Bu sorgulama, bizi kaçınılmaz biçimde özel mülkiyette gedikler açıldığı ve üretimin ve dağıtımın planlandığı bir ekonomiye yönlendirecektir. Piyasa yalnızca planın bir aracı haline gelene kadar geriletilecektir, sonunda da sönümlenecektir.

Bunu sadece ulusal planda gerçekleştirmek mümkün değildir. Troyka emperyalist sistemin aracıdır. Emperyalizm bir dünya sistemidir. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde işçi ve emekçileri ezmektedir. O zaman kurtuluş uluslararası düzeyde olacaktır. Belki tek bir ülkede başlayacak, bir süre soluklanacak, sonra başka ülkelere sıçrayacaktır. Ama bütün dünyanın işçileri ve emekçileri bu mücadelede müttefikimizdir, yoldaşımızdır.

Bugün "İMF ve DB, Türkiye'den defol!" sloganı doğru olabilir, çünkü somut olarak yıllık toplantılar burada yapılmaktadır. Ama İMF'ye karşı gerçek şiar onu yeryüzünden bütünüyle silmeye yönelik bir programı ifade etmek zorundadır: "İMF, dünyadan defol!"