Hepsi gitsin! (30-09-2007)

Tayyip Erdoğan, Bekir Coşkun'un yazısı üzerine Arena programında isim vermeden "Geçen gün bir gazeteci arkadaş Abdullah Gül'ün seçilmesi durumunda ‘Benim Cumhurbaşkanım olmayacak' şeklinde yazı yazdı. O arkadaşa diyorum ki, o halde bu ülkenin vatandaşlığından çık. Bu memleketten git. Gittiğin yerdeki cumhurbaşkanına ‘cumhurbaşkanım' de." şeklinde konuşunca tartışma alevlendi. Bir anda laik cephenin savunucuları Bekir Coşkun etrafında bir araya gelerek Erdoğan'a ve AKP'ye karşı saldırıya geçtiler. Her ne kadar Bekir Coşkun'un siyasi çizgisini onaylamıyor, hatta burjuvazinin iç savaşında taraflardan birinin sözcülerinden olmaya soyunduğu için savunduğu fikirlerin karşısında mücadele ediyor ve emekçi kitleleri bu mücadeleye çağırıyor olsak da, Erdoğan'ın "ya sev, ya terk et" anlayışıyla yaptığı çıkışı kabul etmek mümkün değil.

Gül bizim cumhurbaşkanımız olmayacak! Tıpkı ondan öncekiler gibi!

Bütün kıyamet Bekir Coşkun'un "Abdullah Gül, benim cumhurbaşkanım olmayacak!" demesi ile koptu. Bekir Coşkun'a katılmamak elde değil. Ama biz sözümüzü burada bitirmiyoruz ve devam ediyoruz: "Tıpkı ondan öncekiler gibi!" Çünkü biz Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığına başta TSK olmak üzere laik cephenin bütün unsurları tarafından sistemli bir şekilde yaratılan şeriat umacısı korkusuyla karşı değiliz. İşçi sınıfına, emekçilere ve ezilenlere yönelik yürütülen düşmanca politikaların savunucusu ve takipçisi olduğu için karşıyız. Bu devlet burjuvazinin devleti olduğu için karşıyız.

Bugüne kadar hükümet ile Gül'ün cumhurbaşkanlığını devraldığı Ahmet Necdet Sezer arasında uzlaşmanın en istikrarlı biçimde sağlandığı konuların başında işçi sınıfının kazanımlarına ve haklarına yönelik düzenlemelerin yasalaştırılması gelmiyor muydu? Geçtiğimiz yıl Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı'nı sözde "sosyal devletçi" refleksinden dolayı, aslında AKP'ye muhalefet amacıyla onaylamayarak puan toplayan Sezer, işçilere esnekliği kural olarak dayatan, iş güvencesini ortadan kaldıran 4857 sayılı iş yasasını, 4688 sahte sendika yasasını ve daha nicelerini gözü kapalı kabul etmişti. Bugüne kadar cumhurbaşkanlığı görevini yürütenler benzeri yasaları bir bir onaylamadılar mı? Hangisi işçi sınıfının ve emekçilerin çıkarları doğrultusunda hareket etti? Hep patronların, sermayenin çıkarlarını savunup, devletin resmi ideolojisinin takipçisi olmadılar mı? İşte bu yüzden Abdullah Gül de, tıpkı ondan öncekiler gibi bizim değil, onların cumhurbaşkanı olacak!

Erdoğan'ın bu çıkışı açıkça göstermiştir ki AKP'den demokratik açılımlar bakımından medet ummak, tümüyle yersiz bir beklenti içine girmek demektir. Solun içinden darbe tehdidi karşısında, demokrasiyi savunma adına AKP'nin etrafına dizilenler, bugün bu tablo karşısında bir kez daha düşünmeli, son aşamada burjuvazinin bir kampına yedeklenme ile sonuçlanabilecek yönelişlerini terk etmelidir.

Ancak bugün Erdoğan'a karşı taarruza geçmiş güçlerin de, tersi durumda neden seslerini çıkarmadıklarını sormak gerek. Madem farklı fikirlere, inançlara sahip insanların dışlanmasını hoşgörüsüzlük olarak görüyorlar, o halde 2005 yılında türban meselesi yine tartışma konusu olduğunda Süleyman Demirel, başörtüleriyle okumak isteyen öğrencilere: "İstiyorlarsa Suudi Arabistan'a gitsinler" dediğinde neden karşısında dikilmediklerini açıklamaları gerekir! Gece yarısı internet sitelerinden yayınlanan bildiriler bu topraklarda yaşayan insanların bir bölümünü düşman ilân edip, hedef tahtasına koyduğunda neden sessiz kaldıklarının hesabını vermeleri gerekir! Ama esas ilginç olan, bugün Erdoğan'ın ülkeyi terk etmeye çağırdığı Bekir Coşkun'un birkaç ay önce, AKP kurmaylarını Arabistan çöllerine açılmaya davet etmesi. Bakın Bekir Coşkun 9 Mayıs tarihinde Hürriyet'te yayınlanan "Çöl Yolcuları" başlıklı yazısında ne söylüyor: "Bence bu arkadaşlar develere binip 'İslam'a uygun laik anayasa yapılır' diye hep birlikte Arabistan çölüne açılabilir. Öndeki devede fikir babası olarak Bülent Arınç olmalı. Elbette Başbakan ve diğerleri de..." Örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak bu kadarı bile laik kampın demokrasi, hoşgörü ve kapsayıcılık anlayışının ikiyüzlülüğünü, çarpıklığını ortaya koymaya yetiyor.

Bugün birbirini başka ülkelere postalamak isteyenler belli ki aynı ülkede yaşayamayacak kadar tiksiniyorlar birbirlerinden. Ama anlaştıkları bir konu var: işçi sınıfını, emekçileri ve Kürtleri ezmek. Biz diyoruz ki, hepiniz patronlarınızı da alıp gidin. İşçiler ve emekçiler bu topraklarda dostça ve dayanışma içinde yaşamayı bilecektir!