Genç bir devrimci Marksistin gözünden 12 Eylül (Duygu Yeşil - 13-09-2009)

12 Eylül 1980, sadece darbeyi görenler için değil, darbe sonrasında dünyaya gelen yeni nesiller için de önemli etkiler doğurmuş, yaşantımızı derinden etkilemiştir. Ben de bu genç neslin bir üyesiyim. İşkenceler, baskılar, tutuklamalar, yasaklar bütünü olarak anlatılan bir toplumsal olgu, darbeden 7 sene sonra doğmuş olan benim için ne anlama gelebilir? Ben bir Kadınım, bir Aleviyim, bir Kürdüm, bir öğrenciyim, bir işçi çocuğuyum, bir devrimci Marksistim! Demek ki, her anlamda 12 Eylül'ün mağdurlarından birisiyim.

•·        12 Eylül Kadınının ezilmişliğinin artmasıdır.

•      Kayıtdışı çalışıyoruz, esnek çalışıyoruz, düşük ücret alıyoruz! 12 Eylül sonrası Türkiye'de çalışan kadınların sadece %20'si sosyal güvenlik kapsamında bulunmaktadır. Yine bu kadınların %70'ine yakını zaten ücretsiz aile işçisidir. Kayıt dışılık sadece kadınlara özgü değildir, ancak kadın emekçilerde daha yaygındır! Diğer yandan, erkekler de esnek ve düşük ücretli çalışmaktadır. Ama kadın emeği, zaten ev için "ilave" bir kazanç olarak görülmektedir. Bu yüzden kadın emeğinin değeri daha düşük belirlenmektedir. 12 Eylül sonrasının üretim ilişkilerinde esnek çalışma arttıkça kadınlar bundan daha olumsuz etkilenmektedirler. Bugün bir kadının kazancı, erkeğin kazancının %30' ila %90'ı arasındadır. Ayrıca kadınlar erkeklerden daha kolay işten çıkarılabilmektedir. Yeni işlerin çoğu da erkeklere yöneliktir. Bize ise mevsimlik, yarı zamanlı ve güvencesiz işler kalmaktadır, diğer yandan işimizde belki de hiçbir zaman yükselemeyeceğiz. Çünkü kadınız!

•     Bedenimiz metalaştırılıyor! Boyalı basın ve televizyonlar, bedenimizi birer meta haline getirmekte. Yeni iş yasalarının, nerdeyse her gün gerçekleşen iş kazalarının, kadınların iş yerlerinde uğradıkları her çeşit baskı ve tacizin, toplumsal muhalefetin eylem ve etkinliklerinin, erkeklerin beğenisine sunulan bedenimizin arkasına gizlenmesine, görmezden gelinmesine şahit oluyoruz. 12 Eylül sonrasında sol basının sesinin kısılması, sansürün yaygınlaşması, baskıların artması sonucunda meydan pembe kaşkollu aşk ve futbol yazarlarına kaldı. Onlar da arka sayfasına kadın resmi koymayan gazeteleri çağdışı ilan ettiler. Artık boyalı basının internet sayfaları bedenimizin resimleri tıklandıkça para kazanıyor.

•     Taciz, tecavüz ve her türden negatif ayrımcılık yaygınlaşıyor! 1980 darbesi, tecavüzü devlet tarafından işkencehanelerde uygulanan sıradan bir araç haline getirdi. Dolayısıyla, devletin yetiştirdiği sıradan erkek için taciz ve tecavüz artık normal bir davranıştır. Anormal olan, bizim kendi bedenimiz ve geleceğimiz üzerinde hak iddia etmemiz, kendi tercihlerimiz ile yaşamak istememizdir. Eğitim sistemi ile perçinlenen erkek egemenliği, bizi bir yandan sözüm ona modern bir hayata kavuştururken, diğer yandan birer et parçası haline büründürüyor. Erkek egemenliği, dünyanın izlediği barış elçilerini bile tecavüz ederek öldürebilecek kadar aymaz, Taksim'de bir avuç kadına toplu taciz uygulayacak kadar pervasız, kadın işçilerin ne zaman doğum yapabileceğine karar verecek kadar insafsız!

•     Sosyal politikalardaki ayrımcılık terse dönüyor! 1980 sonrasının neoliberal politikaları, emekçilerin bütün kazanımlarına topyekûn saldırıyor. Ama bunun sonuçları biz kadınlar için çok daha ağır olmakta. Örneğin bir süre sonra erkeklerle aynı yaşta emekli oluyor olacağız. Oysa biz hem ev içinde hem işyerinde üretiyor, sömürülüyoruz. Kapitalizm dişlerini daha fazla gösterirken, bizim daha fazla güvenceye ihtiyacımız var. Oysa gerçekleşen tam tersi! Artık sağlık paralı, emeklilik hayal, diğer tüm sosyal koruma tedbirleri de yetersiz. Bir de kadın sığınma evlerinin temelini törenle atan belediyelerimiz var sağolsunlar!

•·        12 Eylül Alevilere yönelik baskıdır.

•      12 Eylül darbesi ardından gelen baskı dönemi tüm toplumsal muhalefeti olduğu gibi Alevileri de etkiledi. Bu dönemde Alevilerin kurduğu tüm örgütler kapatıldı, yöneticileri yargılandı. Örneğin Hacı Bektaşi Veli Kültür Derneği, gizli örgüt kurmak suçundan kapatıldı ve yöneticileri bölücülük ve komünizm propagandası suçundan yargılandılar.

•      Maraş ve Çorum katliamlarının arkasındaki güçler aynı zamanda 12 Eylülün de sorumlularıydı. Sosyalizme karşı Sünni İslam'ın tutuculuğunu ve bundan beslenen İslami hareketleri destekleyenler, Madımak yangınını da uzaktan izlediler.

•      Halen daha, devlet okullarında Alevilik inancının öğretilmesi mümkün değildir ve ayrıca Alevilerin ibadet yerleri de resmi olarak ibadethane sayılmamaktadır. Devlet uzun yıllar Alevi köylerine cami yapmaya devam etmiştir. Ayrıca, Alevileri bir yandan devlet yok sayarken diğer yandan egemen medyanın zevzek sunucuları hakkımızdaki fikirlerini ağızlarından kaçırıyorlardı. Şimdilerde işi konuklarına bıraktılar!

•·        12 Eylül Kürtlere yönelik baskıdır.

•      Kürt özgürlük hareketi 12 Eylül darbesinin arifesinde ortaya çıkmış, darbe sonrasında kitleselleşmiştir. Tarih boyuca ezilen, her başkaldırışında egemenlerin şiddetine maruz kalan bir halka, 80 sonrası Türkiye'sinde yapılan baskılar hiç de şaşırtıcı değildir. Kürt hareketinin mücadelesi olgunlaştıkça darbecilerden miras kalan "Kart Kurt sesleri", "dağ Türkü efsaneleri", "mozaik değil mermer naraları" daha sık duyulur olmuştur. Kürt halkına Türk olmaları gerektiği her fırsatta hatırlatılmıştır. Bu hatırlatma sık sık silah yoluyla olmuş, OHAL uygulamaları, koruculuk sistemi, boşaltılan köyler, faili meçhul cinayetler halinde somutlaşmıştır.

•      O güne kadar bir biçimde halen kalmış olan Kürtçe veya Kürtçeyi çağrıştıran köy, kasaba isimlerine son operasyon gerçekleştirilmiştir. Adıyaman, Urfa, Antep, Mardin, Diyarbakır, Siirt gibi birçok ilde köylerin büyük bölümünün ismi değiştirilmiştir. Bu illerdeki 3524 köyden 2842'sinin isminin değiştirilmesi, asimilasyonun yaygınlığını göstermeye yetmektedir. Böylelikle, cuntanın yaptığı değişikliklerle birlikte Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana toplam 44.609 köyün 12.422'sinin ismi değiştirilmiş oluyordu. Değiştirilmeyenler de zaten Türkçe adı olanlardı.

•      12 Eylül öncesinde Adalet Partisi milletvekilli olan Şerafettin Elçi'nin parlamento'da Kürt olduğunu söylediği için 1981'de yargılanarak hapsedilmesi, Devlet İstatistik Enstitüsü görevlilerinin 1980-85 nüfus sayımları için kullanılan formlara konuşulan diller kısmına Kürtçe şıkkına da yer verdikleri için "bölücülük"ten DGM'de yargılanmaları, cuntanın asimilasyon terörünün hatırlarda kalan örnekleri arasındadır.

•      1980 sonrasında bölgede sık sık büyük askeri tatbikatlar düzenlenmiştir. Cunta sonrasındaki üç yıl içinde bölgede 12 büyük askeri tatbikat yapılmıştır. Bu tatbikatların bazıları, emperyalizmin vurucu gücü NATO'yla birlikte yapılmıştır. 1982'de yapılan ve adı "Cumhuriyet fazilettir" olarak konulan askeri manevrada, "temsili düşmana" Kürt elbiseleri giydirilmiştir.

•      1982 Anayasası'yla, Kürtçe yasağı da anayasal bir yasak düzeyine yükseltilmiştir. 26. maddede "Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında, kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz" deniyordu. Yasakçılığın bir başka maddesi, 42. maddenin 9. şıkkıydı: "Eğitim ve ders kurumlarında Türk vatandaşlarına Türkçenin dışında başka bir dil anadil olarak öğretilemez." Kısacası, cunta "Kürt" olan her şeyin artık toptan yok edileceği bir Anayasa yapmıştı.

•      12 Eylül darbesinin Kürt halkının mücadelesine yönelik sonuçlarını görmeyenlere Diyarbakır cezaevini ve örneğin baş cuntacı Kenan Evren'in şu sözlerini hatırlatmak istiyorum; "Kürtler mevcut, ama ülkeyi parçalamalarına müsaade etmeyeceğiz. Onlar bizden bir şey almayı başaramayacaklar. Bu sorunu kökten kazımak için gerekli olan her şeyi yapacağız..." Demek ki, günümüzdeki yaklaşım 30 yıldır en ufak bir oynama bile göstermemiştir.

•·       12 Eylül, üniversitelerde kitlelerin sömürüye ve işsizliğe alıştırılması, bunların şovenizme ve gericiliğe hazırlanmalarıdır!

•      1960'ların ve 1970'lerin üniversitelerinin ve gençlik hareketlerinin coşkusu ve örgütlülüğü ile bugününki kıyaslanamamaktadır. 1980 darbesi, gençlerin gerek kendi sorunlarına gerekse de sınıfın sorunlarına ilişkin çözümler üretme, örgütlenme, bilinç yayma faaliyetlerinin üzerinden bir silindir gibi geçmiştir. Bunun yerine parası varsa eğlenmeyi bilen, parası yoksa sözde beşeri sermayesini arttırmaya çalışan, apolitik, kendi çıkarından başka hiçbir şeyin gerçekliğine inanmayan bir nesil ortaya çıkarılmıştır.

•      6 Kasım 1981'de kurulan YÖK, bunun en temel öğelerinden birisi olmuştu. YÖK'ün ilk icraatı; üniversitelerde okuyan ve çalışan ne kadar sosyalist, devrimci, demokrat ve ilerici unsur varsa bunları üniversitelerden dışarı atmak ve bizzat kendi elleriyle polise teslim etmek olmuştur. Gerici ve baskıcı 12 Eylül rejiminin çıkardığı 1402 sayılı sıkıyönetim yasası ile birlikte 3 binden fazla eğitim emekçisi işlerinden olmuş ve son derece ağır baskılara maruz kalmışlardır. 12 Eylül cuntasının hazırladığı bu kanuna göre yüksek öğretimin amacı, 'Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türklük bilinciyle dolu, devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren, TC devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu kabul eden' gençler yetiştirmekti. Yeri geldiğinde hür ve bilimsel düşünceden bahsetmekten de geri durmayan kanunun en geniş ve üzerinde çalışılmış kısmı ise öğrencilere ve eğitimcilere öngörülen suç ve cezalardı.

•     Tabi, bütün suçu YÖK'e ve diğer eğitim kurumlarına atmamak gereklidir. 12 Eylül'ü görünce korkusundan ideoloji değiştirmiş anne ve babalarımız da en az YÖK kadar sorumludur gençlik üzerinde!

•·        12 Eylül Bir Sınıf Saldırısıdır!

•      Darbenin en önemli ve temel nedeni budur. 12 Eylül darbesi, patronların asker eliyle işçi ve emekçileri baskı altına alma operasyonudur. Bu operasyonun amacı, 12 Eylül öncesindeki dönemde işçi sınıfının yürüttüğü mücadelenin kazanımlarını geri almak, sosyalist ve devrimci-demokrat hareket ve partileri ezip yok etmektir.

•      Patronlar, Demirel'in başbakanlığındaki AP hükümeti ve muhalefetteki CHP'si ile DİSK'i kapatmaya yönelince, 15-16 Haziran'da İstanbul-İzmit bölgesinde on binlerce işçi ayağa kalkmış, sokaklara dökülmüştür. Bunun sonucunda, işyeri ve işkolu barajları getiren yasa rafa kaldırılmıştır. 1977 1 Mayıs'ında Taksim meydanını 500 bin emekçi doldurmuştur. 1979 ve 1980 büyük grevlere sahne olmuştur. İşte Türkiye'nin egemenleri, işçi ve emekçilerden bunların intikamını almak için silaha sarılmışlardır.

•      Cuntanın başı Kenan Evren'in ilk demeçlerinden birinde söylediği şu sözler unutulmayacak niteliktedir: "Bir başgarsonun ücreti benimkinden yüksek." İşte cuntacı general işçilerin mücadeleleri ve örgütlülükleri sonucunda elde ettiği haklardan ne kadar rahatsız olduğunu böylece itiraf etmiştir! Patronlar daha da açık bir destek sunmuşlardır 12 Eylül'e. Türkiye'nin en büyük iki patronundan biri olan Vehbi Koç, cuntaya yazdığı mektupta desteğini bildirmiş ve DİSK'in ezilmesini talep etmiştir. Çalışma yasaları yapılırken Türkiye İşverenler Sendikası (TİSK) Başkanı Halit Narin, işçileri kastederek, "bugüne kadar onlar güldü, bundan sonra sıra bizim" demiştir.

•     Erdal Eren için "asmayalım da besleyelim mi?" diyen, demokrat-ilerici öğretim üyelerini üniversitelerden kovan, Kürt halkının karda yürürken çıkan kart-kurt seslerinden dolayı Doğu Türkmenlere verilen bir isim olduğunu savunan, 1982 Anayasası gibi gerici-baskıcı bir hukuk metnini ülkenin başına bela eden darbe, işte bu kesimlerin bir ürünüdür.

•      12 Eylül, burjuvazinin bir sınıf saldırısıdır. Bunun en açık ifadesi 24 Ocak kararları ile başlayan ve günümüze kadar pek çok yasa düzenleme ile devam eden neo liberal anlayışın darbe ile beraber iktisadi ve sosyal alana sokulmasıdır.

•      Günümüzde de bir yandan yeni sosyal güvenlik yasasıyla, çıkarılmaya çalışılan yeni iş yasasıyla, özelleştirmelerle vb düzenlemelerle bu anlayışın sürdüğünü görebiliyoruz. Türkiye'nin son 30 yılı burjuvazinin egemenliğinin pekişmesi ile geçmiştir. Bu pekişme, sadece Türkiye'ye özgü değildir. Aynı zamanda tüm dünyada işgücü piyasaları esnekleştirilmekte, kuralsızlaştırılmakta, enformel çalışma biçimleri yaygınlaştırılmaktadır.

Bizler bu sınıfsal saldırıya işçi sınıfını ve tüm ezilenleri örgütleyerek yanıt vereceğiz. Biliyoruz ki bu süreç, kaçınılmaz olarak kendi mezar kazıcısını da yaratmaktadır. Türkiye'nin işçi sınıfı, diğer tüm ezilen kesimlerini kendi mücadelesinde birleştirerek, enternasyonalizmin ışığı ile dünya devrimine yürüyen bir unsur olacaktır. Bunu yapacak güç, ne damarlarımızdaki kanda ne de asaletimizde, şanımızdadır. Bunu yapacak güç sosyalizme ve devrime olan inancımızda, sahip olduğumuz devrimci bilincimizdedir. 12 Eylül'den çok sonra dünyaya gelen bizler, sadece darbenin değil, darbe sonrasındaki 30 yılın da muhasebesini yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Bunu yaparken darbeyi, salt bir mağduriyet edebiyatı örneği olarak değil, işçi sınıfı ve onunla beraber toplumun tüm diğer ezilenlerine yönelik bir sınıf saldırısı olarak görecek ve önlemlerimizi alacağız.

Vardık, varız, var olacağız!

Sosyalist bir dünya için durmadan çalışacağız!