Duvar aşan Tülay'a ağıt (Nail Satlıgan - 19-09-2009)

Ben, Tülay'ı 1970'lerin boz bulanık günlerinde İstanbul Üniversitesi merkez binasının taş duvarları arasında tanıdım. Doktorasını Amerika'da yeni bitirip dönmüş, çiçeği burnunda bir genç "asistan" olarak. Ortalık kan revandı - birbirimize sarılmış, ayakta durmaya, bir sığınak yaratmaya, o "mevziyi savunmaya" çabalıyorduk. Dışarıda bombalar patlıyordu; içeride, amfilerde silahlı askerler vardı. Tülay, afallayacağına, dayanışmanın örülmesine var gücüyle katıldı. O dayanışmanın içinden, Cengiz ile olan imrenilesi hayat arkadaşlığı doğdu.

Girdiği "kürsü" Maliyeydi. O zamana kadar büyük ölçüde mali hukukun sultası altında kalmış bu alanın, siyasi ilişkiler ile sosyoekonomik çelişkilerin kesişimi olarak, eleştirel ve radikal bir içerik edinmeye başlamasında büyük katkısı oldu. Yalnız bizim Fakültede değil, maliye camiasının tümünde de. Cengiz ile birlikte katılmayı, pek az ihmal ettiği bir alışkanlık hâline getirdiği akademik toplantılarda söz gelimi bir "devletin mali bunalımı" kavramıyla onun sayesinde tanışmış olanlar çoktur.

Sonra 12 Eylül ve YÖK düzeni geldi. Ortam, boz bulanıkken zifirî karanlığa döndü. Yaşlı Üniversitemizin taş duvarları, bizi kucaklar değil, mekân ve zaman olarak ayırır oldu. Tülay, bizim uzaktan ancak sezinleyebildiğimiz kim bilir ne meşakkatlere katlanarak "mevzi"yi savunmaya devam etti. Ama - ne demişler? - her işte bir hayır vardır: 11. Tez kolektifinin içinde yeniden buluştuk. Artık resmiyetin ve kompartımanlaşmış disiplinlerin duvarlarının ötesine geçmiştik.

Bizi birbirimize bağlayan bir bağ vardı kuşkusuz: o karanlık günlerde, Marksizmin eleştirel ve emekçi yanlısı düşünsel ışığının söndürülmesine boyun eğmeme kaygısı. Gelgelelim çoğumuz, sosyalizmin ve Marksizmin tarihinin, nice facialardan geçip üstümüze yığılmış "ölü ağırlığını" hissediyorduk. Kararlı gibi görünen birlikteliğimiz her an çığırından çıkabilirdi de. İşte burada Tülay, geçmişe dönüp baktığımızda farkına daha çok vardığımız bir "perçin" oldu. Geçmişten kalma mesafelerin, ön yargıların, tabuların değil, kendi sonuçlarından ürkmeyen eleştirel bir sorgulayıcılığın ferahlatıcı soluğunu o mütevazı topluluğumuzun içine üfledi. 11. Tez'in, bilimsel ve devrimci düşüncenin sürekliliğinin bugünlere getirilmesinde şu kadarcık olsun katkısı olduğunu düşünenler, Tülay'ın bundaki vazgeçilmez payını bilmelidirler. Tülay'ın duvar tanımazlığı, o dönemde başka bir oluşumda da kendini gösterdi: BİLAR, ülkemizde, Anglosaksonların extramural (yani duvar aşan) dedikleri türden bir ilk alternatif eğitim girişimi olarak şekillenirken, onun içinde emek veren bir avuç "muvazzaf" öğretim üyesi arasında Tülay da vardı.

Elio Petri'nin unutulmaz sinema epiğinin adına bakılırsa İşçi Sınıfı Cennete Gider imiş. Bu doğruysa, bir işçi sınıfı aydını olarak Tülay da "cennetmekân" olmuştur. Ama benim bildiğim Tülay orada da ne huri olur ne gılmanlara yüz verir. Petri'nin filminin bir başkişisi gibi, orada bu kez cennetin duvarlarını yıkmaya çalışır. Gerçek cenneti gökyüzünde değil, ait olması gereken yerde, yeryüzünde, kurmak için...