DİP Girişimi'nin acil ekonomik programının kilit taşları (2) (İşçi Mücadelesi #38 - 25-01-2009)

Eskiden kırsal yörelerde yaygın olduğunu hepimiz bilirdik: Yıllık hasılatı ailesini geçindirmeye yetmeyen, hasat zamanını bekleyemeyen yoksul tarım üreticisi, zengin tüccar-tefeciden veya ağadan ihtiyacı için borç alırdı. Ama tefeci faizi o kadar yüksek olurdu ki, bu borç çoğu zaman ödenemezdi. Yıllar geçtikçe borç çoğalır, sonunda tefeci üreticinin toprağını ucuza kapatırdı.

Şimdi bankaların kredi kartlarıyla yaptığı iş tefecilikten farksız. Ayda %4 ila %5,5 arasında değişen, yani yılda %60’ın bile üzerine çıkan faizlerle ödünç para veriyorlar. İşçi emekçi ay sonunu zor getirdiği için mutlaka bir aşamada kredi kartına başvuruyor. Ya çocukların kitaplarını defterlerini alırken, ya ananın babanın sağlık harcaması çıktığında, ya evde olağanüstü bir harcama gerektiren tamirat olduğunda. Tabii ay sonunu zaten zar zor getiren emekçinin bu borcu vadesi geldiğinde hemen ödemesi söz konusu değil. İşte o zaman tuzak başlıyor. Bileşik faiz olmadığı varsayıldığında bile, her ay %5 faizle 1000 YTL’lik borç ilk yılın sonunda 1600’e, ikinci yılın sonunda 2200’e çıkıyor. Tüketici her ay asgari miktarı ödemesine ödüyor, ama borç azalmıyor, yerinde sayıyor. Yani ana para borcu hiç azalmıyor. İkinci yılın sonuna gelindiğinde tüketici 1000 YTL için 1200 YTL faiz ödemiştir, ama borcu olduğu gibi durmaktadır, hatta artmıştır!

Tüccarın sanayicinin devlete olan vergi ya da sosyal sigorta prim borcuna ayda kaç faiz ödediğini biliyor musunuz? %2! Yani mesela bir banka sosyal sigorta primlerini bir yıl ödemese, devlete %24 faiz ödeyecek. Ama işçi emekçi ona borcunu geciktirince aldığı %60! Neden banka devlete %2 veriyor da, işçiden emekçiden %5 alıyor?

Demek ki, bankaların kredi kartlarından aldıkları faizler tefeci faizleri. Şimdi bazı aklıevveller diyecekler ki, “ama efendim, banka vatandaşa karşılığında hiçbir teminat almadan veriyor bu borcu, riski çok yüksek, faizi de yüksek olacak.” Peki tarım üreticisinin can düşmanı tefecinin kabahati ne? Neden günlük dilde bile “tefeci” bir aşağılama deyimi haline gelmiş?

Sonra madem bu kadar riskli bir işmiş bu, bankalar neden yıllardır birbiriyle yarışıyor bu işe girmek ve milyonlarca kredi kartı dağıtmak için? Kim unuttu daha düne kadar metro koridorlarında, alışveriş merkezlerinde gelen geçene kredi kartı pazarlamaya çalıştığını bankaların? Bunun cevabı açık: Büyük para kazanıyordu bankalar da onun için yapıyorlardı bunu.

Şimdi kriz varsa, işçi, emekçi, dar gelirli, fakir fukara işini yitirdiyse, kepenk indirdiyse, kredi kartı borcunu ödeyemiyorsa, bu onun değil, bu aşağılık düzenin kabahati. Krizin sorumlusu kapitalizmin banka sistemi. Öyleyse ceremesini onlar çeksin. Zaten işçi emekçi borcunu çoktan ödemiş, üstüne faiz de ödemiş aylarca, yıllarca. Bundan sonraki bütün borçlar faizleriyle birlikte silinsin!

Hep sermayeye destek olmaz, biraz da emekçiyi kurtarın!

“Olur mu öyle şey?” demeyin. Tüccarın, sanayicinin, iş adamının, bankanın vergi borcuna devlet ne yaptı? Kriz başlar başlamaz bütün vergi borçlarının 18 taksite bölünmesiyle ödeme kolaylığı getirildi. Uygulanan faiz? Yılda %3. Yanlış okumadınız, yıllık faiz %3! Patronların ne kadar vergi borcu olabileceğini akılda canlandırmak zor, biz söyleyelim. Bir patronun vergi dairesine mesela 1998’den beri 300-500 milyar (300 bin YTL) borcu olması sıradan bir vakadır. Şimdi on yıldır yılda yüzde 50-60 enflasyonla Türk parası pul olmuş, borç yılda sadece %24 artmış! Üstelik hepsini 18 aya yayıyorsunuz, faiz de yıllık %3, gel keyfim gel!

Hükümet şimdiye kadar krize karşı ne tür politikaları uygulamaya koyduğunu geçenlerde açıkladı. Piyasaya para vermek, yurtdışındaki paraların serbestçe getirilmesi, hisse senedi kazançlarında vergiyi kaldırmak, KOBİ’lere 0 faiz, bankalara ek 2,5 milyar YTL’lik olanak vb. vb. Meraklısı açar bakar: Başbakanın kendi ağzıyla açıkladığı bu önlemler arasında zora düşen işçiye emekçiye zırnık destek yok! Varsa yoksa bankasıyla fabrikasıyla sermayedara destek. Gören de sanır ki, krizde patronlar zora düşüyor, emekçi yan gelip yatıyor, bir eli yağda bir eli balda!

Ekonomik kriz çoğu işçi emekçi için hayat memat sorunu demektir. Patronlar belki varlıklarından yitirirler. Ama evlerini ısıtacak paraları vardır, çocukları gece aç yatmaz, hastalarına bakılır. Krizin faturasını neden işçi emekçi ödesin? Temel harcamalardan oluşan kredi kartı borçlarını derhal silin! Öyle zamana yaymak falan da yok! Hisse senedi kazancına 0 (yazıyla sıfır) vergi, KOBİ’ye 0 (yazıyla sıfır) faiz değil mi? O zaman işçiye emekçiye de 0 borç!

Borç köleliği, işçinin köleliğidir, patronun elindeki kırbaçtır!

Kredi kartı borcu olan işçinin, tefecinin eline düşmüş tarım üreticisi gibi borç kölesi durumuna düştüğünü söyledik. Ama borç köleliğinin sonu tarım üreticisi için toprağını yitirmektir. Denecek ki işçi için böyle bir tehlike yok. Olmaz mı? Her şeyden önce, bankaların atmaca avukatları icra ve haciz yoluyla işçinin ailesinin hayat boyu biriktirdiği ne varsa ona el koyacaktır: gecekondusuna, o yoksa ikinci el külüstür arabasına, ev eşyasına vesaire. Ama bundan da tehlikelisi başka bir şeydir: İşçi borç kölesi haline gelince, ücretli işçiyi köleden ayıran en önemli fark ortadan kalkar. Özgür bir insan olarak örgütlü mücadele kapasitesini yitirir. Fabrikasından işçi çıkartılacaksa ve bu kendisi değil de başkaları ise, kendi işini yitirmenin bedeli çok yüksek olacağı için mücadeleye girmez. Yarın sıra kendisine geldiğinde ise onu savunacak kimse kalmamış olacaktır, ama o hiç olmazsa günü kurtarmaya çalışır. Kısacası, kredi kartı borcu işçiyi felç eder, öyle köleleştirir. Tabii patronlara da gün doğar!

“Kredi kartı borçları silinsin!” sloganı bunun için bu kadar önemlidir. Ama aynı zamanda, örgütlü ve örgütsüz işçiyi, işi olan ile işsizi, özel sektör işçisi ile kamu emekçisini, proleter ile esnafı birleştireceği, yani bütün emekçileri birden kavradığı için bu kadar önemlidir. Bütün sendika hareketinin derhal ve ikirciksiz biçimde bu sloganı benimsemesi ve bu yolda kampanyalar düzenlemesi, işçi ve emekçilerin çıkarları bakımından büyük önem taşıyor.