Burjuvazinin iç savaşının iki yüzü: Türban ve Ergenekon (09-02-2008)

Burjuvazinin her iki kanadının da uzun zamandır hazırlandığı türban muharebesinde ortaya çıkan tablo eski muharebelerden farklı. İlk fark TSK’nın tutumundan kaynaklanıyor. Tartışma patlak verdikten sonra uzun süre suskunluğunu ısrarla koruyan Genelkurmay başkanı Büyükanıt, sonunda türban konusunda ordunun görüşlerinin bilindiğini söylemekle yetindi. Böylece iç savaşın bu muharebesine TSK'nın aktif olarak katılmama kararında olduğunu yeterince açık bir biçimde ifade etmiş oldu.

İkinci fark yıllardır ulusalcıların çeşitli biçimlerde ittifak oluşturduğu MHP’nin, seçimlerden sonra Gül’ün cumhurbaşkanlığına seçilmesinde olduğu gibi, temel bir meselede AKP ile birlikte davranıyor olması. MHP’nin gözünü AKP’ye diktiği açık. Büyük kentlerin zengin orta sınıflarından alabileceği desteğin sınırlı olduğunu gören Bahçeli, AKP’nin muhafazakâr tabanına göz dikmiş durumda. Dünya ekonomisinde ortaya çıkan sarsıntı sonucu yaşanabilecek bir ekonomik krizin ve Kürt savaşının AKP’yi yıpratması halinde MHP bu kitlelerin yüzünü kendisine çevirmesinin koşullarını oluşturmaya çalışıyor.

Bu iki fark ortaya bir sonuç çıkarıyor: Burjuvazinin iç savaşında Batıcı-laik kanat tarumar olmuş durumda. Hem yıllardır yatırım yaptığı bir müttefikin en hassas anlardan birinde karşı kampla birlikte hareket etmesi hem de, daha da önemlisi, bu kanadın esas vurucu gücü olan TSK’nın sessizliğe gömülmesi, bu kampın AKP karşısında zor durumda olduğunu gösteriyor. 28 Şubat’ta “silahsız kuvvetler”i yaratan silahlı kuvvetlerdi. Şimdi “silahsız kuvvetler” kendi göbek bağlarını kesiyorlar.

Bu durum Batıcı-laik kampta TSK’ya karşı kızgınlık bile yaratıyor. Deniz Baykal, “gölge etmsinler, başka ihsan istemez” dahi dedi. Baykal’ın tepkisini çeken çok muhtemeldir ki, TSK ile AKP arasında, geçen Mayıs’ta Erdoğan ve Büyükanıt'ın Dolmabahçe görüşmesinden Erdoğan'ın 5 Kasım'daki ABD ziyaretine kadar uzanan dönemde, ABD'nin de arabuluculuğuyla, bir geçici ateşkes ve denge durumunun sağlanmış olması. Her iki tarafın da açıkça dile getirmediği bu uzlaşma ilk meyvesini, devletin PKK'ye karşı, sınırötesini de kapsayan topyekün bir saldırıya girişmesiyle verdi. Taraf gazetesi adına PKK ile görüşen Yasemin Çongar ve Ahmet Altan'ın aktardıkları doğruysa, PKK bahar aylarında kendisine karşı kapsamlı bir kara operasyonu olacağını tahmin ediyor. Bunun olması için, TSK ile AKP arasındaki uzlaşmanın önümüzdeki aylarda da sürmesi gerekecek. Üstelik AKP seçim düzeyinde de Kürt hareketinin altının oyulması için TSK açısından vazgeçilmez bir değer taşıyor. “Diyarbakır’ı düşürmek” anlaşılan hakim güçlerin düşlerini süslüyor, İslamcılık heyulasını önemsizleştiriyor.

Bu açıdan bakıldığında TSK’nın türban konusunda sessiz kalması bir anlam kazanıyor. Madalyonun ters yüzünde ise “çene altı” formülü yatıyor. TSK’nın GATA hastanelerinde tedavi gören hastalara ve yakınlarına uyguladığı “GATA fiyongu” şimdi karşımıza üniversitede uygulanacak formül olarak çıkıyor.

Öte yandan evvelden ordudan görmeye alışık olduğumuz hırçın ve saldırgan tavrı bu kez aynı kanadın bir başka önemli odağı TÜSİAD gösteriyor. Büyük patronlar kuruluşu, ekonomi alanında çok daha önemli düzenlemeler (siz bunu işçi sınıfına saldırı ve yaklaşan ekonomik krize karşı neo-liberal düzenleme yasaları olarak okuyun) dururken, türbanı gündeme getirdiği için hem AKP'yi, hem de ona destek veren MHP'yi fırçalıyor. TSK-AKP geçici uzlaşmasından istediğini alamayan, bunun daha da gecikebileceğini gören ve yaklaşan ekonomik kriz yüzünden adeta paniğe kapılan TÜSİAD AKP’ye saldırının dozunu artırıyor.

Büyükanıt’ın açıklamasında iç savaşın bugün yaşanan muharebesinin öteki yüzü de yer alıyor. Kısa açıklamasının ikinci bölümünde Büyükanıt, Ergenekon operasyonu ile ilgili olarak, "TSK bir suç örgütü değildir" gibi muğlak bir ifadeyle adeta savunmacı bir tutum takınıyor. Başka da bir şey söylemiyor. Bu operasyonda Veli Küçük gibi, uzunca bir dönem devletin kontrgerilla örgütünün merkezinde yer almış, JİTEM’i kurmuş, adı onlarca, belki de yüzlerce cinayete karışmış, kontrgerillanın 90'lı ve belki de 2000'li yıllardaki faaliyetlerini büyük ölçüde bilen, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi Türkiye'nin siyasi hayatını derinden etkilemiş cinayetlerin sırrını bilme ihtimali bulunan eski bir generalin de tutuklanmış olduğunu hesaba katarsak Ergenekon operasyonunun TSK'yı tedirgin ettiği sonucuna ulaşabiliriz. Operasyonun tam da türban tartışması patlak verdikten sonra gündeme gelmesi, ayrıca zaten belli bir süredir hazırda bekletilmiş olduğunun anlaşılması, AKP'nin bunu TSK'ya karşı bir koz olarak kullandığı ihtimalini güçlendiriyor. AKP, Ergenekon operasyonuyla en azından kontrgerillanın sivri kanadını türban tartışmasının yarattığı fırtına esnasında tarafsızlaştırmış olmaktadır.

Elbette, bugün kurulmuş olan dengenin ilânihaye devam edeceğinin hiçbir garantisi yok. Eğer AKP, tabanının, partisindeki çeşitli unsurların, ilişkili olduğu çevrelerin, yaklaşan belediye seçimlerinin, vs. basıncıyla türban meselesinde, Batıcı-laik cephenin kendisine çizdiği çerçeveyi zorlamaya devam ederse, TSK'nın şimdilik sivil odaklara emanet ettiği iç savaşı sürdürme görevini AKP’nin öne sürdüğü bütün kozlara rağmen tekrar üstlenmesi ciddi bir olasılık. Bu durumda iki odak arasındaki mücadele daha da şiddetlenecek, belki de yeni cinayetler, suikastler gündeme gelecektir. Buna karşılık AKP ile TSK'nın ince bir buz tabakası üzerinde güç bela oluşturdukları denge halinin sürmesi de işçi sınıfı adına daha iyi bir olasılığa işaret etmiyor. Bu durumda kendisini çok daha güçlü hissedecek olan burjuvazinin derhal işçi sınıfına karşı taarruza kalkacağı gün gibi ortada.

İşçi Mücadelesi yıllardır, kontrgerilla açığa çıkarılıp tasfiye edilmeden Türkiye'ye Avrupa Birliği'nden ya da AKP'den, şundan ya da bundan demokrasi geleceğini beklemenin boş bir hayal olduğunu tekrar tekrar vurguluyor. Aynı şekilde, burjuvazinin iç savaşında bir tarafın diğerine karşı hamlelerini demokratik açılım sanmanın da kabul edilemez bir hata olduğunu ısrarla söylüyor. Türban tartışmasında DİSK ve KESK’in laik geçinen burjuva kanattan, TÜSİAD'dan kendini kesin biçimde ayıramaması büyük bir sorundur. Türk-İş ve Hak-İş'in AKP'nin yanında saf tutmaları ise işçi sınıfı adına utanç vericidir. Buna karşılık bu konfederasyonlardan hiçbiri Ergenekon operasyonu ile ilgili doğru düzgün bir laf etmedi, gerçek sorumluların açığa çıkarılması gibi bir talebi duyulur bir biçimde ileri sürmedi. Bu bürokratların işçi sınıfı adına yapacak hiçbir şeylerinin kalmadığının, işçi örgütlerinden ellerini derhal çekmeleri gerektiğinin daha iyi bir kanıtı olabilir mi?

Geçen sayıda Türkiye işçi sınıfında yeni bir mücadele rüzgârının esmeye başladığını vurgulamıştık. Bu rüzgârın burjuvazinin iç savaş fırtınasında bir o yana bir bu yana savrulup sönmesine izin vermemek, bunu yapmaya kalkanların karşısına kararlılıkla dikilmek bizim görevimizdir. Ancak işçiler hep birlikte ayağa kalktıklarında, küçük bir grev çadırında bile, türbanlı-türbansız, Sünni-Alevi, Türk-Kürt ayrımlarını hızla terk ederek kurmayı başardıkları gerçek demokrasi ve özgürlük ortamı bütün memleket sathına yayılmaya başlayabilir. Ancak o zaman kontrgerillanın deşifre edilmesi, yüzlerce cinayetin aydınlatılması ihtimali gündeme gelir. Öyleyse, işçi sınıfının burjuvazinin kanatlarından bağımsız bir odak olarak ayağa kalkması için mücadele bugün en acil görevimizdir.