Burjuvazinin iç savaşını sınıf savaşına çevirelim! (İşçi Mücadelesi gazetesi #33 - 08-07-2008)

Bugün de tam bunu yaşıyoruz. Bir bakıyoruz bir yanda bir dizi sosyalist hareket, AKP'ye yakın siyasi odaklarla ve şahsiyetlerle el ele vermiş, "Darbeye karşı 70 milyon adım" eylemleri düzenliyor. Diğer tarafta başka örgütler bunlara kızıyor ve aralarından "darbelere karşı değilim" diyebilenler bile çıkıyor. Burjuvazinin yargısının burjuva demokrasisini bile askıya almasında bir sorun görmeyebiliyor.

Bu tablo Türkiye solunun önemli bir bölümünün tam bir gaflet içerisinde olduğunu gösterir. Daha son birkaç ay içerisinde çok önemli işçi eylemleri olmuşken, işçi sınıfı burjuvazinin kamplarından bağımsız bir odak olarak yükselebileceğini göstermişken bunu yapmak daha da vahimdir. Burjuvazinin kampları birbirlerini yemekten bitap düştüler, bir adım öne geçebilmek için her yönteme sarılır hale geldiler. Her iki kanat için de deniz neredeyse bitmiş vaziyette. İşçi sınıfı ise yola daha yeni çıkıyor. Bugün memleketteki en diri toplumsal güç olduğuna işaret eden adımlar atıyor. Önderlik etmeyi, yol göstermeyi geçtik. Devrimci, sosyalist güçler bu hareketle biraz olsun paralel yürümeyi başarabilseler, bu bile mevcut siyasi ortamı değiştirebilir. Hâlbuki ne yapıyorlar? İşçi mücadeleleri biraz durulunca soluğu burjuva kamplarının yanında alıyorlar.

İçinde, zamanında AB ile yatıp AB ile kalkanların da olduğu bir taraf memlekete demokrasi getirmek için iktidardaki sermaye partisiyle yan yana görünmeyi bile kendisine yedirebiliyor. Bunun bir adım sonrasında TÜSİAD'la dahi kol kola girmeye, demokrasi cepheleri kurmaya, birlikte Anayasa hazırlamaya kalkışabileceklerini öngörmek için müneccim olmaya hiç gerek yok.

Diğer tarafta AKP'nin gericiliğini baş düşman ilan edenler, yurtseverlik şampiyonluğuna soyunanlar memleketi Sorosçuların işgal ettiği hayalleri görüyorlar. Kürt hareketine karşı son operasyonlarla ABD'nin en sağlam müttefiklerinden biri olduğu daha yeni tescillenmiş olan Türkiye'nin Kosova gibi, Gürcistan gibi bölüneceğini iddia edecek kadar gerçek dünyadan uzak yaşıyorlar. Başka bir konjonktürde, başka bir bağlamda gerçekleşen, en az İslamcılar kadar TSK'nın ve devletin de sorumlusu sayılabileceği Sivas katliamının yıldönümünü AKP karşıtı gösteriye dönüştürmeyi düşünmeyi siyasi zekâ belirtisi sayıyorlar.

Bugün Türkiye'de en temel sorun demokrasi yokluğu değildir. Burjuvazinin artık yönetemez hale gelmesidir. Burjuva demokrasisine ait yöntemlerin askıya alınması bunun bir yan ürünüdür sadece. Yönetememe krizi belli bir eşiği geçtikten sonra ise İslamcısıyla laikiyle, demokrat geçineni baskıcısıyla bütün bir burjuvazi darbenin ve diğer bütün baskı yöntemlerinin arkasına dizilir. Siz hiç Türkiye'de darbeye karşı direnmiş bir burjuvazi hatırlıyor musunuz? İşçi sınıfına ve Kürtlere saldırabilmek için AKP'nin tam da 12 Eylül darbesinin Anayasası zemininde hareket ettiğini hâlâ mı göremiyorsunuz? Tuzla'da ölümle burun buruna yaşayan işçiye edecek tek bir sözünüz var mı?

Ya AKP'nin gericiliğinden başka söz bilmeyenler? Yurtseverlik şampiyonu kesilenler? Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi ortamın baş sorumlularından birinin, yargısıyla, YÖK'ü ile, TSK'sıyla burjuvazinin laik kanadının olduğunu görmüyor musunuz? Kendi yarattıkları 12 Eylül Anayasası'nı bile kendi ayaklarıyla çiğnemelerine, Kürt halkına karşı acımasız saldırılarını aralıksız sürdürmelerine diyecek lafınız yok mu? Siyasi krizin bütün sorumluluğunu AKP'ye ve onu yönettiğini söylediğiniz birtakım dış güçlere yıkarak, diğer kanadı özürlediğinizi görmüyor musunuz? Siz devletin özürcüsü müsünüz?

Bu sorulara, yalana, karartmaya başvurmadan cevap verme olanağınız var mı? Yok!

Öyleyse ya burjuvazinin kanatlarını özürlemekten vazgeçin ve işçi sınıfı siyasetine dönün, ya da bu politikalarınızı kendinize saklayın. Çünkü işçi sınıfına zarar veriyorsunuz. Darbenin de, baskının da, işçi düşmanlığının da önünü açıyor, işini kolaylaştırıyorsunuz.

Emperyalistler 1. Dünya Savaşı ile birbirlerinin boğazına sarılınca II. Enternasyonal'in sözde sosyalistleri de onlarla beraber düşman kamplara ayrılmıştı. Bunu yapan her hareketin başına gelebileceği üzere bu savaşı destekleyen bütün işçi sınıfı dönekleri, emperyalistlerle birlikte battıkça battılar. Çoğu ya yok oldu ya da basit birer sermaye partisine dönüştü. Bir tek emperyalist savaşa işçi sınıfının çıkarları temelinde karşı çıkan Rus Bolşevikleri ve onlarla hareket eden bir dizi başka ülkenin komünistleri bu tarihi sınavdan alınlarının akıyla çıkarak işçi sınıfı mücadelesini zirvelere taşıdılar. Emperyalistler arası savaşta onların sloganı şuydu: "Emperyalist savaşı iç savaşa çevirelim!"

Bugün burjuvazinin düşman kampları arasındaki savaşta bunlardan birinin ya da diğerinin peşine takılanlar tıpkı II. Enternasyonal dönekleri gibi burjuvaziyle birlikte kendileri de dibe batıyorlar. İşçi sınıfının da onlarla birlikte sürüklenmesini engellemenin tek yolu, sınıf bağımsızlığı için mücadeledir. Burjuvazinin iç savaşına karşı işçi sınıfının kendi savaşını vermesidir. İşçi sınıfının yanındayım diyen her siyasi hareketin başlıca görevlerinden birisi onun hafızası olmaktır. İki yüz yıllık mücadele tarihini ve birikimini işçi sınıfına hatırlatmaktır. Daha birkaç ay önceki işçi mücadelelerini dahi ya tamamen unutan, ya da anlamını zaten hiç kavrayamamış olanların işçi sınıfı siyasetinde yeri yoktur.

13-14 Mart Sosyal Güven"siz"lik Reformu'na karşı iş bırakma eyleminden 1 Mayıs'a, oradan 16 Haziran Tuzla grevine, işçi sınıfının mücadelesi, birçok işyerinde art arda patlak veren yeni direniş ve grevlerle devam ediyor. Bu mücadeleleri büyütmek ve tek bir merkeze, burjuvazinin iç savaşını sınıf savaşına çevirmeye odaklamak için ileri!