Bir kristal küre olarak Marksizm (Utku Usta / Murat Altun (Radikal2, 22.06.08) - 01-07-2008)

Fildişi kuleler-sırça köşkler

Fildişi kule veya sırça köşk analojisinin bu “sol içi” polemik çerçevesinde de dillendirilmeye başlanmış olması manidardır, zira her ne kadar “titretip kendine getirme” amaçlı olsa da, bu iyi niyet sokaklarının açıldığı meydana genelde aydın düşmanlığı denir. Ve sanılanın aksine bu meydana sadece sağdan değil soldan da çıkılır. Burada, aydın, ülke dinamiklerine sırt çevirmiş (sırt çevirmek iradi bir fiildir), deyim yerindeyse gaflet içine düşmüş, daha da ince elersek kendisine tanınan imtiyazı suistimal eder hale gelmiştir. Ne var ki, bu gafletin ve suistimalin somut kapsamı ve derecesi belirsizdir. Ortada, karşılığında yanıt gerektirmeyen retorik bir soru vardır. Ve söyleyenin savının aksine retorik sorular düşünce üzerindeki kışkırtıcıdan ziyade sakatlayıcı etkileriyle tanınır.

Bu tip retorik sorular, fikri bir tartışma zemininden öte bir şey olmayan Radikal İki’nin yazar ve okuyucu kitlesinin üç aşağı beş yukarı yakın siyasal dürtülere sahip (sol, aydın, muhalif, vs.) olduğu bilinirken, cevapsız kalacağı kendinden menkul bir “fildişi kule-sırça köşk” yaftalaması ile tereciye tere satmak eyleminin yazınsal versiyonudur. Hele ki, üniversite gibi “yeniden üretimin”in Katolik kilisesi kadar eski ve tabiatı ile “seçkin” müessesinden yapılan “ülke dinamiklerine sırt çevirmiş aydın” eleştirisi abesle iştigaldir.

Postmodern tahrifat (!)

“Sol düşüncenin postmodern tahrifatı”, “postmodern kaybolmuşluğun entelektüel yansıması” gibi kullanımlar geleneksel solun toplumsal zemin kaybından duyulan derin kaygının ifadesi olmaktan öte bir anlam taşımıyor. Zira ortada yine somut bir tanım sorunu vardır. Yazarın “postmodern” derken kastı bir dönem olarak postmodernite midir, bir süreç olarak postmodernizasyon mudur, yoksa bir ideolojik tavır olarak postmodernizm midir? Görünüşe göre bir taşla birden çok kuş vurma arzusu, hedef ve menzil konusunda gösterilmesi beklenen özene baskın çıkmıştır. Diğer taraftan sol düşüncenin hangi kısımlarının, ne şekilde tahrifata uğradığı da muallaktır. Ortodoks çevrelerde sık başvurulan bir bahane olmasından öte maalesef bu konuda da somut ve doyurucu bir tartışma ortaya konmuş değil. Kastedilen, postmodernizmin solu, onu sınıf perspektifinden uzaklaştırdığı ölçüde sulandırdığı teziyse, aynı perspektifin sulanmaya neden bu denli meyilli olduğu da pekâlâ sorgulanmalıdır.

Ne mutlu ki, sosyal bilimsel analizin eriştiği yetkinlik, bize meşruiyet denen şeyin verili, yekpare ve statik olmaktan ziyade her an yeniden üretilen, çok parçalı ve dinamik bir mahiyete sahip olduğu yönünde kuvvetli kanıtlar sunuyor. Hal böyleyken, geleneksel solun sosyal gerçekliği kavrama anlamında uğradığı meşruiyet erozyonunu da, birtakım mistik kuvvetlerin komplosuna değil bizatihi solun kendi içinde işletemediği “diyalektik” süreçlere bağlamak lazım. Bu bağlamda, postmodernizmin sunduğu teorik alet edevatı, (her tür) iktidarın sökümü ve özgürlük düzlemlerinde mücadelesine eklemle(ye)memesi yine her şeyden önce geleneksel solun kendi kabahatidir. Zira unutulmamalıdır ki, şu dakikadan sonra postmodernizmi neoliberalizme, sol-liberalizmi de (artık her neyse) AKP destekçiliğine eşitlemek bizi bir yere götürmeyecek, solun kendi üstündeki -indirgemecilikten mütevellit- cehalet peçesini yırtıp atmasına da hizmet etmeyecektir.

Ve kalkmayan peçeler

Peçe ya da perde kavramları da aslında son derece manidar metaforlar, çünkü Türkiye solu için “gerçek” (sermaye ilişkisi, sınıf vs.), ancak kendisine ulaşılarak, ona en saydam şekilde temas edilerek siyaseti mümkün kılan bir metafizik önerme; bozulması gereken bir büyü ya da gizemdir. Radikal İki’de dönen tartışmaların bir tarafı, anladığımız kadarıyla Marksizm’e, hatta Marx’a, bu büyüyü bozarak ardındaki gizemi çözebilecek, bizi görünmeyen gerçeğe kavuşturacak bir sihirli küre fonksiyonu atfetmiş durumda. Dindarın afyonkeşliği meselesine ve Marx’ın bilimsel/analitik gerçek avcılığına parmak basan bir yazının, Hıristiyan teolojiye has metaforlara meylederken bir nebze olsa da dikkat kesilmesi gerekmez mi? Aksi takdirde kaldırılması hedeflenen peçeler veyahut perdeler farklı biçimlerde (indirgemecilik, statik hegemonya ve sınıf perspektifi vs.) inecektir. Kanımızca, Türkiye solu ve siyaset üzerine fasılalı olarak alevlendirilen tartışmaların kilitlendiği nokta budur.