Başbuğ hükümetin “açılım” programını açıkladı (26-08-2009)

"Açılım"ın negatifi görüldü

Hükümetin epeyce retorikle beslediği "açılım" (Erdoğan'ın 11 Ağustos konuşması retoriğin en ileri gittiği noktaydı), sağda ve solda umutların yükselmesine yol açmıştı. Geçtiğimiz hafta toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) çalışmalara "devam edilmesini" tavsiye etmesi, "açılım"dan yana olanları daha da umutlandırıyordu. İlker Başbuğ'un açıklamasının bu yüzden birçok çevrede ciddi bir hayal kırıklığına yol açtığı tahmin edilebilir. Oysa, yanlış olan baştan "açılım" konusunda büyük hayaller beslemekti.

Şimdi kimileri Genelkurmay'ın hükümete "dur" dediğini, oyunbozanlık ettiğini, "açılım"a karşı olduğunu söyleyeceklerdir. Bunun gerçekle ilgisi yoktur. Bunu anlayabilmek için olayın başına dönmek gerekir. MGK bildirisi, bilindiği gibi, "çalışmaların devamı tavsiye edilmiştir" diyerek "açılım"a açıkça onay vermiştir. Şimdi aradan daha bir hafta geçmeden Genelkurmay tavır mı değiştirecektir? Elbette değil. Üstelik, MGK bildirisinin pek üzerinde durulmayan bir başka boyutu bunu olanaksız kılmaktadır. Bildiri, "açılım"ın "Kurul'un daha önceki toplantılarında yapılan değerlendirmelerin de ışığında" yürüdüğünü açıkça belirtiyor. Yani askeri kanat bütün topluma, "bu iş bizim dışımızda başlamadı, tersine birlikte planladık" diyor. Öyleyse, hükümetin değil devletin bir "açılım" politikasından söz etmek gerekiyor. Genelkurmay'ın geçen hafta "biz başlattık" dediği plana bu hafta karşı çıktığı düşünülebilir mi?

MGK toplantısı, "açılım" konusundaki dili de belirlemiştir. MGK toplantısının hemen ertesinde hükümet adına yapılan açıklamalar da "terör" kavramı etrafında dönmeye başlamıştır. Başbakan Erdoğan "Bu terör sorununu yok edebilmenin gayretidir, çalışmasıdır bu" derken, İçişleri Bakanı, "açılım"ın koordinatörü Beşir Atalay "Terörü bitirmek için yürütülen çalışma"dan söz etmiştir. Yani bir bakıma Başbuğ'un Türk Silahlı Kuvvetleri'nin terörle mücadeyi kararlılıkla sürdüreceğine ilişkin sözlerinin yeni bir tarafı yoktur. Aynı şey, PKK'nin muhatap olamayacağı konusunda söylenenler için de geçerlidir. Cumhurbaşkanı Gül daha geçen hafta "İmralı'yı falan unutun" demedi mi? Yeni olan Başbuğ'un açıklamalarının öteki boyutlarıdır. Bu boyutlar, "açılım" planının hükümetin istediğinden erken açıklanması anlamını taşıyor.

Hükümet, yıllardır "terör sorunu" olarak propagandası yapılan bir meselede açılım yapabilmek için bütün toplumu buna alıştırmak zorunda idi. Üstelik, (aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alacağımız gibi) Kürt tarafından belirli güçleri kendi yanına kazanmak istiyordu. Yani bir siyasi güç olarak adımlarını baştan dikkatli olarak atmak zorundaydı. MHP ve CHP'nin Genelkurmay'ı da hedef alan açıklamalarına dur diyebilme çabası, planın dış sınırlarının, "kırmızı çizgileri"nin, bir bakıma fotoğrafın negatifinin erken açıklanmasını zorlamış olmaktadır.

Bu dış sınırların arasında üniter devlet, tek millet, resmi dilin Türkçe olarak kalması, fikir özgürlüğünün devletin bekasının (lastik gibi yorumlanabilecek) ihtiyaçları ile sınırlanması, Kürtlere verilecek hakların kültürel alanla sınırlı olması, siyasal haklardan söz bile edilememesi ve, en önemlisi, PKK'nin muhatap kabul edilmeyeceği vardır. Böylece, devlet katında pişirilmekte olan "açılım"ın ne menem bir şey olduğu dünya alemin gözünde berraklığa kavuşmuş olmalıdır.

Hiç kimse "AKP'nin planı mutlaka daha liberal ve cesurdur" diye düşünmesin. Bu plan Washington-Erbil-Ankara ekseninde Genelkurmay ile hükümet tarafından birlikte hazırlanmıştır. TSK'nın bilmediği bir plan karşısında bugüne kadar suskun kalacağını, sonra da MGK'da bu yönelişe onay vereceğini düşünmek mümkün değildir. (Baykal'ın Genelkurmayı eleştirirken "bilmediğin plana neden destek veriyorsun?" diye sorması, kendisinin Türkiye devletinin bu meselelerde nasıl çalıştığını bilmediğini ortaya koyuyor!)

Burada, MGK bildirisinin yine ihmal edilen bir üçüncü boyutuna değinmek gerekiyor. Buna geçmeden önce, Başbuğ'un açıklamasındaki bir noktaya işaret edelim. Genelkurmay Başkanı TSK'nın terörle mücadele kararlılığını ifade ettikten sonra, sivil yönetime düşen görevin alanlarını "ekonomik, sosyokültürel ve uluslararası" olarak sayıyor. İlk ikisinin ne olduğu kolayca anlaşılıyor, ama üçüncüsü biraz daha gizemli. Bu gizemi çözmek için MGK bildirisinin sözünü ettiğimiz üçüncü önemli boyutuna bakmak gerek. Bildiri, "Iraklı guruplarla yapılan temasların yararına işaret edilmiş" olduğunu söylüyor. Daha birkaç yıl önce "Iraklı gruplar" diye anılan Barzani ve Talabani ile temas konusunda eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın nasıl gürültülü bir tartışma açmış olduğunu hatırlayanlar, bir MGK bildirisinde bu "yarar"dan söz edilmesinin "mana ve ehemmiyetini" takdir edeceklerdir. Bu, "açılım"a büyük bir ışık tutmaktadır.

Bahçeli ve Baykal'a fren

Başbuğ'un açıklamasının Genelkurmay ile AKP hükümeti arasında bir çatlağın belirmesi olarak yorumlamak çok yanlış olur. Zamanlamaya bakmak yeter. Hükümet, aşağıda gireceğimiz nedenlerle, Kürtlere şirin görünmek için bütün Ağustos ayı boyunca "açılım"ı ballandıra ballandıra anlatırken Başbuğ susmuştur. Şimdi AKP'ye çatmaya tam da Erdoğan ve Atalay MGK toplantısından sonra uslu çocuklar gibi MGK'nın kararları doğrultusunda "terör"den söz etmeye başladıklarında neden gerek duysun? Zamanlama bambaşka bir tabloya işaret ediyor. Perşembe günü MGK toplanmış ve "açılıma devam" demiştir. Hafta sonu Bahçeli bütün devleti karşısına alan bir açıklama yapmıştır. Bahçeli'nin peşinden sürüklenen Baykal da Pazartesi MGK'ya çatınca, Başbuğ cevap verme ihtiyacını hissetmiştir.

Cevap şudur: Sizin yüksek perdeden milliyetçilik yapmanız gereksiz ve anlamsızdır, ben yeterince milliyetçiyim. Peki, Başbuğ bu cevabı verme ihtiyacını neden hissetmiştir. Birincisi, TSK'nın yıpratılmasına karşı çıkmak için. İkincisi, TSK'nın AKP'nin kuyruğunda olduğunun düşünülmesini engellemek istemiştir. Üçüncüsü ve en önemlisi, Türk halkının milliyetçi kanatlarında "açılım"ın bölücü bir proje olarak görülmesinin devletin planını zora sokacağını düşünerek "açılım"ın sınırlarını ortaya koymayı ve TSK'yı bölünme psikozuna karşı bir güvence olarak ileri sürmeyi amaçlamıştır.

Başbuğ'un açıklamasına bütün büyük partilerin olumlu tepki vermesi, tuhaf ya da gülünç görünebilir. Çünkü açıklama ilk bakışta Genelkurmay'ın ağırlıını Bahçeli ve Baykal'dan yana koyması gibi görülebilir. O zaman AKP'liler ve cumhurbaşkanı ne demeye Başbuğ'un açıklamasını olumlu karşıladılar diye sorulabilir. Çünkü açıklama her ne kadar hükümetin elini erken açmasına yol açtıysa da, aynı zamanda Bahçeli ve Baykal'ın hızını kesecek bir karakter taşımaktadır. Özellikle Bahçeli'nin açıklamalarının geleneksel tabanından çok farklı bir kitle nezdinde destek bulduğu düşünülürse, bu, hükümetin elini rahatlatmaktadır. Hatta şu bile düşünülebilir: Başbuğ'un açıklaması hükümetle danışma içinde bile kararlaştırılmış olabilir. Çünkü şimdi "kırmızı çizgiler" TSK'nın gibi görünürken, hükümet hâlâ Kürtlere şirin görünmeye devam edebilir.

Kürt sorununu değil Kürt hareketini çözmek

"Açılım" konusunda yaptığımız ilk değerlendirmede ileri sürdüğümüz ana nokta, bu yeni yönelişin Kürt sorununu çözmekten ziyade Kürt hareketini çözme amacını düşündürdüğü idi. (Bkz. Bu sitede 14 Ağustos tarihli "Çözüm: Ortadoğu Federasyonu" başlıklı yazı.) O günden bu yana yaşanan gelişmeler bu saptama doğrultusunda yeni veriler getirmiştir.

O yazıda yapılan saptamanın en önemli unsurlarından biri, tam da "açılım"ın propagandasının yapılmaya başlandığı dönemde DTP'lilere ve KESK içindeki Kürt kadrolara ağır bir tutuklama saldırısının düzenlenmesiydi. Bu saldırı çeşitli kentlerde (örneğin Adana'da) yapılan tutuklamalarla daha küçük ölçekte sürmektedir. Bunun yanına şimdi DTP'nin ikiye ayrıştırılması için burjuvazinin bütün güçleri tarafından planlı bir biçimde geliştirilen kampanya eşlik ediyor. Son on günü, devletin sesi olmaya çalışan Hürriyet'ten bütünüyle "açılım" yanlısı görünen Taraf'a bütün burjuva yayın organları Emine Ayna'ya saldırmakla ve Ayna ile Ahmet Türk'ün temsil ettiği çizgiler arasına nifak tohumları ekmekle geçirdiler. Hürriyet'in internet sitesinin yöneticisi ve "iyi haber alan" Ankara görevlisi Fatih Çekirge bunu açıkça yaparken, Taraf gazetesinden Neşe Düzel "açılım"da önemli bir rol almış olan Polis Akademisi öğretim üyesi İhsan Bal ile görüşmesinin manşetini "DTP'nin içinde iki grup çatışıyor" diye atıyor. Öte yandan, çeşitli burjuva yazarlar PKK'yi MHP ile aynı sepete koymaya girişiyorlar. Radikal'de Tarhan Erdem'den sonra, Taraf'ta Ahmet Altan da MHP ile PKK'yi birbirine benzeyen iki aşırı uç olarak ilân ediyor.

DTP'nin sonbaharda yapılacağı söylenen kongresini bu bakımdan dikkatle izlemek gerekiyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz Polis Akademisi öğretim üyesi İhsan Bal'ın Taraf'a verdiği röportajda kullandığı bir cümle son derecede önemli: "Eğer hükümet demokratikleşme sürecini başarırsa, DTP ikiye ayrılacak." Bu cümleyi telaffuz eden,  dışarıdan soğukkanlı gözlem yapan biri değil. İhsan Bal bu sürecin aktörlerinden. "Açılım" koordinatörü İçişleri Bakanı'nın Polis Akademisi'nde 12 gazeteci ile yaptığı çalıştayın iki moderatöründen biri. Bunu "açılım" planının mimarlarından birinin ağzından kaçmış bir cümle olarak okumak çok daha doğru.

Artık işler berraklaşıyor. Bizim "Kürt sorununu değil Kürt hareketini çözme" planı olarak nitelediğimiz yönelişin şimdi içi doluyor: Amaç, hükümetin Kürt halkına büyük bir "açılım" vaad eder bir retorikle hareketin bir bölümünü yanına çekmasi, DTP'nin daha radikal kanadını bir yandan tutuklamalarla zayıflatırken, bir yandan da propaganda yoluyla iki kanat arasında bir karşıtlık yaratmak olarak beliriyor.

Kürt tarafından gelen tepkileri Cengiz Çandar Radikal'deki yazısında aktarmış. KCK son bildirisinde şöyle diyor: "Bu sürecin geliştirilmesinde özellikle son iki haftadan bu yana Türk devlet yetkililerinin beyanat ve tavırları niyetlerini daha fazla açığa vurmuştur. Sorunun çözümü için neyi yapacaklarını değil, neyi yapmayacaklarını izah eden Türk devleti, özünde Kürt özgürlük hareketini zayıflatma, atılacak bazı sıradan adımların eşliğinde Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmeyi hedeflediği anlaşılmaktadır." Ama bundan daha önemlisi, Ahmet Türk'ün açıklamasıdır: "Son MGK bildirisinden ve Genelkurmay'ın açıklamasından da anlaşılacağı üzere AKP'nin açılım dediği şey aslında bilinen resmi söylemin allanıp pullanmasından ibaret kalmaya adaydır." Anlaşılan, DTP içinde istenen çatlak yaratılamayacaktır.

"Açılım" daha şimdiden teşhir olmaya başlamıştır.