Anayasacı sol burjuvaziye koz veriyor (Onur Koyunlu - 28-09-2010)

Bugün hem Batıcı-laik burjuvazi, hem de karşısında konumlanan İslamcı burjuvazi yeni bir anayasa istiyor. Hem TÜSİAD hem MÜSİAD, hem AKP hem de CHP yeni bir anayasadan söz ediyor. Öte yandan Kürt hareketi ve Türkiye solu da, sendika hareketinin ilerici kanadı da, farklı gerekçelerle de olsa, bu arzuyu paylaşıyor. Onlar da yeni anayasa diyor.

Belki de ilk bakışta bu tabloyu güzel bulanlar olabilir.  Burjuva politikacılarının deyimleriyle söylersek, "toplumun bütün farklı kesimleri" yeni bir anayasa konusunda uzlaşıyor. Bu yeni anayasaya "toplum sözleşmesi" adını takanlar da var. Sanki bütün toplum oturacak, coşku ve neşe içerisinde uzlaşıp, bunu bir sözleşmeyle taçlandıracak. Sonunda herkes mutlu olacak.

Böyle bir şey elbette ki mümkün değil. Ama mümkünmüş gibi göstermek burjuvazinin işine geliyor tabii. Çünkü bu sayede, tamamen kendi çıkarlarına uygun, işçi sınıfının çıkarlarını ise daha da geriletecek yeni bir anayasa hazırlarken, bunu herkesin rızasını alarak yapmış gibi gösterebilecekler. Buna dayanarak işçi sınıfına daha da pervazıca saldırabilecekler.

İşte masallara karnımız tok demesi gereken Türkiye solu, bunun yerine yeni anayasa korosuna katılarak, toplumda bu yanılsamanın yayılmasına aracılık etmiş oluyor. Böylece ciddi bir hata işliyor.

Anayasacı solcuların hataları

Solun gerekçeleri farklı dedik. Onlar, "12 Eylül darbesi gibi 12 Eylül anayasası da büyük bir gericilikti. Bundan kurtulalım" diyorlar. Demokratik, özgürlükçü bir anayasadan söz ediyorlar. Hata daha buradan başlıyor. 12 Eylül darbesi de anayasası de gerici olmasına gericiydi tabii. Ama gerici olmasının ana nedeni, burjuvazinin işçi sınıfının haklarına topyekün saldırıya geçtiği bir aşamada, işçi hareketinin mücadele araçlarını ellerinden almayı hedefleyen bir anayasa olmasıydı. 12 Eylül darbesi de bu neoliberal tohumlar ekilmeden önce tarlayı düzlemek, zararlı otları ayıklamak için yapılmıştı. Türkiye solunun ağırlıklı bölümü bunu hiçbir zaman anlayamadı. 12 Eylül darbesini işçi sınıfından çok kendisine yapılmış bir saldırı olarak gördü. Anayasanın da işçi sınıfı düşmanı yönünden çok, genel olarak baskıcı, antidemokratik yönlerini öne çıkardı bugüne kadar. Dolayısıyla hata en başta, toplumsal sorunlara, politik konulara işçi sınıfının çıkarlarının penceresinden bakma konusundaki eksiklikten, yetersizlikten kaynaklanıyor.

Bu eksiklik demokrasi gibi muğlak bir kavrama ve kağıt üstündeki yasalara gereğinden fazla önem atfetme hatasıyla el ele gidiyor. Bir toplumdaki gelişmeleri esas belirleyen, işçi sınıfı ile burjuvazinin uzlaşmaz çıkarları dolayısıyla karşılıklı olarak verdikleri sınıf mücadelesidir. Bu mücadelede taraflar kazanımlarını güvenceye almak isterler. Anayasalar da, diğer hukuk kuralları da böyle ortaya çıkar. İşçi sınıfı güçlü olduğunda, mücadelesiyle burjuvaziyi sıkıştırdığı bir aşamada, taleplerinin kanunlara, yasa maddelerine dönüşmesi için bastırabilir. Örneğin genel grev önündeki bütün kısıtlayıcı hükümlerin kalkmasını isteyebilir. Ama unutmamalıyız ki içinde yaşadığımız toplumu işçi sınıfı değil burjuvazi yönetiyor. Onların elinde çok daha fazla araç, çok daha fazla olanak var. Dolayısıyla onların hakim olduğu bu toplumda, sınıf mücadelesinde çoğu zaman kendisini güçlü hisseden taraf da onlar. Bugün Türkiye'deki durum da farklı değil. 30 yıldır 12 Eylül düzenine yaslanarak işçi sınıfına saldıran, haklarını tırpanlayan, mevzilerini elinden alan burjuvaziye bir dönem çok işine yaramış olan 12 Eylül anayasası bile artık dar geliyor. Dünyayı ekonomik krizin kasıp kavurduğu bir aşamada, taşeronlaştırmayı, sendikasızlaştırmayı, esnekleştirmeyi anayasaya yazdırmak istiyorlar. Eğitimin, sağlığın paralı hale gelmesini yeni anayasayla güvenceye almak istiyorlar. Bugün oturup yeni bir anayasa hazırlamaya başladıklarında yapacakları şey bu olacak.

Bunu yaparken burjuvazi işçi sınıfına, sola, diğer ezilenlere bir takım teselli maddeleri önerebilir. 12 Eylül anayasasının bir takım antidemokratik hükümlerini yumuşatabilir. Halbuki kırıntı düzeyindeki üç beş göstermelik düzenlemeye karşılık işçi sınıfının kaybı büyük olacaktır. Solun bunun farkına varması gerekir.

Kazanımlar anayasaya güçle yazdırılır

Yeni anayasayı gündeme getiren AKP oldu, TÜSİAD oldu, başka burjuva kuruluşları oldu. Burjuvazi gündeme getirmeden önce sol, yeni bir anayasadan söz etmiyordu. En azından bunu birinci gündem maddesi haline getirmiyordu. Sanıyorlar ki şimdi böyle bir tartışma açıldığına göre, sol da sözünü söyler ve bu söz dikkate alınır. Dikkate alınmak için bir şeyler söylüyor, alternatif bir anayasa öneriyor olmak yetmiyor. Bu sözleri güçlü bir biçimde söylemek, işçi sınıfının geniş kesimlerini bu fikirlere ikna etmiş olmak gerekiyor. Halbuki işçi sınıfı bugün solun değil, burjuvazinin Batıcı-laik ve İslamcı kamplarının peşinden gidiyor. Kimisi Erdoğan'a, kimisi Kılıçdaroğlu'na kulak veriyor. İşçilerin onlara değil sola, sosyalistlere kulak vermesi için önce bu duruma bir son vermek, işçi sınıfının burjuvazinin her iki kampından da bağımsızlaşmasını sağlamak gerekir. Referandumda evetçilerin ve hayırcıların peşine takılan solcuların bu işi daha da zorlaştırdığı ortada. Bütün toplumun kilitlendiği bir referandumda, Erdoğan'dan ya da Kılıçdaroğlu'ndan farkını ortaya koyamayan bir solu, yeni anayasa hazırlanırken kim dinler? Benzer şekilde, referandumdaki boykot tavrını Fırat'ın batısına, yani Kürt halkının ötesine taşıyamayan sosyalist örgütlerin, yeni anayasa tartışmasında bir taraf olabileceklerini düşünmelerine neden olan nedir?

Bu tablo elbette ki kalıcı değil. İşçi sınıfını bağımsız bir güç haline getirmek, kendi haklarına, kazanımlarına sahip çıkabilir hale getirmek mümkündür. Bu toplumun ezilenleri, 12 Eylül düzeninden de ancak bu şekilde kurtulabilir. Fakat bunun yolu bugün için, ne yeni bir anayasa istemekten, ne de burjuvazinin kamplarının peşine takılmaktan geçiyor. Bunun yolu işçi sınıfını kendi yanına çekecek bir üçüncü cephe örgütlemekten, işçi sınıfının bugünkü acil çıkarları etrafında örülecek bir mücadele vermekten geçiyor.