Alevi açılımları (!): Kırklar kapısından girmek kolay değildir! (Server Laçin - 09-02-2010)

Türkiye gündemini dikkatle takip eden herkes son günlerde "Alevi " kelimesinin ne kadar sık duyulduğunu fark edecektir. Alevi, Aleviler, Alevi mitingi, Alevi çalıştayı, Alevi kurumları, Alevi açılımı... İfadeleri çoğaltmak mümkün! Peki ama, bir zamanların neredeyse tabu kelimesi bugün neden bu kadar sık gündemimizde? Konu ile ilgili herkesçe bilinir ki, uzak değil daha yirmi otuz yıl önce Aleviler, Alevi olduklarını dahi dile getiremezdi. Alevi olmayan toplum kesimleri de bu ifadeyi kullanmak istemezdi.

Sanırız öncelikle bu son söylenenlerin bir açıklamasını yapmak yerinde olacaktır. Zira bir kimliğin kendisini saklaması, ya da diğerlerinin o kimliğin ismini dahi ifade etmekten kaçınması, ilk olarak ele alınması gerekenlerdendir.

Alevilere Yaklaşım

Evet, Alevilik bir tabu olarak görülmüştü. Çünkü yaygın bilinen ‘bu topraklarda yaşayan her ulusal ve dini kimliğe hoş görü ile yaklaşıldığı' iddiası kocaman bir yalandan ibarettir! Özellikle hak dini olarak adlandırılmayan inanışlar ki bunlar Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Musevilik dışında kalan tüm inançları kapsamaktadır, tarih boyunca çok ciddi baskılarla karşılaşmıştır. Bırakalım belli başlı haklar elde etmeyi bu toplulukların yaşam hakkı dahi ihlal edilmiş, pek çok durumda görüldükleri yerde imhaları savunulmuştur. Nitekim bunun sonucunda Alevilik, Yezidilik gibi inançların sahipleri mümkün olduğunca kendilerinden olmayanların ulaşamayacağı, saldırıya uğradıklarında ise kolay savunulabilecek yüksek dağ başlarını kendilerine yaşam alanı olarak seçmek zorunda kalmışlardır.

Baskı gören inançların başında gelen Alevilik yok sayılmış, Alevilerin ise Osmanlı zamanında öldürülmeleri fetva edilmiştir. Bazen bu şekilde saldırılara maruz kalan Aleviler, bazen de hak talepleri ve daha iyi bir yaşam için isyan etmiş, bunların sonunda ise çok ciddi kitle kıyımları ile karşı karşıya kalmışlardır. Osmanlının son yıllarına kadar devam eden bu süreçte elbette düzenle uzlaşma gayreti içinde olanlar da bulunmuştur. Bunlar büyük oranda sistemle bütünleşmeye çalışarak hem kendi kimliklerinden uzaklaşmış hem de başka kimliklerin köleleştirilmelerine hizmet etmişlerdir. Zaten ancak bu nedenle kendilerine sistem içinde yer bulabilmişlerdir. Ancak genel durum uzlaşmadan çok bir zorunlu direniş hali olarak özetlense daha doğru olacaktır.

Osmanlı Sonu Cumhuriyet Başı

Bu zorunlu direniş hali Osmanlının son dönemlerinde İttihat ve Terakki Partisi'nin girişimleri ile nispi bir değişiklik yaşamıştır. Çünkü bu parti iktidarını sağlamlaştırmak için o güne kadar baskı gören ve muhalefette kalan bu grubu elinden geldiğince sistem içine çekip kendisine destek yaratmak amacı taşımıştır. İktidarının ikinci döneminde, tek ve güçlü bir ulus yaratma projesini uygulamaya sokan bu parti diğer ulusal grupları imha amaçlı çalışmalar yaparken, Alevileri de bu tek ulusun bir parçası olarak göstermek için sözde ilmi çalışmalar yaptırmıştır. Tabii onları birinci dünya savaşına katmak için de özel isteklerde bulunmayı ihmal etmemiş, ancak Alevilerin büyük çoğunluğundan aktif bir destek görememiştir.

İttihat ve Terakki'nin başlattığı süreci, Mustafa Kemal öncülüğünde gerçekleşen burjuva devrimi tamamlamıştır. Bu süreçte Alevilere benzer bir yaklaşım benimsenmiş, onların kurtuluş savaşına katılmaları için girişimlerde bulunulmuştur. Bazı sözleri de içeren bu yaklaşım Kürt Alevilerden destek görmediği gibi, Koçgiri örneğinde ve devamında Dersim bölgesindeki bir dizi muhalefet örneklerinde görüldüğü gibi isyanlarla da karşılanabilmiştir. Fakat destek talebini olumlu karşılayan Aleviler de az olmamış, hem aktif bir şekilde savaşa katılarak, hem maddi destek vererek hem de yeni rejimi politik olarak sahiplenerek bu desteği ifade etmişlerdir. Peki, bu desteğin karşılığı ne olmuştur? Yaşam hakkı! Evet, kanaatimizce Aleviler bu desteğin karşılığında şehirlerde de yaşayabilme, devlet kurumlarında görev alabilme gibi haklar elde etmiştir. Ama bunun ötesi yoktur! Çünkü 1925'te çıkarılan Tekke ve Zaviyeler ile ilgili kanun uyarınca Alevilik açık bir şekilde yasaklanmış, Alevilik usulünce faaliyet gösteren, eğitim yapan, maddi kaynak oluşturan Alevi dergâhları kapatılmış, Aleviliğin gereği olan ayin-i cemler, kutsal yerlere ziyaretler yasadışı ilan edilmiş, Alevi din adamlarının Dede, Baba, Seyit, Pir, Rayber, Mürşit gibi unvanları kullanmalarına yasak koyulmuştur. İlk bakışta tüm dinlere yönelik gibi görünen bu uygulama, Sünni İslam bizzat devlet tarafından desteklendiği ve Diyanet İşleri adı altında korunup geliştirildiği için Aleviliğe yönelik bir baskı ve asimilasyon politikasına dönüşmüştür.

Bu politika en büyük tepkiyi Dersim ve çevresinde yaşayan Alevilerden gördü. Henüz bu bölgelere tam nüfuzu sağlayamamış Cumhuriyet, bu politikayı adım adım uygulamaya koyduğunda protestolarla karşılaştı ve bunlar yer yer isyana dönüştü. Ancak Alevi olmanın yanı sıra Kürt olma özelliği de taşıyan bu bölgeler adeta bir demir yumrukla, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in deyimi ile "analar ağlasın" denilerek vahşice ezildi. Onbinlerce insan öldürüldü, bölgedeki tüm dergâhlar ve kutsal mekânlar yakılıp yıkıldı, Alevi inanç önderleri katledildi ve sağ kalanlar Batıdaki Sünni Türk köylerine sürgüne gönderildi, burada çok ciddi bir asimilasyon yaşandı. Sürgündekilerin yaşadıkları arasından bazı örnekler dehşet verici. Örneğin henüz çocuklarını sünnet ettirememiş bir baba, sürgüne gittiği köyde ileride oluşabilecek tepkilerden korkarak, çocuklarını dağa kaçırıp sünnet işlemini balta ile son derece ilkel koşullarda yapmak zorunda kalabilmiştir.Yaşayanların ağzından örnekler çoğaltılabilir.

Bu ağır baskı ve yasaklama dönemlerinde öncülerini de yitiren Aleviler büyük ölçüde sindirilmiş ve ibadetlerini son derece gizli yapmak zorunda bırakılmışlardı. Herhangi bir direniş örgütlemenin çok uzağındaydılar. Ancak  1945'ten itibaren çok partili hayata geçişle birlikte, Alevilerde de kıpırdanma başlamış ve sisteme ilk tepki olarak oylar çoğunlukla Demokrat Parti'ye gitmiştir. Ancak bu partinin de Sünni İslam çoğunluğuna hitap etmesi ve politikalarını buna göre uygulaması Alevilerde bu partiye bir bağlılık yaratmamıştır.

1960-1980 Arası

1960'lı yıllar Türkiye'de pek çok açıdan gelişmelerin başladığı yıllardır. Her şeyden önce işçi sınıfı mücadele sahnesine çıkmış, önce mücadeleci sendikaları ile ardından kurduğu örgütlerle siyasetteki yerini almaya başlamıştır. Bu durum dünyada ortaya çıkan sol dalganın da etkisi ile gençlik içinde de yoğun mücadelelerin başladığı ve devrimci gençlik harekelerinin yükseldiği bir dönem yaratmıştır. Aleviler bu dönemde büyük oranda köylerden kentlere göç dalgasına katılmıştır. Önemli oranda bir nüfus yaşadıkları yerlerin son derece yoksul ve geçinmeye müsait olmayan ekonomik koşullarından dolayı Almanya'ya, ama çok daha büyük bir Alevi nüfusu da Türkiye'deki büyük kentlere akın etmiştir. Bu kentlerin varoşlarında yaşayan ve fabrikalarda işçilik yapmaya başlayan Aleviler, yükselen hak mücadelesine taşıdıkları proleter kimliğin etkisi ile çok güçlü bir destek vermiştir. Pek çok sol örgüt Aleviler içinde geniş bir taban oluşturmuştur. Aleviler bu mücadeleler sırasında, sakladıkları kimliklerini ifade edebilmeye ve varlıklarını daha belirgin bir şekilde hissettirmeye başlamıştır.

Bu durum iki farklı tepki almıştır. İlki CHP'nin tepkisi. CHP yükselen sol dalgayı görerek hızla sola doğru bir manevra yapmıştır ve "ortanın solu" şeklinde bir politika ile yükselen işçi, gençlik ve köylü hareketlerini çatısı altında toplayarak sistem içi hale getirmeye çalışmıştır. İşçi mücadelelerinin kendi partisini yaratamaması ve solun çok parçalı bir görünüm sergilemesi CHP'nin bu alanda bir başarı göstermesine yardım etmiştir. CHP taktığı sol maske ile yükselen sol dalgayı etkilemeyi başarmıştır. Bunun sonucunda Aleviler de büyük oranda CHP'nin yanında yer almışlardır ve o dönemden gelen, hala devam eden bir CHPcilik baş göstermiştir.

İkinci farklı tepki aslında Alevilerin adeta CHP'ye sığınmasının da bir nedenidir ki, bu faşizmin, yani MHP'nin saldırılarıdır. Özellikle kentlerde hızla yoksullaşan küçük burjuvaziyi, yoksulluklarının sebebi olarak kente köylerden gelen Alevileri göstererek örgütleyen MHP, özellikle Aleviler ile Sünnilerin dengede olduğu Maraş, Çorum, Sivas gibi illerde vahşi katliamlara girişmiştir. Hepsinde de direnişlerin etkisi ile tam hedefine ulaşamayan MHP, saldırılarını Alevilerin sol bir taban oluşturması nedeni ile de sürdürmeye devam etmiştir. Bu dönemde eli işçi ve öğrenci kanına bulaşan MHP, Alevilere düşmanlığın da adresi olmuştur.

12 Eylül ve Sonrası

12 Eylül'ün sol dalgayı ezdiği, işçi hareketini yok ettiği, öğrenci muhalefetini sindirdiği koşullar Alevilerin de sessiz olduğu bir döneme tekabül eder. Ancak 89 Bahar eylemleri ile sokaklar tekrar ısınır. İşte bu dönem Alevi hareketinin bu kez kendi kimliğini daha çok ön planda tutarak sahneye çıktığı dönemin başlangıcıdır. Bu dönemde Kürt hareketi de ciddi bir yükselişi yaşamaktadır.

Daha önce sol örgütlerin önemli kadroları arasında yer alan pek çok Alevi militan, bu örgütlerin yaşadıkları krizlerin ve Alevi kimliğine bu örgütlerin kayıtsızlığının bir sonucu olarak kendisini Alevi derneklerinde ifade etmeye başlamıştır. Kuşkusuz bu dernekler "Alevi" ismiyle örgütlenememekteydi ki hala öyle, ama kültür ve dayanışma dernekleri adı altında faaliyet yürütebilmekteydi. Hacı Bektaş-ı Veli dernekleri, Pir Sultan Abdal dernekleri ve bazı yöre dernekleri bu sürecin önemli unsurlarıydı. Fakat bu örgütlenme girişimleri cevapsız bırakılmayacaktı. Devlet bir yandan yükselen Alevi hareketinin sırtını sıvazlayıp, şatafatlı laflar etmeye başlarken bir yandan da gözdağı vermeye başlamıştı. 1993'teki Sivas katliamı, ardından gelen Gazi katliamı bunların en belirgin örneklerindendir. 90'lı yıllardan itibaren yükselen İslami harekete karşı Aleviler hem rejimin bayrağı altında toplanılmaya çalışılmış, hem de kendilerine yönelik imha operasyonları yapılarak örgütlenmeleri engellenmek istenmişti. Bir taşla iki kuş vurmak bu olsa gerek!

Fakat belli başlı ve derin sorunlar üzerinden örgütlenen bir kitleyi durdurmak pek mümkün değildir. Nitekim Aleviler 2000'li yıllar itibari ile çok yaygın bir örgütlenmeyi başarmış, dernekler birleşerek federasyonları oluşturmuştur. Bu sürece daha önceleri başta Almanya olmak üzere Avrupa'ya yerleşen ve burada örgütlenen Aleviler de büyük bir katkı sunmuştur. Bu örgütlenmelerin kendilerini yazılı ve görsel medyada ifade etmeye başlaması bir sıçrama noktası yaratmıştır. Başta Yol Tv olmak üzere pek çok kanal kuran Aleviler, verdikleri varoluş mücadelesini daha da örgütlü kılmış ve yaygınlaştırmıştır. Bu sürece kadar sisteme yakın ve rejimle bütünleşmiş Alevi örgütleri ön plandayken, bu süreçten sonra sistemle arasına mesafe koyan ve bir hak mücadelesinin göstergesi olarak net talepler ortaya koyan Alevi örgütleri ön plana çıkmıştır.

Bu sürecin meyveleri son yıllarda Sivas'da yapılan 2 Temmuz mitingleri ve geçen yıl Ankara'da yapılan büyük Alevi mitingi ile toplanmaya başlanmıştır. Özellikle yüz binlerce insanı bir araya getiren Ankara mitingi, pek çok güç odağına açık mesajlar iletmiştir. Bu mitingden alınan güç ile bu kez geçtiğimiz kasım ayında İstanbul'da son derece görkemli bir miting düzenlenmiştir. Diğer inanç sahipleri ile eşit olma talebini içeren bu miting, Alevi örgütlüğünün en önemli göstergelerinden olmuştur. Üstelik iki miting arasında belli farklar da ortaya çıkmıştır. İlkinde mevcut rejime daha yakın durma gayreti, sloganlardan tutalım da taşınan sembol ve bayraklara kadar kendisini hissettirmişti. Ayrıca tepki sadece AKP hükümetine karşıymış görüntüsü mevcuttu. Ancak aradan geçen sürede hem hareketin güçlenmesi, hem de önderlerinin Ergenekon planlarında imha edilecekler arasında yer alması durumu biraz daha değiştirmiştir. Bu kez sloganlar, bayrak, sembol ve dövizler tüm sistemi hedef almış ve hak talepleri daha da ön plana çıkmıştır.

Elbette ki, yaşanan gelişmeler sadece bizim tarafımızdan gözlenip, değerlendirilmiyor. Nasıl ki biz, hem takip edip, hem de ilerleyen Alevi hareketine hak taleplerini içeren her eyleminde destek oluyorsak, sokaklara çıkıyorsak, bu topraklarda düzeni temsil edenler de Alevi hareketini izliyor ve hatta bazen Alevi çalıştayları düzenleyerek, bazen de Ergenekon planları yaparak eyleme geçiyorlar. Alevilere yönelik düzen yanlılarının girişimlerini birkaç başlıkta ele alabiliriz.

MHP'nin Yaklaşımı

Sanırız bunlardan en kolayı MHP olacaktır. Çünkü MHP kasım ayı içinde, yükselen Alevi hareketine göz kırparak bir takım açıklamalarda bulundu. Hemen hemen tümü bir birine benzeyen on maddelik bir program sundu. Sözde bu program kabul edilirse Alevilerin sorunları çözülecekmiş... Alevilerin sorunlarının çözülmesinin ilk adımı dökülen Alevi kanlarının hesabının verilmesinden geçer! Çok uzaktan bahsetmiyoruz. 1978 Maraş'tan, yine aynı yıllarda Sivas, Çorum ve Malatya'dan bahsediyoruz.  Bu örneklerin hepsinde MHP'liler sahneye çıkmış, "İslam için, Allah için savaşa" naraları ile Alevilere saldırmıştır. Amaç bir darbe yapılmasının koşullarını yaratmak ve yapılan darbeden sonra iktidardan pay kapmaktı. Bu amaç uğruna yüzlerce Alevi'yi acımasızca katlettiler. Hatta bu nedenle göstermelik olsa da sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandılar. Sonuç? Yapılan, yapanın yanına kar kaldı. MHP aradan geçen zamanda, Kürt hareketinin ortaya çıkması ile saldırı oklarını Kürtlere yöneltti, Alevileri unuttu, ama Aleviler o günleri unutmadı, MHP'yi unutmadı. Sadece Alevi olduğu için Malatya'da berberde traş olurken boğazı ustura ile kesilen genci de, Maraş'ta öldürüldükten sonra soyulup sünnetli olup olmadığına bakılan amcayı da, karnı baltalarla yarılan hamile kadını da unutmadı. Bir dönem MHP'li faşistlerin elinde saz ile dolaşan herkese saldırdığını unutmadı!

MHP bunları unutturmak istiyor. Öldüre öldüre bitiremediği Alevileri şimdi açıkladığı sözde paketle kendisine benzeterek yok etmek istiyor. Yani değişen sadece taktik oldu. Çünkü Aleviler içinde konuya dair tartışmalar devam ederken, MHP söze "Alevi İslam" diye başlıyor, anlayacağımız kendileri o üstün zekaları ile sorunu çözmüş ve inancın adını koymuşlar. MHP ardından nedense(!) Alevi din adamlarının eğitilmesi meselesine el atmış bulunuyor. "Türkiye Alevilik Araştırmaları Merkezi" kurulsun, devlet buraya ekonomik destek versin, kurum idari olarak özerk olsun diyor. Devlet desteği ile Alevilik ne kadar özgür bir şekilde araştırılabilir? Mesela bu kurum Alevilik ve İslam öncesi inançları inancın ismi "Alevi İslam" olarak konulduktan sonra ne kadar rahat araştırıp ilişkilendirebilir? Hiç! Sonra MHP eğitim için İlahiyat Fakültelerinde "Tasavvuf İlimleri Bölümü" kurulmasını talep ediyor. Yani koca inanç "Tasavvufun" kanatları altına sığdırıldı. Henüz inancın ismiyle bir eğitim bile dile getirilemiyor. Bunun dışındaki talepler, "Alevi İslam" inancının zorunlu din derslerine dâhil edilmesi, cemevlerine devlet desteği sağlanması şeklinde özetlenebilir.

Proje belli: "yok edemiyorsan kendine benzet". Bunun için de eğitimi ve parayı kullan. Parayla satın al, eğitim ile de bugüne kadar dilden dile söylenerek gelmeyi başarmış, bu haliyle gücünü ve kadimliğini kanıtlamış bir inancı asimile et! Alevileri sadece tasavvuf erkânı göster, İslam'ın farklı bir yorumu göster. Artık sonrasında da "her şeyimiz aynı, bırakın bu işleri de İslam'ın şartlarını yerine getirmeye başlayın!" derler. O nedenle böyle bir yaklaşımdan uzak durmalı ama daha da öncesinde MHP'nin bu konuda konuşmasına Alevilerce yasak getirilmelidir. Eli Alevi kanına bulaşmış bir parti, Alevilerle ilgili konuşamaz.

CHP'nin Yaklaşımı

MHP'nin bile bir şeyler yapma ihtiyacı duyduğu Alevi sorununda CHP ilkin bir şaşkınlığı yaşamıştır. Zira Aleviler yaratılan olumsuz koşullar sonucunda hep yüzlerini CHP'ye dönmek zorunda kalmışlardı. Bunun için CHP'nin özel bir çaba içinde olmasına gerek yoktu. İktidara geldikleri her dönemde Aleviler onar yüzer katledilse bile, onları yüz binlerle milyonlarla katledilecekleri korkusuyla etrafına toplamak CHP için çok daha kolay olmuştu. Ancak bu kez CHP de bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetti! Geçtiğimiz yıl "Alevi açılımı" gündeme geldiğinde CHP Grup Başkanvekili Hakkı Süha Okay resmi bir ağız olarak, "Açılım yeterli değil, genişletilmeli." dedi. Peki ama, nasıl genişletilmeli?

CHP'nin programında bu konuda söylenenler son derece sınırlı ve aslında MHP'nin söylediklerinden özel bir farklılık taşımıyor. Onlara göre irtica tehdidi olduğu sürece Diyanet İşleri Başkanlığı varlığını koruyacak, Alevilere ise bu kurumda yer verilecek. Cemevleri ise devlet desteğine kavuşturulacak. Buna bir de ek olarak CHP Madımak Oteli'nin müze yapılmasını istiyor. Umarız bu müzeye dönemin CHP'si olan "SHP'nin seyirciliğinde bu katliam yaşanmıştır!" ibaresinin yazılmasına karşı çıkmazlar... İşte CHP'nin önerdiği genişletme bu kadardır! Alevileri çantada keklik olarak gören CHP, onların asimilasyonuna giden yola katkı koymayı benimsemiştir. Devletin Alevi'yi, önce yok ettiği, sonra görmediği dönemler CHP'nin bizzat işin içinde olduğu dönemlerdi. Şimdi de devlet kendi Alevi'sini yaratma dönemine geçiş sürecini CHP'nin desteği ile gerçekleştirmeyi planlıyor.

AKP'nin Yaklaşımı

Tüm bunların dışında, aslında, en geniş kapsamlı plan AKP tarafından hazırlanıyor. AKP hükümeti de ard arda gelen Alevi eylemlerinden ve hızla gelişen Alevi örgütlenmesinden sonra konuya el atmayı tercih etti. Çünkü görmezden gelme, uzak durma siyasetinin artık etkili olamayacağını ve bu durumun hareketi sistem dışı gelişime yönlendireceğini biliyordu. O nedenle yapılması gerekeni "tatlı dille" yapmayı tercih etti.

İlk olarak 2008 Kasımında "Alevi Açılımı" ismi telaffuz edilmeye başlandı. Ardından Başbakan Tayyip Erdoğan ve 17 Bakanı Abdal Musa Vakfı'nın düzenlediği Alevilerin tuttuğu Muharrem(oniki imam) orucu iftarına katıldı. Süreci koordine etmek için AKP'nin Alevi milletvekili Reha Çamuroğlu devredeydi. Çalışmalar AKP cephesinde onun kontrolünde sürdürülüyordu, ama gündeme AKP'nin neler yapacağına ilişkin bir şey düşmüyordu.

Bu girişimlerin sonucunda "Alevi Çalıştayı" ismi verilen bir dizi toplantının düzenlenmesi karar altına alındı ve bunların ilki 3 Haziran 2009'da yapıldı. Çalıştay'ın ilk oturumuna Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız, Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Fevzi Gümüş, Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Tekin Özbil, Alevi Dernekler Federasyonu Genel Başkanı Metin Tarhan, Hitit Üniversitesi öğretim üyesi Osman Eğri, Alevi postnişin Veliyeddin Ulusoy gibi daha çok kurum temsilcileri katıldı. Ancak Çalıştay'a Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu gibi bazı Alevi örgütlerinin çağrılmaması, bunun yanı sıra ilahiyatçı ve diyanetten yetkililerin çağrılmış olması tepki çekti. Çalıştay'ın bu ilk oturumunda Alevi kurumları soruna ilişkin düşüncelerini ve taleplerini aktardılar. İlk oturumun ardından farklı tarihlerde 5 ayrı oturum gerçekleştirildi ve Çalıştıy'a Devlet Bakanı Faruk Çelik başkanlık yaptı. Peki, şu ana kadar bir sonuç mevcut mu? Hayır!

Bu tablo AKP'nin tatlı dille sorun çözme, daha doğrusu sorun olarak gördüğü grupları çözme ve tasfiye etme sürecinin bir taktiği gibi. Yapılan şey ortadadır. İlk olarak sorunlarınızı önemsiyoruz ve çözeceğiz yaklaşımı hissettirilir. Olumlu bir hava yaratılmaya çalışılır ki yılların getirdiği baskı nedeniyle böyle bir girişim hemen etkili olur, herkes kısa bir an olsa da rahat nefes almayı ister. Ardından ikinci girişim gelir, "herkesi çözümün bir parçası yapacağız, herkes bu sürece katılmalı ve katkı koymalı!" Hayır efendim! Herkesi çözümün bir parçası yapamazsınız, çünkü herkesin elinde çözümü sağlayacak bir takım yetkiler yok. Yani yetki hükümetin elinde, diğer kurumlar ise sadece söz söyleyebilir. Şimdi bu durumda herkes çözümün bir parçası olabilir mi? Elbette ki olamaz, ama öyleymiş gibi rahatlıkla gösterilip, "Bunu hep beraber yaptık!" mesajı kolaylıkla verilebilir. Nitekim istenen tam da budur. Üçüncü adım "herkes" kavramını detaylandırır. Normalde Alevilik sorununda "herkes" denildiğinde bundan Alevi kurumları anlaşılır. Ancak sanıldığı gibi değildir! "herkes" denilirken gerçekten herkes kastedilmektedir. Konuyla ilgisi olsun olmasın, bir yığın kurum ve kişi toplantıya çağrılır ve bir bakarsınız ki, Alevi sorunlarının konuşulacağı ortamda Aleviler sayıca bile azınlık konumuna düşmüş! Nitekim 6. Alevi Çalıştayı'na Maraş Katliamı'nın mimarlarından Ökkeş Şendiler de davet edilmiştir. Ne kadar adil değil mi? Bu durum eşinin fiziksel şiddetine uğrayan kadının sorunlarını, ona şiddeti uygulayan eşinin, eşinin bir sürü erkek akrabasının ve nihayetinde kendisinin katıldığı bir toplantıda konuşmaya benzer ve bilin bakalım kimin istedikleri kabul olur?

Böyle bir kargaşa ve kaos ortamı Alevileri birlikte davransalar bile güçsüz ve azınlık konumunda bırakır. Ama işin bir de aksi pozisyonu vardır. Böyle bir ortamda Aleviler birliklerini koruyabilir mi? Bu pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü her kafadan bir sesin çıktığı durumlarda birliği korumak hiç de kolay değildir ve genellikle büyük çoğunluk karşısında parçalanma sonucunu doğurur. Nihayetinde hazırlanan plan tıkır tıkır işlemiş olur. Alevi sorunlarına çözüm arayan hükümet onlarla çalışmış ve bir sonuç çıkarmış olur. Ama bu sonuç planın kurnazlıklarından dolayı hükümetin kendi sonucu olur, ancak ortak sonuçmuş gibi gösterilir herkese ki herkes de bunu yer! Çünkü her şey son derece demokratiktir!

Bu tabloda yavaş yavaş sona yaklaşılmaktadır. İlk Çalıştay'da Alevi kurumları ağırlıktayken, daha sonrakilerine Diyanet ve İlahiyat yetkilileri damgalarını vurmuşlardır. Son olarak Ökkeş Şendiller de tuz biber olarak gelmektedir. AKP hükümeti sözde, Alevileri de kattığı süreçten birkaç sonuç çıkarmak istemektedir. Bunlardan biri Alevilere Diyanette temsil hakkı, diğerleri ise Alevi din adamlarına maaş bağlanması, zorunlu din dersleri müfredatına Alevilikle ilgili göstermelik ekler, cemevlerine devlet desteği şeklinde ifade edilebilir. Fakat bunlar bile kesin değildir, çünkü Diyanet çok güçlü bir direniş göstermektedir, AKP tabanından da muhalefet olduğu iddia edilmektedir. O nedenle bahsi geçen bu düzenlemelerden de bazıları devre dışı kalabilecektir.

Alevilerin Yaklaşımı

Peki, ne yapmalı? Bu soru çok cevaplı bir soru olarak görülse de tarihten gelen hak mücadeleleri bize çözüm için bazı ipuçları sunmaktadır. Öncelikle çeşitli partilerin başlattığı sözde Alevi açılımları nasıl ortaya çıkmıştır sorusu cevaplanmalıdır. Yazımızın ilk kısmında bu soruyu cevaplamaya çalışmıştık ki, bunun Alevi örgütlenmesi ve eylemleri sayesinde ortaya çıktığını iddia etmekteydik. O zaman yapılacak şey, bu örgütlenmenin güçlenmesi ve sağlamlaşması için çaba göstermek, yapılan eylemleri Alevi örgütlenmesinin bulunduğu her yere taşımak, kitlesellikleri için mücadele etmektir. Bu girişimler muhatabı olan hükümette en büyük etkiyi yapacaktır. Etki toplantılarda kaybolarak elde edilemez!

Bu örgütlenme sadece Alevilerle sınırlanmamalıdır. Sürecin her adımına Alevilerin dostları da dâhil edilmelidir. Bunlar, başta hak mücadelesi deyince ilk akla gelen emek örgütleri, yani sendikalar, tıpkı Aleviler gibi büyük bir ezilmişliği yaşayan Kürtler ve onların örgütleri ile hak mücadelesi veren tüm ezilenlerdir. Onların desteği olmaksızın mücadelenin başarıya ulaşma şansı azalacaktır.

Oluşturulan mücadele cephesi net ve belirli talepler formüle etmelidir. Mücadele bu talepler etrafında örülmelidir. Peki, bu talepler ne olmalıdır? Belki de önce ne olmaması gerektiğini vurgulamak daha doğru olacaktır. Örneğin Alevileri sistemin bir parçası haline getirecek, Aleviliği Sünni İslam'a dâhil edecek, bu sayede devlette temsil ve maddi destek yaratacak hiçbir uygulamanın içinde olunmamalıdır. Bu durum devletin dininin olmasını savunmayı ve devlet dini dışındaki inançlar ile inançsızlara ayrımcılık uygulanmasını meşrulaştırır. Bir nevi devletin bütün inançlara ve inançsızlara aynı uzaklıkta durması mücadelesini satmak anlamına gelir.  Zaten mücadele arkadaşlarını satan, Aleviliğin devlet eliyle zamanla ortadan kaldırılması sürecini başlatarak kendi inancını da satmış olacaktır.

Buradan hareketle taleplerin şunlar olması daha anlamlı olacaktır:

  • Alevilere yönelik katliam dosyalarının yeniden açılması, sorumluların yargılanması
  • Madımak Oteli'nin müze yapılması
  • Alevilik, kurumları ve din görevlileri için mevcut olan tüm yasakların kaldırılması
  • Cemevleri ve Alevi dergâhlarının ibadet yeri olarak kabul edilmesi
  • Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması
  • Zorunlu din derslerinin kaldırılması
  • Devlet kurumlarının tüm inançlardan uzak durması

Bu talepler hali hazırda Alevi hareketinin de talepleri konumundadır. Ancak bu hususta Alevi kurumları içindeki kafa karışıklıkları giderilmeli, Alevi tabanda taleplerin özümsenmesi sağlanabilmelidir. Bu talepler etrafında sağlanacak bir birlik ve mücadele Alevilere yüzlerce yıllık bir ezilmişlikten kurtulmanın kapılarını açacaktır.