AKP kömür erzak dağıttı, CHP muhalefet yapamadı. (İşçi Mücadelesi Sayı:22 - 23-08-2007)

Birbirinden Bağımsız Adaylar

Ancak yaratılan sadece bir ittifakın görüntüsünden ibaret oldu. İttifak tartışmaları siyasi parti ve grupların DTP ile yaptığı birebir görüşmeler şeklinde gerçekleşti. Daha önceki Emek, Barış, Özgürlük Bloku (1995) ve Emek, Barış, Demokrasi Bloku (2002) deneyimlerinde ise bloku oluşturan güçler bir araya geliyor, belirli bir program üzerinde anlaşmaya varıyor, seçim çalışmalarının temalarını ve materyallerini konuşup aday listelerini belirliyordu. Bu süreçlerde belirli sorunlar yaşansa da işleyiş bir ittifakın doğasına daha uygun biçimde gerçekleşiyordu. 22 Temmuz seçimlerine giderken bunların hiçbiri olmadı. Dolayısıyla da ortaya ne ortaklaşılmış bir program ne de bir çatı çıktı. Bu durum kampanyanın adına doğrudan yansıdı. Daha önce belirli bir programın ana noktalarına işaret eden Blok isimleri yerine bu sefer herhangi bir burjuva partisini bile kapsayabilecek, tek özelliği “şiirselliği” olan “Bin Umut” ismi benimsendi. Siyasal öznelerin DTP ile bir masa etrafında bir araya gelemediği ve bir ortak programın neredeyse tartışılmadığı bir süreçte sorunun adayların ve bu adayların seçim bölgelerinin belirlenmesine sıkışması kaçınılmazdı. Nitekim bu sürecin sonunda seçim programının nasıl olması gerektiğine ilişkin EMEP, SDP ve ÖDP’nin DTP ile yaptığı herhangi bir tartışma kayıtlara geçmezken, süreç boyunca akıllarda kalan Levent Tüzel’in gergin tartışmaların (bir ara EMEP’in çekildiği açıklandı) ardından İzmir 2. bölgeden 1. bölgeye kaydırılması (İzmir 1. bölgede seçilme olasılığı daha yüksekti); Ufuk Uras’ın (BirGün sayfalarına yansıyan biçimde) kendi partisini bile karşısına alarak İstanbul 1. bölgede aday olması ve DTP’nin İstanbul 2. bölgede önce Baskın Oran’ı desteklediğini açıklayıp ardından yerel örgütlerin basıncıyla Doğan Erbaş’ı aday göstermesi oldu. Adaylar belirlenip de seçim çalışmaları başladığında ortada “birbirinden bağımsız” adaylar tablosu vardı. Hatta ittifak yaptığı söylenen ÖDP, Genel Başkanları Ufuk Uras’ın da aday olduğu İstanbul dışında Bin Umut Adaylarının bulunduğu bölgeler de dahil olmak üzere kendi listeleriyle seçime girdi. Bu tutum Adana ve Mersin gibi bölgelerde kritik sonuçlara da yol açtı.

Bu genel durumun nedeni olarak zaman yokluğunu ve hazırlıksızlığı göstermek anlamsızdır. Çünkü en azından DTP, EMEP, ESP ve SDP seçim öncesinde de sürekli diyalog halindeydi. Hatta İstanbul’da İşçi Mücadelesi’nin de içinde yer aldığı Barış, Demokrasi ve Özgürlük Platformu gibi daha geniş birlikler de mevcuttu. Tüm bu olanaklara rağmen seçim hazırlıklarının aday pazarlığına indirgenmiş olmasının sorumluluğu başka etkenlere havale edilemez. Bu tabloya bakıldığında gerçek tüm açıklığıyla ortaya çıkmaktadır. Bir programın, bir anlayış birliğinin hatta oylara yansıyacak genel bir işbirliğinin bile olmadığı bir ortamda Bin Umut Adayları’nı bir arada tutan esas olarak Kürtlerin oyları olmuştur. Seçim öncesinde Kürt hareketiyle arasına mesafe koymaya özen gösteren Ufuk Uras’ın kendi partisiyle çatışmak pahasına Bin Umut Adayı olmakta ısrar etmesi başka türlü açıklanamaz.

Emekten Bağımsız Seçim Deklarasyonu

Nihayet bu kampanyayı birleştirenin, Kürtlerin oyları olduğunun en önemli kanıtı Bin Umut Adayları’nın seçim deklarasyonudur: “Ülkemizde, demokrasiye, toplumsal barışa, eşitliğe, hukuka ve adalete en çok ihtiyaç duyduğumuz bu tarihi dönemde…” diyerek başlayan deklarasyonda sadece demokrasi ve barış sorununa vurgu yapılmıştır. 3 sayfalık metinde demokrasi kavramı çeşitli biçimlerde 30 defa kullanılmışken; emek, emekçi, iş, işçi, işsizlik kelimelerinin metinde kullanılma sayısının “0” olması çarpıcıdır. Yoksulluk kavramı, o da yalnızca doğuda yoğunlaşan yoksulluğu ifade eden biçimde sadece 2 defa kullanılmıştır. Emperyalizme ve Ortadoğu’da yaşanan işgale de hiç değinilmemiştir. Böylesi bir tavrın tüm ülkeye seslenilen bir seçim döneminde üstelik de “sol bir ittifak” söz konusu edilmişken ne kadar yanlış olduğunu bir an için bir kenara bırakalım. Diyelim ki bu deklarasyon genel bir açıklamadır ve Kürt sorununa vurgu yapmak özel bir tercih olmuştur. İstanbul’da sosyalist adaylar Uras, Birdal ve Tüzel’in de katıldığı Kağıthane mitingi için dağıtılan bildirilerdeki içerik nasıl açıklanacaktır? On binlerce belki de yüz binlerce basılan bu bildirilerin esas olarak işçi ve emekçilerin eline ulaşacağı ve onları miting alanına çağıracağı açıktır. Oysa bu bildirilerde de emekten ve emeğin haklarından tek kelimeyle dahi söz edilmemiştir.

Emekten, işçinin ve emekçinin sorunlarından bu kadar uzak bir kampanya yürütülmesi bir reklamcılık yanlışı değildir. Siyasal bir aymazlığın ve sosyalistler açısından ilkesizliğin ifadesidir. Bugün demokrasi sorunu yakıcı biçimde geniş Kürt halk yığınları tarafından yaşanmaktadır. Demokrasi sorununu aynı düzeyde önemseyen diğer kesim ise örgütlü sosyalist kesimler ve orta sınıfa mensup sol liberal ya da çoğu kez sadece liberal entelektüellerdir. Bu kesimler dışında kalan devasa emekçi yığınların demokrasi sorunuyla hiç ilgilenmedikleri, ilgilendiklerinde şovenizmin etkisiyle devletçi politikalara daha yatkın durduğu, esas duyarlı oldukları alanın ise iş ve aş sorunu olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bu geniş kesimi demokratik haklar için duyarlı hale getirmenin tek yolunun sınıfsal bir politik hat olduğu açıktır.

Şimdi “Bin Umut Adayları”nın sosyalistleri başta Tüzel ve Uras olmak üzere bilgiç bir tavır takınarak AKP’nin başarısından CHP’nin laiklik ve milliyetçilikle sınırlı kalan muhalefet anlayışını sorumlu tutuyorlar. Sadece kültürel haklar ve demokrasi sorunu etrafında yayınlanan deklarasyonlar ve bildirilerle kampanya yürüten Bin Umut’un, özellikle de sosyalistlerin önce kendilerine dönüp bakması gerekmez mi? Emeğin sorunlarına miting bildirisinde bile yer vermeyenlerin CHP’den şikayet etmeden önce kendilerine bakmaları gerekmez mi?

Nihai Çözüm İçin: Emekçiler ile Ezilenler El Ele!

Emekten, emeğin sorunlarından bu denli uzak olmanın tek açıklaması sadece Kürtlerin oylarının hedeflenmiş olması ve baştan itibaren bu temelde pazarlık yapılmasıdır. Ancak bu yaklaşım sürdükçe Kürtlerin oylarının da garanti olmadığı AKP’nin bölgede arttırdığı oylarla kanıtlanmıştır. Sırrı Sakık’ın televizyonda AKP’nin kömür, erzak rüşvetlerinden ve yeşil kart baskılarından yakınması doğrudur, haklıdır. Ancak DTP’nin bu konularda Kürt emekçi yığınlarına sunduğu politikalar nelerdir? DTP’nin işsizliği çözme önerisi nedir? Sağlık politikası nasıl olacaktır? Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk çeşitli vesilelerle, demokratik davranırsa AKP ile çeşitli başlıklarda işbirliği yapmaya sıcak baktıklarını açıkladılar. Görünen o ki seçim öncesi olduğu gibi mecliste de AKP’nin işçi, emekçi düşmanı politikaları Bin Umut Adayları’nın yapacağı muhalefetin temeli olmayacak. “Yeterli sonucu almamamızda belirleyici olanın parti yetmezlikleri olduğunu açıkça büyük bir cesaretle ifade ediyoruz” diyen DTP eşbaşkan vekili Nurettin Demirtaş’ın ve tüm Kürt hareketinin aynı cesareti DTP’nin politikalarını eleştirirken de göstermesini dileriz.

Bugün yapılması gereken sorunu AKP’nin kömür ve erzak dağıtımına bağlama kolaycılığına kaçmadan gerçek bir sol muhalefetin emekçi yığınlara dayanması gerektiğini bilince çıkartmak ve bu anlayışı meclis dahil tüm platformlara taşımaktır.

Kürtler ne yer, ne içer?

DTP’nin bu seçimde 2002’ye göre büyük oranda oy kaybettiği herkesin bildiği bir şey. Kürt hareketi eskiden Batı’da belirli bir oy eşiğinin ötesine geçmekte zorlanıyordu, bu seçimde ise sadece Batı’da değil, en güçlü kalelerinde bile oy kaybetti. 2002’ye göre seçmen sayısı arttığı halde, DTP adaylarının aldığı toplam oy 630 bin civarında azalmış durumda. Elbette bağımsız adaylara oy vermek (devletin halkın iradesini ifade etmesini engellemek için aldığı tedbirlerin de katkısıyla), bir partiye oy vermekten pratik olarak çok daha güçtür. Buna birçok başka faktör eklenebilir. Ama 630 bin oy farkını bunlar bütünüyle açıklar mı? Bölgede AKP’nin yaptığı atılımı bunlar açıklar mı? Kürt hareketine yakın bir yazar, Gündem gazetesi yöneticisi ve yazarı Yüksel Genç açıklayamayacağı kanısında. Bakın ne diyor:

“Asıl sorgulanması gerekenler; yerelin en ücra köşesine kadar oluşturulmuş bir örgütlülüğün var olup-olmadığı, halkla içiçelik düzeyi, buna bağlı olarak halkın sosyal, siyasal, ekonomik ihtiyaçlarına göre politika ve söylem oluşturulup oluşturulamadığıdır... Bu halk yürüttüğü mücadelenin kahramanıdır. Dolayısıyla salt onların kahramanlıklarını anlatmak değil yaşamdaki güncel ihtiyaçlarına da yanıt oluşturmak gerekliydi.” (Gündem, 2 Ağustos 2007)

Çıkan ders açıktır: sadece Türk işçi ve emekçisinin değil, bu toprakların en yoksul insanları olan Kürtlerin de sosyal ve ekonomik sorunları vardır. İşçi Mücadelesi’nin söylediği işte bu kadar yalındır.