Yeraltından gelen homurtu

Aşağıdaki yazı, Aralık 2012'de Gerçek gazetesinde yayınlanmıştı. Bugünkü dev fiili metal grevinin ön işaretlerine dikkat çekiyordu. Bu tür bir eylem potansiyelini öngörüyor, buna hazırlıklı olmanın gereğine dikkat çekmiş oluyordu. Bu hazırlıklılık, Devrimci İşçi Partisi için sadece genel bir politik yöneliş demek değildi. İlk sayısı Kasım 2011'de yayınlanan Metal İşçisinin Sesi bülteninin bugüne kadar 21 sayısının yayınlanması demekti. Ocak ayında Birleşik Metal üyesi 15 bin işçi greve gittiğinde hummalı bir faaliyet demekti. Kaç zamandır Bursa'da, Kocaeli'nde, Manisa'da ve başka yerlerde metal fabrikalarında çalışmaya özel bir biçimde odaklanmak demekti. Son çeyrek yüzyıl Marksizm yorgunlarıyla Marksistler arasında nice tartışmalarla geçti. Bu tartışma konularından biri de işçi sınıfının artık dağıldığı, parçalandığı, eskisi gibi mücadelelere girişemeyeceği iddiası idi. Marksistler ise bütün olumsuz koşullara rağmen, sınıf çelişkilerinin aynen 19. yüzyılda olduğu gibi, örgütsüz bir işçi sınıfını bile büyük eylemlere sürükleyeceğini ısrarla söylediler. Büyük fiili metal grevi, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, başka bütün konularda olduğu gibi, bu konuda da Marksistlerin haklı olduğunu ortaya çıkardı. Şimdi "yeraltından gelen homurtu" yer üstüne çıktıktan, kulakları sağır eden bir gök gürültüsü halini aldıktan sonra sevinmek güzel. Ama sosyalistlerin görevi sevinmek değil, görev günü geldiğinde ona hazır olmaktır. Bu hazırlığa ışık tutacak tek kılavuz ise Marksimdir.

 

Marksizm bir teori, bir bilim olarak üstünlüğünü en çok geleceği öngörme kapasitesinin başka düşünce tarzlarını fersah fersah aşmasıyla kanıtlar. Ama bir alan vardır ki, orada dakik öngörüler yapmak Marksizm için de çok zordur. Ezilen sınıfların düzenin kendilerine reva gördüğü muameleye tepkisinin ne zaman patlayacağını, bu patlamanın ne zaman bir isyana dönüşeceğini, isyanın en zaman devrim boyutlarına ulaşacağını öngörmek modern tarih boyunca Marksistleri en çok uğraştıran konulardan biri olmuştur. Bu yüzden Marksist bir parti bu tür patlamalara, isyanlara, devrimlere uygun ortam yaratabilecek çeşitli koşulları (uluslararası durum, ekonomik faktörler, ülke çapında bir siyasi kriz olup olmadığı vs.) her an hesaplamalı, ama öte yandan sınıfın kendi bağrından gelen işaretleri de en hassas tabip tarzıyla izlemelidir.

Bu yazıda konumuz isyan ya da devrim değil. Çok daha alçakgönüllü düzeyde sınıf mücadelesinin eğrisi. Yani belirli bir dönem boyunca içten içe yanan sınıf kininin ne zaman kitlesel ve yaygın ölçekte grevlere, direnişlere, eylemlere, fabrika işgallerine dönüşeceği meselesi. Aynen kapitalist ekonominin kendisi gibi, sınıf mücadelesi de kapitalist toplumda daima iniş çıkışlarla gelişir. Türkiye’de 1960’lı ve 70’li yıllar muazzam sınıf mücadelelerine sahne olmuşken, 1980 yenilgisi 80’li yılları son derecede durgun bir evre kılmıştır. 1989-1997 arası, özellikle de 1994’e dek yine güçlü mücadelelerin verildiği bir dönemdir. Ama 1997’den bugüne, uzun bir zaman dilimi boyunca, işçi sınıfının mücadelesi genellikle çok düşük bir düzeyde seyretmiştir. Bunun istisnaları yok mudur? Elbette vardır: Birçok işyerinde ve işkolunda verilen kahramanca mevzii direnişlerin ötesinde, İzmit Seka fabrikasının işgali veya Tekel işçilerinin Sakarya Komünü, en değme yükseliş döneminde bile parmak ısırttırıcı eylemler olarak dikkati çekerdi. Ama işin incelikli yanı da o ya: böyle muhteşem eylemler bile durgunluk dönemlerinde sınıfı genel bir hareketlenmeye götürememektedir.

Bugün henüz öyle kitlelerin düş gücünde kıvılcımlar çakan eylemler yok. Ama daha derinden, daha yeraltından gelmekte olan homurtulara kulak vermeliyiz. Bu homurtuların başında metal işçisinin 2012 Bursa meydan savaşı geliyor. Bu yılın bahar aylarında Bosch’a bağlı üç fabrikada sektörel bir devrim yaşandı! Onyıllardır Türk Metal denen faşizan, tüccar, sarı sendikanın cenderesinde yaşayan metal işçisi binleriyle isyan etti, Birleşik Metal sendikasına geçti. Bu kadar büyük bir sarsıntı yaşanınca, elbette düzenin bütün güçleri harekete geçerek işçiyi tehdit, ürkütme ve kandırmaca yöntemleriyle Türk Metal’e geri çekmek için seferber oldu. Bosch Rexroth’ta ve fren fabrikasında başarılı olamadılar, ama ana fabrikada önemli mevzileri geri kazandılar. Henüz durum ortada, ama onlar bütün metal sektörünü baskına uğratacak bir seli engellediklerini, hasarı sınırladıklarını umuyorlardı. Ki Arçelik sokağa çıktı, Renault’da fabrika işgali patlak verdi. Bu, metal isyanının ikinci dalgası idi. Şimdilik bu da duruldu. Ama işçi sınıfının en iyi koşullarda çalışan bölüklerinden biri böyle aniden fabrika işgaline gidiyorsa, yeraltından gelen bu homurtuyu duymak gerekir.

Bu sektörün metal olması üç bakımdan önemlidir: Birincisi, Türkiye işçi sınıfının 1960-80 aralığındaki dev mücadelelerinde öncü sektör metal olmuştur. Bu yüzden burjuvazi 12 Eylül sonrasında metal işçisini faşizan ve mafyavari bir örgütün cenderesine dikkatle sıkıştırmıştır. Şimdi bu bölüğün enerjisi bu cendereden kurtularak serbest kalırsa, eğri yeniden tersine dönebilir. İkincisi, otomotiv başta olmak üzere, metal Türkiye kapitalizminin güncel evresinde sermaye birikiminin öncü sektörü rolünü oynamaktadır. Yani kapitalist ekonominin başarısı için hayati önemi vardır. Üçüncüsü, en örgütlü kesimlerden olan metal işçisi sokağa çıkarsa, bu, sınıfın örgütsüz veya zayıf örgütlenmiş kesimleri üzerinde muazzam bir etki bırakacaktır. Kahraman Tekel işçilerinin fabrikası yoktu. Metalciler dev fabrikaların kaderini ellerinde tutuyor!

Kriz Avrupa’dan Türkiye’ye doğru bağıra çağıra geliyor. Dünyanın en büyük çelik üreticisi Arcelor Mittal, Fransa’daki Florange fabrikasını kapatmaya yöneliyor. İşçiler direnişe geçiyor. Hükümet telaş içinde “geçici kamulaştırma” konuşuyor. Bu olaylar bize geleceğimizi anlatıyor. O yüzden metal işçisinin öfkesinin ekonomi henüz krize girmeden önce kabarmış olması müthiş önemlidir. Kulaklarınızı yere dayayın: Şimdilik sadece homurtudur, yarın bir uğultuya, öbür gün kulakları sağır edecek bir gürültüye dönüşebilir. O gürül gürül gürültü bizim kulaklarımıza en güzel müzik gibi gelir!

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2012 tarihli 38. sayısında yayınlanmıştır.