Soma: Adalet yeraltında kaldı; yerüstüne çıkamadı!

Soma katliamının zeminini teknik nedenler değil, sınıf politikaları hazırlamıştır. Soma davasında vicdanları yaralayan, adaletsiz kararlar da aynı şekilde bir hukuk çarpıklığı olarak görülemez, sistemin bir ürünüdür.

Soma’nın Eynez bölgesinde bulunan Eynez Maden Ocağı, Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından AKP hükümetine yakın Soma Kömür İşletmeleri’ne hizmet alımı yöntemiyle özelleştirildi. AKP’nin fosil yakıta bağımlı enerji politikası bu özelleştirmeyi zorunlu kılıyordu. Bu madenden çıkan kömürler termik santrallerde dönüştürülerek elektrik enerjisi elde ediliyordu. Bu madenden çıkan kömürler sobada yanabilecek boyutta çıktığı için AKP’nin seçim döneminde “seçim yardımı” olarak dağıtılıyordu. Madenlerin özelleştirilmesine yoğun tepki verilse de, toplumsal muhalefetin gücü bu özelleştirmeyi engellemeye yetmedi.

AKP hükümeti, Soma Kömür İşletmeleri’ne bağlı madenlerin teknolojik gelişimine büyük önem verdi. Bölgede ufacık bir maden ocağı ile madencilik hayatına başlayan Gürkan ailesi, AKP hükümeti ile beraber binlerce işçi çalıştırmaya, kömür sektöründe önemli patron örgütlerinin yönetimlerinde yer almaya başladı. Soma Holding CEO’su Can Gürkan, Amerika’da finans eğitimi almış, yabancı dil bilen, jeoloji mühendisi babası Alp Gürkan gibi madenciliğe ilgi duyan bir patron. Soma’da, hükümetin kendisine açtığı bu alanla beraber korkunç bir sömürü düzeni yarattı. 

Her patronun yaptığı gibi, neo-liberalizmin doğasına da uygun olarak Soma Kömür İşletmeleri üç ana strateji işledi. Güvencesiz, ucuz emek gücü, örgütsüzleştirme ve taşeronlaştırma. Örgüsüzleştirme dediğime bakmayın; dünyanın her yerinde kolay kolay göremeyeceğiniz bir yöntemle bir patron, “sarı sendika” Türkiye Maden İş ile anlaşarak, sendika üyelik için noter paralarını ödedi ve Soma Kömür İşletmeleri’nde çalışan her işçi bu sendikaya üye olmak zorunda kaldı. Katliam sonrası yapılan sendikal çalışmalarda DİSK’li sendikacıların sahada en çok zorlandığı konulardan bir tanesi işçinin kafasında oluşan “patron yanlısı sendika” algısını kırmak oldu. Kâğıt üzerinde iş yeri temsilciği seçimler yapıldı, işçilerin şikâyetleri hiç duyulmadı. Binlerce lira maaş alan sendika yöneticileri, son model arabalardan inmedi. Bu eğilimleri gören işçiler çarpık sendikal algıyı, doğru bir sendika modeli olarak algıladı.

Şirket üretimi artırmak için madende çalışan çavuşlara ve başçavuşlara şirket kurdurarak onlara taşeronluk yaptırdı. Taşeronların burada yaptığı ilk hamle işçiler arasındaki dayanışmayı engellemek ve onları memleketlere göre bölmek oldu. Soma; küçük İstanbul’dur. Türkiye’nin birçok bölgesinden göç alır. Madende Somalı bir işçi, Karadenizli bir işçi ile kazma sallar, Kütahyalı bir işçi ile delik deler, Balıkesirli bir işçi ile banda kömür koyar. Ağır iş kolu olan madencilikte saatlerce yerin altında çalışan maden işçisi işten yorgun çıktığı için, farklı panolarda çalışan, farklı şehirlerden gelen kaynaşacak mekân bulamıyordu. Taşeronlar memleketçiliği de kullanarak işçi sınıfının birleşmesinin kaynaşmasının önüne set çektiler.

Taşeronlar üretimi artırmak için kırbaç görevi görüyor, katliamın en büyük nedenlerinden biri olan üretim zorlamasının uygulayıcıları oluyorlar. Taşeronlar, örgütlenen işçilerin önünü kesmek ve onları patron yanlısı sendikaya üye olmasını engellemek için aynı zamanda bir zorbalık görevi üstleniyordu.

Soma’daki maden işçisi profili, diğer maden kentlerinde çalışan maden işçilerinin profiline benzemiyor. Soma’lı madenciler sosyolojik sınıf haritalamasında yarı proleter dediğimiz sınırda yer alıyor. Somalı madenciyi yeraltından çıktıktan sonra tarlasına gidip domates, biber ve patlıcan ekerken, hafta tatillerinde pazarda “domates üç lira!” diye bağırırken görebiliyorduk. Oysa, madencilik yoğunlaşma ve dikkat isteyen bir iş koludur. Madencinin bütün dünyasının yeraltı olması gerekir. İşle bütünleşmeyen bir beden, beyin ile o işi özümsemekte zorlanır. Herhangi bir ek iş yapmayan Kütahyalı, Savaştepeli, Ordulu, Artvinli madenciler ise madenciliği daha iyi özümsemiş işçi gruplarındandır. Sadece madencilik yaparlar. Tarımın tasfiyesinden sonra birçok tarım üreticisi zorunlu olarak madende çalışmaya başlamıştır. Tarım, örgütsüzlüğün ve kuralsızlığın çok yoğun yaşandığı bir alandır. Örgütlenme deneyimi olmayan tarım üreticileri örgütsüz bir şekilde madende çalışmaya devam ediyordu. Madende iş cinayetlerinden korunmanın en doğru yolu örgütlenmektir.

Burjuvazi gündemine işçi sağlığını almak istemez ve bu konuda harcanacak parayı fazla masraf kalemi olarak görür. İşçi sağlığı işçilerin gündeminde her zaman olması gerekir. Ancak örgütsüzlüğün kol gezdiği bir sahada işçi sağlığı konusunun da gündem olmasını bekleyemeyiz.

Katliama teknikçi bir bakış atarak bunun hukuki ve mevzuata bağlı nedenlerle gerçekleştiğini söylemek bir zihin tembelliğidir. Teknik olarak bu katliamı engellemeyi düşünebilirsiniz, ancak,  yukarıda anlatılanlar katliamlara neden olabilecek bir iklimdir. İşçi sınıfının hedefi politik olarak böyle katliamların yaşanmasını engellemek olmalıdır. Yanan bant, kaçış yollarının olmaması, oksijen maskesi eksikliği her zaman giderilebilecek eksikliklerdir.  Üretim zorlamasını ölümleri göze alarak yapmak, işçinin oksijen maskesinden kısmak, kömür alanlarını kaçış yollarına tercih etmek, bir eksiklik değil, tercihtir.

Soma katliamı böylesine koşulların hüküm sürdüğü bir sahada ve zamanda meydana geldi. Hazırlanan bilirkişi raporlarında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın kusurlu olduğu, madenleri özelleştirerek taşeronlara devrettiği vurgulandı. Ailelerin direnişi, avukatların başarılı tutumları sayesinde Soma Holding CEO’su Can Gürkan ve üst düzey şirket yöneticileri 4 yıl tutuklu kaldı. Ancak 11 Temmuz’da görülen karar duruşmasında ödül gibi cezalar geldi.

Bu “cezaların” nedenleri uzun süre tartışılacaktır. Soma’dan çıkarılması gereken önemli dersler var. Soma davası; dam onaran inşaat işçisinin, koli yükleyen antrepo işçisinin, uçak kullanan pilotun, elektrik tesisatı döşeyen elektrik teknisyeninin, işçi avukatın, ne ders olsa veren akademisyenin, fotoğraf çeken gazetecinin, terapi yapan psikoloğun davasıydı. Türkiye’nin en büyük işçi katliamında maalesef bu kader birliğini yakalayamadık. Bu mahkemeden kendisi lehine çıkacak olumlu kararı burjuvazi dört gözle bekliyordu. Patronların avukatları olası kasttan verilecek cezanın madencilik sektörüne “büyük darbe” vuracağını açık açık söylediler. Karar gelecekte gerçekleşebilecek iş cinayetlerine karşı emsal bir karar olabilirdi. Davaya Türkiye solunun ve kitle örgütlerinin ilgisi kısıtlı oldu, adalet arayan madenci aileleri yalnız bırakıldı. Mahkeme süreçlerinde aileleri yalnız bırakanlar, mahkeme çıkışında mücadele ve birlik çağrısı yapmaktan geri durmadı. Aileler mahkeme sürecinde kendisi ile dayanışmayan bu kesimlerin çağrısını inandırıcı bulmadı.

Sertleşen istibdat rejimi yeni dönem için şifrelerini verdi; işçi sınıfını zor günler bekliyor.

İş cinayetlerine ve meslek hastalıklarına karşı teknik koşulların iyileştirilmesini istemek ve hukuki taleplerde bulunmak doğru olsa da yetersizdir. Sorun sistem sorunudur, merkezinde sınıf çıkarları yer almaktadır ve bu yüzden işçi sınıfının mücadelesi açısından kamulaştırmayı ve işçi denetimini savunmak önümüzdeki dönemki görevler arasında öne çıkmalıdır.

Soma’da yitirdiğimiz canları unutturmamalıyız.