Metal Fabrikalarından Haberler

''Metal Fabrikalarından Haberler'' köşesinde, metal sektöründe çalışan işçi arkadaşlarımızın fabrikadaki deneyim ve mücadelelerini aktarmaya devam ediyoruz.

 

Ya birlik olacağız ya da bu düzen böyle gidecek!

Ben Manisa’da bir fabrikada metal işleme, CNC işinde çalışıyordum. 4 aylık sözleşme imzalamıştım. Ancak işe başlar iken bana izin konusunda her hangi bir sorun olmayacağı söylendi. Acil işim çıktığı zaman izin istediğimde olmaz dediler, telafi çalışması yapmamı istediler. Akrabamın cenazesi için izin istememe rağmen bana telafiye gel dediler.  Ben de cenaze izni vermedikleri için cenazem için rapor yazdırdım. İşyerine gittiğimde işe rapor almamdan dolayı bana karşı tavır almaya, baskı yapmaya başladılar. Daha sonra hastalandığım için hastaneden 2 günlük rapor aldım. Raporum bittiğinde vardiya amiri “seni işten çıkarırım. Ben burada 10 senedir çalışıyorum. O kadar rapor almadım. Böyle devam edersen seni işten çıkarırım” diye beni tehdit etti. Ben de “çıkar, çıkaramıyor isen ben istifamı yazarım” dedim. Yaklaşık 3 ay çalıştığım fabrikada 3 gün rapor almam nedeniyle böyle bir baskıya uğradım. Bir süre çalıştıktan sonra işe gelip, üstümü değiştirip, bölüm toplantısı için bölüme gittiğimde işten çıkarıldığımı söylediler. Neden üzerimi değiştirmeden önce söylemediklerini vardiya amirine sorduğumdaysa “öyle oldu işte” dedi.

Benim çalıştığım fabrika çalışma şartları bakımından kurumsal gibi bir yer olmasına rağmen fazla mesai ücretleri %60 ödeniyordu. Yemekler sorunluydu. Fabrikanın sahibi yemekhanede yaptığı toplantılarda işçilere baskı uyguluyordu. Bundan yüz bulan vardiya amirleri ve üretimden sorumlu müdürler işçileri sürekli baskı altında tutup mobing yapıyorlardı. Diyeceklerim bu kadar, işçiler birlik olmadığı sürece bu çarpık düzen bu şekilde işleyecek...

Manisa’dan bir metal işçisi

 

Biz güçlüyüz ama birlikteyken!

Merhaba arkadaşlar; ben Karaca ve Schafer gibi büyük markalara çelik tencere üreten Alpin Çelik fabrikasında çalışıyorum. 13 yıldır burada çalışıyorum. Buradaki dertlerimiz özellikle son zamanlarda saymakla bitmez. Her yerde olduğu gibi burada da asgari ücret uygulaması var, ama aslında burası metal fabrikası olarak geçiyor. Normalde zaten asgari ücret olmaması lazım ama kimse itiraz etmediği için patron bildiğini okuyor. Son zamanlarda ekonomik yetersizliklerinin yanı sıra işimizi zorlaştıracak bir sürü uygulama çıkardılar, gerçi bunlar da sonunda ekonomik zorluluklara bağlanıyor. Mesela çalışma alanının giriş çıkışına turnikeler koydular, yani tuvalete giderken bile kart basarak gidiyoruz artık, bunları saat ücretimizden kesecekler mi bu ay göreceğiz, açıklama yapma gereği bile duymadıkları için henüz bilmiyoruz ama ya ücretten kesecekler, ya da buna göre işten çıkaracaklar, o kesin. Tuvaletlere peçete koymadıkları gibi, yemekhanede verdikleri peçetelerden insanlar tuvalette kullanmak için fazla fazla alıyor diye yemekhaneden peçeteyi kaldırdılar. Zaten patronumuz peçeteyi ikiye bölerek kullanmamız gerektiğini, israf olduğunu söylüyordu, böyle yapmasına şaşırmadık o yüzden. Acaba kendi evinde de peçeteleri bölerek mi kullanıyor? Tabii ki hayır, bizi her konuda maliyet olarak gördüğü için nereden kıssa kâr ona. Çalışma alanlarımızda havalandırma yok, yazın havasızlıktan zorlanıyoruz, kışın soğuktan donuyoruz.

Bunlar baktığınızda ufak sorunlar gibi görünüyor fakat bizler her gün fabrikalarda en az 9 saatini geçiren insanlarız. Hayatımızın büyük bölümü burada geçiyor ve bunlar yaşam kalitemiz hiçe sayılarak bize dayatılan şeyler. Ben kendi adıma her zaman tüm haksızlıklara ses çıkaran bir insanım fakat tek başına olduğum için hiçbir etkim olmuyor. Bazen bazı konularda bazı arkadaşlarımı ikna ediyorum ama dile getirmeye gittiğimiz zaman bakmışım ki tek kalmışım. İnsanlar sorunlarını dile getirmekten korkuyor. Ama patronlar bizden daha kötü koşullarda daha ucuza daha çok çalışmamızı istemekten asla çekinmiyorlar. Halbuki asıl korkması gereken, bizim gönlümüzü hoş etmesi gerekenler onlar, biz olmadan onlar hiç, ama ben bunu insanlara anlatamıyorum. Yine de vazgeçmiyorum. Biz güçlüyüz ama birlikte güçlüyüz. Ama birlikteliğimizin gücüne varıp örgütlenmediğimiz için hep ezilmeye mahkumuz. Bir gün aklımız başımıza gelecek ama bakalım ne zaman.

İstanbul Hadımköy Alpin Çelik'ten bir işçi

 

Bizi daha da sömürmek isteyecekler, izin vermeyeceğiz!

Bir seçimi daha geride bıraktık. 16 yıldır iktidarda olan, işçiye hiçbir şey vermemiş olan ve bu seçimdeki vaatlerinde bile işçi sağlığı, iş güvencesi, sendikalar, kanunlar, haklar gibi işçi lehine hiçbir konuda kelam etmeyen bir başkanımız var artık. Kanunlar yine patronlardan yana olacak şüphemiz yok.

Ufak bir seçim değerlendirmesi yaparsak, fabrika hemen hemen yarı yarıya Erdoğan'ı isteyenler ve istemeyenler olarak bölünmüş durumda. Bence kararsız olanlar da son dakikalarda Erdoğan dedi. Çünkü Erdoğan seçimleri öyle bir noktaya getirdi ki tek rakibi İnce ve CHP'ymiş gibi bir siyaset izledi. Ne Akşener'i ne de Karamollaoğlu'nu hedef almadı. CHP'nin politik tutumundan emin olamayan kararsız kişiler de Erdoğan'a oy attılar. İnce yerine başka biri aday olsaydı belki durum değişebilirdi. Yine de insanların aklında birçok soru işareti var. Aynı şekilde devam ederlerse, işçilerden gördükleri ilgiyi kaybederler. Önümüzdeki yerel seçimlere bu durum yansıyabilir.

Tofaş'ta çalışanların aklında ise, işten çıkarılma korkusu var. Önümüzdeki ay netleşir ancak ikili vardiyaya geçişin dedikoduları şimdiden ortada dolanmaya başladı. Üretimde de bunu gösteren durumlar var. Haftada iki gün bazı bölümlerde üç gün çalışma olmuyor.

Bizler kendimizden başka birilerinden, patron partilerinden bir şeyler beklersek, bu korkularımızın sonu hiçbir zaman gelmeyecek ve artarak devam edecek. ''Hak verilmez, alınır'' sözünün en canlı örneğini 2015'te hem patronlara, hem hükümete hem de Türk Metal'e karşı haklarımızı söke söke alarak gösterdik. Onlar bize bir şey vermedi ya da lütfetmediler. Biz aldık haklarımızı. Yine aynısı olacak. Onlar haklarımızı vermek istemeyecekler, onlar daha da sömürmek isteyecekler bizleri, biz dur diyeceğiz. Mücadelemizle emeğimizle alacağız haklarımızı.

Bursa Tofaş’tan bir işçi

 

Sıfır hata sıfır kaza yerine hep hata sıfır güvenlik

Reno yönetiminin bir ay önce başlatmış olduğu “sıfır hata sıfır kaza” projesi biz işçiler için sadece bir isimden ibaret hale geldi. Artık yönetim için proje, sıfır hatayla beraber sıfır güvenlik noktasına getirdiler. Bunun en basit örneği ise geçtiğimiz günlerde yağan şiddetli yağmurun çatıdan içeriye dolmasıdır. Yönetim, gelen yağmur suyu ayak hizasına ulaşana kadar kıllarını bile kıpırdatmadı. Diyeceksiniz yağmur suyu nasıl bir iş kazasına sebep olabilir. Biz fabrikada üretim politikası gereği 55 saniyede bir arabayı banttan çıkarmak zorundayız. Bunun için de bizim belli bir tempoda olmamız lazım. Ama çatıdan gelen yağmur sularının içeriye dolmasından dolayı düşmemek için hızımızı düşürmemiz gerekiyor. Çünkü o hızda çalışırsak düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Yönetim tempomuzun düşmemesi için yağmur suyuna çözüm olarak yerleri karton kapladı. Reno’da sıfır kaza olması için önce yönetimin arızaları sıfıra indirmesi gerekiyor. Geçtiğimiz aylarda parmakları kopan arkadaşımızı hatırlarsınız bandında bozulan hava tabancası yerine işine uygun olmayan diğer tabancayı kullanması nedeniyle parmaklarını makineye kaptırmıştı.

Gelelim sıfır hata konusuna. Biz metal sektöründe çalışan işçiler işimiz gereği ortamda kir ve yağ hiç eksik olmuyor. Sonuç olarak üstümüz başımız yağ içinde kalıyor. Kullandığımız eşyalar da bir iki gün içinde kullanılmaz hale gelmeye başlıyor. Pis olan eşyalarımızı kullandığımız için de üzerimizdeki yağ lekeleri banda gelen arabaya bulaşıyor. Bunu da Reno yönetimi kendi hataları olarak değil biz işçilerin hatası olarak görüyor. Günlük olarak eşyalarımızı değiştirebilseydik onların hata dedikleri hata olmak çıkardı. Ama yönetim işçi maliyetlerini düşürebilmek için UET şeflerine primler veriyor, onlar da bize verilmesi gerekli malzemelerden kısıyorlar. Montaj yaptığımız malzemelerin kirlenmesini istemiyorlarsa maliyeti yok denebilecek kadar düşük olan eldiveni vermekten de çekinmeyecekler.

Reno yönetiminin “sıfır hata sıfır kaza” projesi artık yerini “hep hata sıfır güvenliğe” bırakmış durumdadır.

Bursa Oyak Renault’dan bir işçi

 

Biz yoksak patronlar hiçtir

Biz Bozüyük’te Midal Kablo’da sıfır bir fabrika kurduk ancak 18 aylık bir özveri ve takım çalışması Midal Kablo işverenine yetmedi. Diğer sermayedarların da yaptığı gibi hep daha iyi hep daha fazla üretim istediler. İşçiler onların gözünde tabiri caizse köle olarak görünüyordu. Emekçi kardeşlerimle sendikal harekete geçtiğimizde, işveren, tehditlerine, dayatmalarına ve parayla satın alma çalışmalarına daha da hız verdi. 31 Mart 2016 tarihinde 45 arkadaşımıza iş çıkışı verdi ama yılmadık direndik ve sendikal mücadelemiz devam etmektedir. İşçilik hayatımda Midal Kablo öncesinde ve sonrasında süreç hep aynıydı. Emekçiyi köleleştirmek demek sermayedarların cebine daha fazla kazanç, daha fazla üretim, sıfır işçi sağlığı… Yani onların gözüyle emekçiler bir hiçtir. Sermayedarın kanun tanımazlığı almış başını gidiyor ama unuttukları bir şey var. Dünyanın çoğunluğu işçi emekçidir, tek yumruk tek bilek olmalıyız ve bizlerin olmadığı yerde onlar bir hiçtir.

İznik’ten bir işçi

 

Krize karşı beklemek çaresizliktir! Örgütlenerek ve kenetlenerek çaresizliği mağlup edelim!

Seçimler geldi geçti bitti. Seçim biter bitmez TÜSİAD yeni sistem ve hükümetten taleplerini dile getirdi. Partiler arası uzlaşma talebini dile getirdi. Yani TÜSİAD şunu diyor; ‘’Bak kardeşim, seçim oldu bitti. Önümüzde büyük bir ekonomik kriz var. Bu krizde beni ezdirme.’’ TÜSİAD ezilmezse işçi ezilir. Krizlerde patronlar batan gemiyi kurtarmak için ilk önce işçiden keserler. İşçinin ekmeğiyle oynarlar. Etkilerini gün be gün hissetmeye başladığımız krizde patronlar bizi ekmeğimizden aşımızdan etmek isteyecekler. Soğanın, patatesin 4 lira olduğu bir düzende maaşlara daha az zam vermekten, çalışma saatlerini yükseltmekten bahsedecekler. Fedakarlık yapmamızı isteyecekler. Yiyen olacak. Aman işimden olmayayım diyecek pek çok arkadaş. Ama bir süre sonra sadece işçilerle aynı gemide olduğumuz, patron sınıfının ise krizden tek sıyrık almadan çıkmak istediği ortaya çıkacak.

Hemen hemen tüm fabrikalardan konuşulan krize karşı biz işçiler özellikle sendikalı işçiler nasıl tepki vermeliyiz? Patronların saldırıları karşısında şemsiyemiz olan sendikalarımız işçilerin çıkarlarını korumakta büyük öneme sahip olacaklar. İşten çıkarmalara, sendikal haklarımızın tırpanlanmasına, esnek çalışma yöntemlerine karşı mücadeleyi benimseyen işçiler krizden ayakta çıkarlar. Mücadele yerine aman bana bir şey olmasın diyerek kendini patronların merhametine bırakanlar bu suda boğulurlar. Patron sınıfı hain ve sinsi bir sınıftır. Bir kere işçiden tavizi kopardı mı gerisi gelir. Bir kere bir grup işçiyi kriz nedeniyle işten çıkardı mı başka işten çıkarmalar yapmak için de yol açılmıştır. Peki ne yapmalıyız? Örgütlenmeliyiz. Sendikalara üye arkadaşlarımız örgütlenmeliyiz deyince ne yani bir daha mı sendikaya üye olacağız diyorlar. Bahsettiğimiz bu değil. Örgütlenmek işçilerin patronlara karşı en geniş birliğini sağlamaktır. Sendikalaşmak bunun ilk adımıdır. Bir arkadaşımıza yapılan haksızlığı kendimize yapılıyor gibi anlamak ve tek vücut hareket etmektir örgütlenmek. Her kafadan bir sesin çıktığı kaosun hakim olduğu değil, disiplinli ve birlik halinde mücadele etmektir örgütlenmek. Sadece kendi fabrikamızı değil tüm örgütlü fabrikaları düşünmek ve gerektiğinde onların yanına durmaktır örgütlenmek.

Kriz gelecek, geliyor, geldi. Ne derseniz deyin. Beklemek hiçbir şeyi çözmeyecek. Aksine çaresizlik getirecek. En başta kendimizi sonra herkesi örgütleyelim, patronlara fabrikalarımızı dar edelim.

Gebze’den bir metal işçisi

 

Akın akın güneşe yürüyoruz

Merhaba arkadaşlar. Ben Arçelik’te çalışan bir işçiyim. Şu anda çalıştığım fabrika baştan sona yenileniyor. Fabrika Çerkezköy’e taşınırken olumsuz birçok şeyi de daha çok büyüterek kendisiyle götürüyor. Bunun başında kaizen(sürekli iyileştirme) ile daha çok seri üretim yapmak var. Fabrika bu sistemi çok önemsiyor. Fabrikanın birçok yerinde bayrak gibi dalgalanan kaizenle ilgili söz yazılıp asılmış. Bu olumsuz koşullardan sadece biri. Ve bunun sonucunda da koşulsuz mesailere kalmak zorunda bırakılmamız. Bir diğer olumsuz yönü ise fabrikada çalışan bir çok eski çalışanın fabrikanın taşınmasından dolayı fabrikanın yeni yerine gelme imkanı olmadığı için işten ayrılmaları. Ve bu arkadaşların yerine onlarca sözleşmeli kişi aldılar… tabi ki birçok hakları ellerinden alınarak daha çok seri üretim daha çok mesai ve daha çok fedakarlık yapmaları isteniyor… Yani patronlar ambarlarını, kasalarını, ceplerini keyif çata çata doldururken hem de hiçbir şey üretmeden, emek harcamadan, ter dökmeden. Bizden ise mesailere kalmamızı ve hiç durmaksızın çalışmamızı istiyorlar. Özenli davranmamızı, çözümcül olmamızı, bir problem varsa onun için kafa patlatmamızı ve eğer çözüme ulaşmaz ise bu problemi çözüme ulaştırmadığımız için vicdan azabı çekmemizi istiyorlar. Bu nasıl bir saçmalık!

Biz tüm bu sorunlarımızın çözümünün sandıkta değil grevde olduğunu biliyoruz. 24 haziran seçimleri bize bunu bir kez daha gösterdi. İnsanca yaşamak için, daha güzel günler görmek için DİP’nin de dediği gibi ‘ patron partilerine, işçi düşmanlarına oy yok…’ Biz işçiler, emekçiler, köylüler her gün avuçlarımız, ayaklarımız nasırlı kilometrelerce yol alıyoruz. Sırtımızda binlerce yükle. Çocuklarımızın, bebeklerimizin rızkları için onlarla birlikte yürüyoruz. Güzel günler için yürüyoruz. Umutlarımızı sandıklarda oy koridorlarında öldürmemek için yürüyoruz. Sokaklar bizim sandıklar sizin olsun demek için yürüyoruz. Bu oyunun sonunun olmadığını artık biliyoruz. Ve biz biliyoruz ki sömürüye, baskılara, savaşlara, ölümlere yenilmeyeceğiz.  Bize dayatılan kötü yaşam koşullarını kabul etmeyeceğiz. Umutlarımızı  bu mücadele altında çoğaltarak onurlu bir yaşam için fabrikalardan , sokaklardan, mahallelerden, köylerden akın akın güneşe yürüyoruz…

 

Çerkezköy Arçelik’ten bir işçi

Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2018 tarihli 106. sayısında yayınlanmıştır.