Fabrikalardan haberler

Gerçek Gazetesi'nin her ay düzenli olarak yayınladığı "Fabrikalardan Haberler" köşesi Aralık ayında  da Gebze'den Manisa'ya, Bursa'dan Çorlu'ya ve İstanbul'un çeşitli semtlerine önemli işçi merkezlerinden haberlerle dolu.

Kan parası ile işçileri susturmaya çalışıyorlar

Televizyonlarda görüyoruz; işçiler ölüyor, işçiler sakat kalıyor! Ama bunları bilmek için televizyonda görmeye gerek yok. Daha geçen günlerde iki arkadaşımızın parmakları, bir arkadaşımızın bileğinden eli koptu makinada. Ben de bu makinada çalışıyorum. Olaylar olana kadar hiçbir güvenlik önlemi almadı patron, şimdi ise göstermelik önlemler alıyor. Parmakları kopan iki arkadaşıma kan parası vererek şikayetçi olmalarını engelledi patron. Eli kopan kadın arkadaşım şikayetçi oldu, sonucunda tehdit ve baskılara maruz kaldı. Peki, suç eli kopan işçide mi? Hayır! Bu 'kazalar' günde 16 saat çalışmaktan yorulmuş bedenlerin, bitkin zihinlerin ve alınmamış önlemlerin ortak ürünüdür. Bu zulüm, patronun kâr hırsının doğrudan sonucudur! Sermaye düzeninizi başınıza yıkacağız!

Gebze Adöksan'dan metal işçisi

Ayakkabıya sığmayan sömürü

Çalıştığım ayakkabı mağazası bulunduğumuz bölgede kaliteli ayakkabılar satan bir mağaza olarak bilinir. Genelde yabancı markalı ayakkabılar satarız. Ancak gelin görün ki işin aslı hiç de göründüğü gibi değildir. 

Bizdeki ayakkabıların yarısı yerli üretim yarısı ise Çin malıdır. Patron özellikle Çin'den gelen ayakkabıların etiketini bize değiştirtir. Etiketleri değişince ayakkabılar Fransa'da, Almanya'da üretilmiş olur. Üç kağıt burada bitse iyi. Misal bizim 150-200 TL'ye sattığımız bir ayakkabının bize gelişi 20-25 TL civarındadır. İthalatçı firmaların da bu ayakkabılar üzerinden muazzam kâr ettiğini düşünürsek, bu ayakkabıların Çin'de kaça mal edildiğini düşünemiyorum. 

Peki bu kadar büyük bir kâra rağmen biz işçiler ne kadar kazanıyoruz? Asgari ücretin biraz üzerinde. Sigortamız tam yatmaz. Haftanın yedi günü, günde 12 hatta bazen 14 saat çalıştığımız olur. Sürekli ayaktayızdır. Fazla mesai ücreti gibi bir ücret asla almayız. Halbuki sattığımız her ayakkabıdan neredeyse 100 TL gibi bir para kazandırırız patrona. Üstelik biliyorum ki sadece biz mağaza işçileri bu durumda değiliz. Ayakkabıyı üreten fabrika işçileri de ayakkabıları taşıyan taşımacılık işçileri de aynı durumda. 

Çin'de ayakkabıyı üreten milyonlarca fabrika işçisi mutsuz, ayakkabıları dünyanın değişik bölgelerine taşıyan milyonlarca taşımacılık işçisi mutsuz, ayakkabıları satan milyonlarca mağaza işçisi mutsuz... Peki kim mutlu? Bir avuç zengin...  

Manisa’dan bir mağaza işçisi

Örgütlü ve birlikte olduğumuzda güçlüyüz

Biz yurtdışı ağırlıklı üretim yapıyoruz. Bir süredir ISMACO ve CPS fabrikalarında Deriteks sendikasıyla birlikte sendikal mücadele yürütüyoruz. İşten atılan arkadaşlarımız oldu, tehdit edildik, baskı gördük. Ancak patronları köşeye sıkıştırdık. Her iki fabrikanın yurtdışı müşterilerinden "İşe iade ve sendikal davaları bitirin." şeklinde ihtar geldi. Ekonomik kazanımlarımızı patronlara kabul ettirmeye başladık, ama atılan arkadaşlarımızdan sivrilenleri geri almak istemiyorlar. Onlar için de bastırmaya devam ediyoruz. Örgütlü ve birlikte olduğumuzda güçlüyüz. Yeter ki bölünmeyelim, birlikte kalalım.

Tuzla ISMACO Deri ve Gebze CPS Tekstil fabrikasından işçiler

Fabrikada tek bir gerçek vardır: İşçi ve karşısında patron!

M&T Reklam direnişini birçoğunuz bilirsiniz. Kapıda direnen işçileri vazgeçirmek için birçok yalan atıldı. Bunlardan birisi fabrikanın kapanacağı palavrasıydı. Ama şimdi görüyoruz ki fabrikaya yeni işçi alımları başladı, üretim alanlarını büyütmek için tadilat yapılıyor. Gelen siparişleri yetiştirmek için fazla mesai yapılıyor. Biz zaten fabrikanın yalanlarına inanmamıştık. Fabrikada tek bir gerçek vardır: İşçi ve karşısında patron! Ben M&T Reklam'dan atılan işçilerdenim. Gebze'de direnişimiz bitti. Ama korkmuyorum, gittiğim her yerde örgütlenmeye ve direnmeye devam edeceğim! Yoksa bu işin sonu yok, patrona kalsa işçiye su bile vermez.

M&T Reklam Gebze'den atılan direnişçi işçi

Biz birlikte güçlüyüz!

Her insanın hayatında dönüm noktaları vardır. Benim yaşadığım en büyük dönüm noktası işten atılma oldu. Şanslıydım çünkü bana sahip çıkan bir sendika vardı ve haklarımı bana öğrettiler. Hakkımı savunmamda bana yardımcı oldular. 

Çalıştığımız fabrikalarda, işyerlerinde hep çalıştık. Patronlar daha çok kazansın diye. Peki neden kendimiz için çalışmaktan korkuyoruz ki? Neden biz daha iyi şartlarda yaşamayalım? Neden hep patronlar kazansın? Biz doğarken eşit doğmadık mı?

Bir müddet sonra bazı şeylerin farkına varmaya başladım. Aslında zayıf olan güçsüz olan bendim. Ben olmayı bırakıp biz olmaya başladığımızda, birleştikçe, çoğaldıkça, bilinçlendikçe, güçlendiğimizi anladım. Ve sesimin ulaştığı herkese seslenmek istiyorum. Ben 235 günden beri direnişte olan Sütaş işçisiyim. Hakkımızı arıyoruz ve hakkımızı alana kadar da direnmekten vazgeçmeyeceğiz. Biz birlikte güçlüyüz!

Bursa Karacabey’de direnişte olan bir Sütaş işçisi

Herkes sendikaya üye olsun, örgütlensin!

Keşke sendikayla daha önce tanışsaydık. Ben günde 12 saat çalışılan bir kalıp fabrikasında işçiyim. İlk defa sendikaya üye oluyorum. Sendika güzel bir şeymiş, şimdiden şartlarımızda iyileşmeler başladı bile. Maddi durumumuz daha da iyiye gidecek eminim. Ama bizim en çok istediğimiz şey 12 saati 8 saate düşürebilmek. Herkes sendikaya üye olsun, örgütlensin!

Gebze Ocak Kalıp'tan metal işçisi

Türkiye’de turizm tekrar uykuya daldı

Yıllar boyu 12 ay turizm masalları ile uyutulan çalışanlar tekrar ceplerine konan ümitlerle ücretsiz tatile girdiler. Yine ümitlerle, yeni senaryolarla rüyalara dalma vakti geldi. Bu kısır döngünün kırılması için ortam uzun zamandır hazır, hatta çürümeye yüz bile tuttu. Temel amacı turizm işçisini sömürmek olan bu endüstrinin temelinde bir bozukluk olduğunu kimse anlamadı mı? Hatırlamak istersek eğer: Büyük bir performans göstererek dünya çapında turizm pazarında ilk 10’lara giriyorsunuz, diğer yandan hiç kimse (patronlar hariç) bu girdilerden beklenen geliri sağlamıyor.

İşçiler sendikalı ve toplu sözleşmeli olmadığı noktada patronun karşısında yasalardan doğan haklarını alamıyorlar. Haklarını bilmiyorlar. Günde 12-15 saat çalışıyorlar, ama fazla mesaileri ücretsiz emeğe dönüşüyor. Vasıflı eleman yerine düşük maaşla daha az iş tecrübesine sahip kişileri çalıştıran patronlar, kalifiye eleman sıkıntısı var gibi göstererek “timsah gözyaşları döküyor”. Para kazanamadıkları gerekçesiyle pahalı işçi çalıştırmıyor, kaliteli ürün kullanmıyorlar. İflas etmemek için bir şeyleri işçiden ve müşteriden kısıtlamaya gidiyorlar.

Şimdi, yaklaşık 400 bin işçi, sezon bitimiyle evlerine dönüyor. Kayıt dışı (sigortasız) çalıştırılan binler hariç. Belki bir daha gelmemek için yemin ediyorlar, ama bahar gelince otelden gelen telefonda kadro sözü verilince, kendini tekrar yazlık tatil bölgelerinde buluyorlar. Verilen kadro sözü süslenerek “Kadroya kalırsan evinde oturursun, sıcak evinde fıstığını-fındığını yersin, televizyon önünde ailenle zaman geçirirsin, maaşın zamanında takır takır hesabına yatar.” deniyor. Bu hayalle oralara gidip umduklarını bulamayan yaşı geçen işçiler, artık turizm sezonunu kurtarıcı görüyor ve gidiyorlar.

Bomonti Hilton’dan bir otel işçisi

Taşeron her yerde

Geçtiğimiz aylarda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik “taşeron işçi ile asıl işçi arasındaki farkı kaldıracağız” dediğinde, yan yana çalıştığım taşeron arkadaşlarımın içini büyük bir umut kaplamıştı. Gelgelelim zamanla bu umut kendini aynı büyüklükte bir umutsuzluğa bıraktı.

2007 yılında hizmete sunulan, ilk başta kadrolu işçilerin işlettiği, daha sonra tamamen taşeronlaştırılan İSKİ Taşoluk Arıtma Tesisi şimdilerde diğer artıma tesislerini de taşeronlaştırıyor. En son kadrolu işçi alımı 2007 yılında yapılan İSKİ’de personel ihtiyaçları Taşoluk Tesisi üzerinden karşılanıyor. Yapılan ihalede, işçi sayısı olması gerekenden daha yüksek tutularak diğer tesislerdeki boşluklar taşeron işçiler ile dolduruluyor. Hali hazırda temizlik, güvenlik ve yemekhane gibi birimler taşeron işçiler tarafından çalıştırılırken, şimdi asıl işlerde de birimler taşeronlaştırılıyor.

Faruk Çelik doğru diyor, her yeri taşeronlaştırarak taşeron ile kadrolu arasındaki farkı kaldırıyorlar. Sendikamız Tes-İş, Umreye gezi düzenlemek, özel hastaneler ile protokol imzalamak ve kapı önüne ATM kurdurtmak gibi faaliyetler yerine tüm taşeron işçileri kadrolaştırmak için harekete geçmeli. Yolumuz tur şirketlerinin değil kahramanca mücadele eden maden işçilerinin yoludur. Taşeron yasaklansın! Herkese güvenceli kadro!

İSKİ işçisi

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2014 tarihli 62. sayısında yayınlanmıştır.