Yeni 367!

Yeni meclis hastalıklı doğdu. Yemin töreninde bir partinin vekilleri meclis çalışmalarını boykot etti, bir başka parti de meclise girdi, ama milletvekilleri yemin etmedi. Krizin ölçüsünü kavrayabilmek için meclisin ilk toplantısında yemin etmeyen/edemeyen milletvekillerinin sayısının (başkanlık yapmak için yemin eden Oktay Ekşi’yi çıkarır, ama Hatip Dicle’yi eklerseniz) 170 olduğunu hatırlayalım! Kriz derindir!

 

 

Bugünkü durumu hemen hemen herkes 2002 seçimlerinde Erdoğan’ın mahkeme kararıyla engellendiği için meclise seçilememesi ile karşılaştırıyor. O örnekte CHP’nin de desteğiyle yapılan mevzuat değişikliği sonucunda Erdoğan kendisi için düzenlenen bir ara seçimle meclise girmişti. Bu durum özellikle Hatip Dicle için örnek gösteriliyor. Bir bakıma doğru bu, bir bakıma bütünüyle yanlış.

Doğru, çünkü Erdoğan da Dicle gibi aldığı bir mahkûmiyet kararı gerekçesiyle meclisten uzak tutulmuştu. Yanlış, çünkü Erdoğan örneğinde yargı onun aday olmasına izin vermemişti. Oysa Dicle adaydı, seçildi, mazbatasını aldı...ve sonra bütünüyle hukuk dışı bir yöntemle vekilliği geri alındı. Mazbatasını alan artık vekildir. Vekilleri sadece meclis görevden alabilir. Dolayısıyla YSK, Meclisin yetkilerini gaspetmiştir. Bu kadar açık bir gerçek karşısında Dicle’nin durumunu Erdoğan’ınki ile karşılaştırmak, Dicle’nin yeniden seçime girmesini zorunlu kılmaya onay vermektir. İşte yanlış olan bu! Karşılaştırmayı yapan herkes, aynı zamanda, Dicle vakasının Erdoğan vakasından daha vahim olduğunu vurgulamalıdır.

Asıl paralel

Asıl benzerlik, 2002 Erdoğan’ı ile değil 2007 Gül’ü iledir. 2007’de Anayasa Mahkemesi herkesin gözü önünde, hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açık biçimde hukuku, anayasayı, sağduyuyu ayaklar altına alıp, meclisin cumhurbaşkanlığı seçimi için toplantı nisap sayısının 367 olduğunu ilan ederek Abdullah Gül’ün seçilemeyeceğine karar vermişti. Bunun anlamı şuydu: Bir adayın seçimi kazanarak görevini devralması yargı organınca engellenmişti. İşte şimdi de aynı şey olmuştur.

Tekrarlayalım, Erdoğan 2002 seçimlerinde aday değildi, çünkü aday olup olamayacağı konusunda karar vermeye yetkili organ, yargının bir organı, aday olamayacağına karar vermişti. Karar bütünüyle yanlış olabilir, hukuk ve/veya yasa çiğnenmiş olabilir. Yürürlükteki yasalar yanlış ve anti-demokratik olabilir. Ama karar veren organ bu kararı vermeye yetkilidir.

Gül’ün durumunda aday olamayacağına dair hiçbir karar yoktur, çünkü düzenin bekçileri anayasaya “eşi başörtüsü takanlar cumhurbaşkanı olamaz” yazmayı akıl edememişlerdir! İşte bu adayın usulüne göre gitmekte olan seçimine bir yargı organı (Anayasa Mahkemesi) seçim devam ederken müdahale etmiş ve Gül’ün seçilerek görevi devralmasını engellemiştir.

Şimdiki durum da aynıdır. Sadece Hatip Dicle’nin durumu değil, tutuklu olan ve salıverilmediği için vekillik görevini fiilen yapamayacak durumda olanların durumu da böyledir. Bu insanların durumu Gül’ünkinden bile daha vahimdir. Çünkü Gül henüz seçilmemişti. Seçilmesi engellenmişti. Oysa Hatip Dicle de, beş KCK tutuklusu da artık seçilmiştir. Seçildikleri halde yargı organı onların görevlerini yapmalarına engel oluyor!

AKP suçüstü yakalandı!

Yargı gücünün, halk tarafından seçilen vekillerin birini vekillikten azledip bir bölümünü ise vekillik görevini yapmaktan men etmesinin ardında hangi güç vardır, bu çok tartışılıyor. Somut bilgi yokluğunda herkes meşrebine göre bir sonuca ulaşıyor. Kimi suçu dosdoğru AKP’ye yüklerken, kimi de “bu derin devletin işidir, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak istiyorlar” diyor. Tayyip Erdoğan’ın ya da AKP’nin burada hiçbir suçu olamayacağını, kararın mahkemelerce alındığını ileri sürüyor.

Biz bu konunun şimdilik belirsizliğini sürdürdüğü kanaatindeyiz. Ama Erdoğan’ın ve AKP’nin başka bir anlamda suç üstü yakalandığı tartışılamaz. Hatip Dicle olayında AKP yöneticileri, kararın alınmasında partinin en ufak bir dahli olmasa bile, ancak korkunç denebilecek bir tepki vermişlerdir. AKP’nin Meclis Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ şöyle konuştu: “Dicle kararının başbakanın durumuyla yakından uzaktan hiçbir benzerliği yoktur.Başbakan’ın durumunda hukuk çiğnenmiş ve yüksek yargının araya girmesi suretiyle   milletvekilliği adaylığı engellenmiştir. Hatip Dicle olayında meri hukuk uygulanmıştır.” Yukarıda belirttik, “meri hukuk”, mazbatası verilmiş vekilin vekilliğine ancak meclisin son verebileceğini, ayrıca aday listesinde yer alan bir kişi hakkında “sen aday olma ehliyetine sahip değilsin” denemeyeceğini söyler. Ama velev ki, “meri hukuk” öyle desin. 2002’de Erdoğan’ın durumunda da “meri hukuk”a aykırı bir şey var mıydı? Yoktu. Meclis mecburen yasa değiştirdi Erdoğan’ı seçilebilir hale getirmek için. Nasıl benzerliği yok?

Bir başka Meclis Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş ise AKP’nin Dicle hakkındaki gaspa en azından düşünsel olarak nasıl ortak olduğunu itiraf ediyor: “Şu ana kadar bu konuda yapılanların tamamı hukuken doğru. Çünkü YSK kesin sonuçları ilan ettikten sonra ölüm ya da başka bir nedenle boşalma olursa o boşluk doldurulamaz. Ancak burada olay kesin sonuçların ilanından önce gerçekleştiği için ortaya çıkan boşluğun doldurulması hukuken doğrudur. BDP tamamen gayri hukuki ve etik dışı bir söylem içinde.” AKP, Oya Eronat’ı meclise göndererek Dicle’nin 80 bin seçmeninin hakkının gasp edilmesini garanti altına almıştır!

AKP bu konularda tutarlıdır. Çok değil, sadece iki ay önce YSK, yedi BDP’linin adaylığını veto ettiğinde, AKP’nin iki Genel Başkan Yardımcısı, Hüseyin Çelik ve Ömer Çelik bu karara sahip çıkmışlardı. Ama en önemlisi, AKP’nin meclisin Anayasa Komisyonu’nun başına getirmiş olduğu Burhan Kuzu’nun “YSK’nın çoğu kararı yanlıştır, ama bu kararı doğrudur” mealindeki açıklamasıydı. Bir düşünsenize, YSK Burhan Kuzu’nun aklına uyup kararının doğru olduğu iddiasında ısrar etseydi, sadece Hatip Dicle değil, Leyla Zana da, Sebahat Tuncel de, Ertuğrul Kürkçü de, Gültan Kışanak da bugün vekil olamayacaktı. Bugün ne tuhaf duruyor, değil mi?

İşte size AKP!

 

Erdoğan suçüstü yakalandı!

Hatip Dicle’ye ilişkin YSK kararı verileli bir haftayı geçti. Tutuklu vekillerin durumu belli olalı da günler oldu. Siz, her konuda ağzını açıp gözünü yuman Erdoğan’ın ağzından herhangi bir şey duydunuz mu? Bir tek dün, CHP yasa teklifi yapacağını açıkladıktan sonra, “getirsinler görelim” türü bir şey söyledi. Bunun anlamını iyi tartmak gerek.

Halkın seçtiği vekillerin mahkemelerce azledilmesi ve görevden men edilmesi, BDP’nin, CHP’nin, MHP’nin çıkarlarına indirgenecek bir sorun değidir. Halka saygısı olan, içinde demokrasiye en ufak bir saygısı olan herkesin karşı çıkması gereken bir şeydir. Erdoğan, bugüne kadar susarak, sanki Türkiye’de hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmıştır. Cemaatçilerin, liberallerin, sözde solcu liberallerin göklere çıkardığı, paylaşamadığı, dizinin dibinden ayrılmak istemediği bu büyük demokrat bu gasp olayına seyrici kalmıştır. Görevi “getirsinler görelim” değildir. Görevi bu sorunu çözmek için kendisinin kollarını sıvamasıdır. O ise istifini bozmuyor.

İşte size Tayyip Erdoğan!

367 bu sefer ne yanda?

367 ile başladık onunla bitirelim. Yemin etmeyen vekil sayısı 170 dedik. Yemin eden sayısı da 380 oluyor bu durumda. 367’nin biraz üzerinde. 2007’de 367 AKP’nin erişmek istediği, ama erişemediği sayı idi. Ama neredeyse 367’lik bir sayı, hukukun üzerinde tepinenlerin karşısında idi.

Bu sefer de hukukun üzerinde tepinenler var. Ama bu sefer 380 onların ardında! Tablonun özeti budur. AKP severlere duyurulur.