‪Üniversitedeki kavga sandığınızdan büyük!

İstanbul Üniversitesi'nde rektörlük seçimlerinde 1203 oyla birinci çıkan Prof. Dr. Raşit Tükel önce YÖK tarafından ikinci sıraya atıldı, ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan, 900 oy alan ikinci adayı rektör olarak atadı.

Başta öğretim üyeleri olmak üzere tüm üniversite bileşenleri ve kamuoyu, sürekli sandık iradesinden dem vuran Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sandıktan açık ara birinci çıkmış bir adayı atamayarak çelişkiye düştüğünden dem vuruyor. Hem de ne çelişki: "En büyük hırsızlık milli irade hırsızlığıdır", "Türkiye'nin istikametini sadece sandık belirler" gibi sözler bizzat Tayyip Erdoğan'ındır. Yolsuzluk iddialarının aklanma yeri olarak bile mahkemeler yerine sandığı adres gösteren kendisidir.

Erdoğan'ın tutarsızlığını bir yana bırakalım ve konuya başka bir açıdan yaklaşalım. Demek ki aslolan sandık değilmiş. Peki aslolan nedir o zaman? Çıkarlar!

Gerçekler dünyasına hoş geldiniz! Konuya sandık iradesi gibi argümanlarla yaklaşmayı artık bırakalım. İkinci adayın atamasının yapıldığı gün Türkiye manzarasına bakın. Öğrenciler ters kelepçeyle gözaltına alınıp işkenceye uğruyor. Baro başkanı ile birlikte avukatlar polis tarafından adliyede tartaklanıyor, bir başbakan çıkıyor bir cumhurbaşkanı, halkı tehdit edip duruyorlar. Cumhurbaşkanı ne anayasa ne yemin tanıyor. Bu kavga sandığınızdan büyük arkadaşlar!

Açık ve net! Bu sandığın savunulacak bir tarafı yok. Onun yerine üniversite bileşenlerinin ve halkın çıkarlarını savunmak gerekir. Neden mi? Çünkü İ.Ü.'de 3000 öğretim üyesinden 2500 kadarı oy kullandı. Buna üniversite demek üniversiteyi fildişi kule olarak görmektir. Oysa bu üniversitenin 13 binin üzerinde akademik ve idari personeli 133 bine yakın da öğrencisi var. Bunları geçtik 848 milyon liralık bütçesiyle bu üniversitede tüm halkın, tüyü bitmemiş yetimin hakkı var. Bu hakları kim savunuyor? Rektörlük propagandasını cumhurbaşkanına ne kadar yakın olduğunu söyleyerek yapanlar mı? Bir önceki dönemde pek çok yolsuzluk iddiaları olduğu halde, bunların aydınlatılması için şeffaf bir araştırma yapmak yerine eski dönemin kadrolarıyla seçim çalışması yürütenler mi? Yoksa taşeron işçisiyle omuz omuza hak mücadelesi veren, araştırma görevlisine iş güvencesi diyen, personelle toplu sözleşme yaparak birilerine lütufta bulunmak yerine çalışanın hakkını aramasının yollarını açan mı? Öğrenciye, araştırma görevlisine, idari personele rektörlük seçimlerinde oy hakkı isteyen mi?

Eski rektör AKP'den aday adayı olmuş. Neden memurlar, milletvekili aday adayı olduklarında istifa ediyor? Kamu gücü siyasette kullanılmasın ya da tam tersi siyaset tarafsızlık gerektiren kamu görevlerine bulaşmasın diye. Peki, AKP aday adayı olan eski rektör istifa ettikten sonra açıktan halefi için rektörlük seçimi kampanyası yaparsa ne anlamı kaldı istifanın? Bunlara 10 güne sıkıştırılmış baskın seçimi, idarenin olanaklarıyla akademik kurullarda yapılan seçim propagandalarını, bunlara karşı Raşit Tükel'in güç bela öğretim üyelerinin odalarında yapabildiği toplantıları ekleyin. Şimdi kim Fen Fakültesi'nde kurulan sandıkların adil olduğunu söyleyebilir? Raşit Hoca birinci olmasaydı da üniversite bileşenlerinin iradesini temsil ediyor olacaktı! Ama yine de Raşit Tükel böyle bir sandıktan da 300 farkla önde çıktıysa önünüzü ilikleyin çekilin!

Çekilmiyorlar, çekilmezler! Ama biz de çekilmeyiz! Çünkü taleplerimiz orta yerde duruyor. Hak istiyoruz, hakkaniyet istiyoruz. Atama yükseltmede liyakat, ihalelerde denetim ve şeffaflık, taşeronun kaldırılması, iş güvencesi ve akademik özgürlük istiyoruz. Tüm bunları Raşit Tükel'in rektör olmasıyla mı elde edecektik? Durun bir düşünelim. Biz işverenimizi seçmek için mi bunca zahmete girdik? Hayır! Ben sendikalarla, akademisyenlerle, öğrencilerle birlikte yöneteceğim diyen Raşit Tükel, aslında demokrat bir rektör projesi değil rektörlüğün kaldırılması projesidir. Sermayeye karşı emektir. Şimdi bu projeyi bilinçli bir şekilde geliştirme ve sürdürme zamanıdır. Üniversitede emeği hakim kılmanın mücadelesidir bu. Kaçıncıyı atarlarsa atasınlar üniversite bileşenleri hakları ve talepleri doğrultusunda berrak bir bilinçle mücadele ederse sadece filanca sıradan atanan rektör değil 12 Eylül'ün yarattığı rektörlük kurumunun kendisi, YÖK de meşruiyetini yitirecektir.