Üçüncü Kemal

Yeniden bir Ecevit? Öyle anlaşılıyor ki, saray darbesinin kaynağı ister burjuvazinin iç savaşı olsun, ister işçi sınıfının önüne bir set çekme amacı, her durumda CHP Kılıçdaroğlu'ndan yeni bir Ecevit yaratmaya çalışacaktır.

Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP genel başkanlığına seçilmesi, merkez solun öteki siyasi odaklarında, burjuvazinin Batıcı-laik kanadının örgütlerinde (TÜSİAD) ve yayın organlarında (Doğan ve Çukurova medyası) olduğu gibi geniş anlamda sosyalist solda da büyük bir heyecan ve kafa karışıklığı yarattı. Kimi "Gandi sosyalist değildi, ama sosyalistler Gandi'yi sever" dedi, kimi Kılıçdaroğlu rüzgârı ile birlikte Türkiye'nin Latin Amerika'daki halk yükselişinin Avrasya şubesi olabileceğini söyleyecek kadar hayalgücünü zorladı! Kimi de susarak, manşetleriyle, kendini ayırır gibi gösterdiği halde heyecanını istemeden açık ederek tepki verdi. Bizim bildiğimiz kadarıyla, Devrimci İşçi Partisi Girişimi dışında daha Baykal kaseti ortaya çıkar çıkmaz açıkça Kılıçdaroğlu'nu kast ederek CHP'den hayır gelmez diyen ("Baykal Olsa da Olmasa da CHP'den Hayır Gelmez") başka bir siyasi odak yok geniş anlamda sosyalist solda. Levent Dölek yoldaşımız, "Sınıf Pusulası Olmayanlar Şaşkın" başlıklı yazısında, bazı önemli odakların doğrudan destek ima eden yayınlarının yanı sıra bazılarının da suskunluklarıyla, hatta itirazlarının içeriği ile Kılıçdaroğlu dalgasına nasıl kapıldığını ya da gelecekte kapılabileceğini mükemmel biçimde ortaya koymuş bulunuyor.

Şimdi sıra CHP'de yaşanan gelişmenin dinamiklerinin anlaşılmasına ve bu gelişmeler karşısında işçi sınıfı saflarında takınılması gereken tutumun tartışılmasına geldi.

Saray darbesi

Kavranması gereken ilk ve çok önemli nokta, CHP'deki değişimin çok kudretli bir odaktan kaynaklandığıdır. Baykal'ı deviren Kılıçdaroğlu ya da CHP içindeki bir "sol" akım değildir. Özel mekânlara girerek böyle bir kaseti imal edebilecek teknik güce sahip bir iktidar odağı, Baykal'ın gitmesini istemiştir. Burası kesindir. Bu kudretli özne, aynı zamanda çok büyük bir ihtimalle Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin başına geçmesini istemiştir. Çünkü Baykal'ın CHP'nin başından gitmesi halinde bu şahsiyetin seçilmesinin başka her aday adayına göre kat kat güçlü bir ihtimal olduğunu bütün Türkiye bilmektedir. (DİP Girişimi'nin, daha Kılıçdaroğlu adı bile ortada yokken derhal "Gandi"den hayır beklenmemesi gerektiği yolundaki uyarısı da bundandır.) Bu iki olguyu saptamak, CHP'nin yaşadığı değişimi anlamak bakımından hayati önem taşır.

Şimdi bu kudretli odağın kim olduğunu soralım. Önce bir fanteziyi aradan çıkaralım. Baykal'ın başta ima eder gibi olduğu, ama kendisinin bile kısa sürede vazgeçtiği açıklama ciddiye bile alınamaz: Buna göre, "komplo" referandum öncesinde Baykal'dan kurtulmak için yapılmıştır. Referandum, burjuvazinin politik iç savaşında sadece bir muharebedir. İçinden geçmekte olduğumuz dönemde, referandum ayrılmaz bağlarla 2011'de, belki de 2010'da yapılacak genel seçime bağlanmıştır. O zaman Baykal'ı devirmek için AKP'nin ya da Fethullah Gülen cemaatinin bir çıkış yapması ihtimali yoktur. Çünkü Baykal merkez solun Erdoğan'a ve İslamcı burjuvaziye verdiği en büyük hediyedir. Erdoğan bunu bir kez açıkça da söylemiştir: "Sayın Baykal, Allah seni bizim başımızdan eksik etmesin" mealinde bir cümle ile ana muhalefetin başında onun olmasından ne kadar memnun olduğunu dile getirmiştir. Çünkü, Baykal CHP'nin başında oldukça, AKP'nin sandıkta yenilgiye uğratılması ihtimali son derecede düşüktür.

Zaten saray darbesinin ardında yatan da budur. Kudretli bir odak, Baykal'ın AKP'nin seçimle yenilgiye uğratılmasının önünde bir engel olduğunu gördüğü için onu tek bir vuruşta devirmiştir. Politikada ve hayatta sık sık olduğu gibi, olayın anlamı görünenin tersidir; darbenin esas hedefi CHP değildir, AKP'dir. Peki, Baykal'ı devirerek merkez solu güçlendirmek isteyen kim olabilir? Burada da Mustafa Sarıgül gibilerini suçlamak ancak Önder Sav ve arkadaşlarının politik zekâsına uygun bir teşhis olabilirdi. Baykal ekibi, kasetin ortaya çıktığının hemen ertesi günü, Mustafa Sarıgül'ü Baykal'a suikast düzenlemekle suçlayarak abesle iştigal ettiler. Ne Baykal'ı kurtarmak için dikkati dağıtabildiler, ne de kimseyi bu öyküye inandırabildiler. Zaten Mustafa Sarıgül de şu anda, Kılıçdaroğlu dalgasının sahile savurduğu bir ceset gibidir. Tekrar ayağa kalkması ancak Kılıçdaroğlu projesinin tökezlemesinden sonra olabilir-o da olabilirse!

Saray darbesinin kim tarafından yaptırılmış olabileceğini anlayabilmek için, Baykal'ı tasfiye ederek AKP'ye bir alternatif oluşturma girişiminin Türkiye'nin siyasi hayatında hangi çelişkilerden kaynaklanabileceğine bakmamız gerekir.

1) Türkiye'nin siyasi hayatına yıllardır damgasını vurmakta olan politik iç savaşta, Batıcı-laik burjuvazi İslamcı burjuvazi karşısında son dönemde üst üste mevzi yitirmiştir. Referandumda anayasa değişikliklerinin kabulü halinde yüksek yargı da AKP'nin önünde daha az engel olmaya başlayacaktır. Darbe veya müdahale zordur. 2011'de AKP'nin seçimi bir kez daha kazanması, Batıcı-laik burjuvazinin, TSK'nın ve bütün cephenin önemli bir yenilgisi olacaktır. Türkiye'nin referandum-seçim ortamına girmekte olduğu bu aşamada, CHP Kurultayı'na on beş gün kala Baykal'ın harcanması AKP'yi sandıkta yenilgiye uğratmak bakımından bir olanak yaratabilir.

2) Burjuvazinin iç savaşının çapraşık bir boyutu olarak "Ergenekon" davasında hedef alınan kontrgerilla kadroları, epeyce büyük bir yenilgi yaşamaktadırlar. CHP'nin yükselişi bu durumu kısmen ya da tamamen tersine çevirebilir.

3) Son iki-üç yıldır kıpırdama emareleri gösteren işçi sınıfı hareketi, Tekel mücadelesi ile bütün ülkeyi sarsan bir boyuta yükselmiştir. Bunu izleyen İstanbul 1 Mayıs eyleminin görkemi, işçi sınıfının yükselişin eşiğinde olduğunu bir kez daha göstermiştir. 2008'de patlak veren dünya krizi 2009 sonlarına doğru hız kesmişken, şimdi yeniden Yunanistan ve genel olarak Avrupa'da yaşananlar, Türkiye burjuvazisi için elbette gelecek kaygıları yaratmaktadır. Tekel eylemi de, 1 Mayıs da, büyük partiler arasında, işçi sınıfı mücadelesini massedebilecek, kendi yanına çekebilecek bir güç olmadığını göstermiştir. Burjuvazi, Kılıçdaroğlu'nun şahsında yeniden bir Ecevit yaratarak sınıf mücadelesinin tehlikeli noktalara kaymasını engellemek istemiş olabilir.

4) Erdoğan ve Davutoğlu'nun Brezilya ile birlikte İran'la imzaladığı uranyum takas anlaşması, ABD'nin ve AB ülkelerinin (ve tabii İsrail'in) ciddi tepkisini çekmiştir. (Bu gelişmelerin erken bir analizi için bkz. "Kader üçgeni: Türkiye, İsrail, İran".) Bugün yaptırımlara razı olmayan bir AKP hükümetinin yarın İran'a karşı açılacak bir savaşa hiç yanaşmayacağının varsayılması gayet doğaldır. Kısacası, ABD, AB ve İsrail artık Erdoğan hükümetinden rahatsız olmaya başlamıştır. Bu güçler şimdilik AKP'den vazgeçmeyi göze alamasa bile, karşısında hiçbir alternatifi olmayan ve bu yüzden pervasızca hareket eden bir AKP yerine, alternatifi olan ve biraz daha temkinli adımlar atan bir AKP'yi tercih edecektir.

Bu dinamiklerin ilki ve üçüncüsü saray darbesinin faili olarak Türk Silahlı Kuvvetleri ile Batıcı-laik büyük sermayeye, ikincisi kontrgerillaya, dördüncüsü ise CIA veya Mossad'a işaret ediyor. Bunların hangisinin harekete geçmiş olduğu, ancak sağlam bir istihbarat sonucu ortaya çıkarılabilir. (Elbette melez veya ortaklaşa bir operasyon da mümkündür.) Ama her durumda, Baykal'ı devirenin bir halk hareketi ya da bir sol muhalefet değil, iktidar odakları olduğu tartışılamaz.

Trajedi ve fars

Yeniden bir Ecevit? Öyle anlaşılıyor ki, saray darbesinin kaynağı ister burjuvazinin iç savaşı olsun, ister işçi sınıfının önüne bir set çekme amacı, her durumda CHP Kılıçdaroğlu'ndan yeni bir Ecevit yaratmaya çalışacaktır. Kılıçdaroğlu'nun fiziksel olarak Ecevit'i kısmen andırması, ondan farklı olarak Dersimli bir Kürt Alevi olması, yani emekçi ve yoksul halkın içinden geliyor olması burada elbette bir avantaj olarak kullanılacaktır. Ecevit "çoban Sülü"ye karşı köylü kasketi takmıştı. Kılıçdaroğlu da Kasımpaşalı Tayyip'e karşı aynı yönteme başvuracaktır.

Bu çaba CHP Kurultayı'nda sakil halkla ilişkiler oyunlarının oynanmasına yol açmıştır. Kılıçdaroğlu CHP'nin bu işlerden anlayan uzmanları tarafından "ambalajlanmıştır". Sekiz yıllık milletvekilliği döneminde kravat ve takım elbise ile dolaşan adam, emekçi halka sevimli görünebilmek için birdenbire kıravatını atmıştır. Bu yetmemiş, kendisine poşet içinden çıkartılarak verilen bir kasketi gayet mekanik bir tarzda, hiç şaşırmadan başına takmıştır. (Bunu bilhassa belirtiyoruz, çünkü şimdi kasketin bir mizansen olmadığı, İzmirlilerin sürpriz hediyesi olduğu ima ediliyor. Oysa olayın yaşanışını televizyonda izleyen herkes emin olacaktır ki, Kılıçdaroğlu o kasketin kendisine verileceğini bilmektedir.) Sonra teşekkürü, aynen Kasımpaşalı gibi, sağ elini göğsüne koyarak edecektir. Bu mizansen, sahteliği ve ısmarlama karakteri ile insana iğrenti veriyor! Tabii, işin iyice çarşafa dolanması, fiyatının 400 ila 600 TL arasında değiştiği açıklanan Etro marka gömlekle oldu. Altı kaval, üstü şişhane!

Kılıçdaroğlu'nun "image maker"ları, heykeltraşları kendilerini böyle davranmak zorunda hissettilerse, bunun çok belirgin bir nedeni vardır. Kılıçdaroğlu'nun tarihi yoktur ki, halkın gözünde bir ikinci Ecevit olsun. Ecevit, 1972'de "milli şef" İsmet İnönü'yü kendi bileğinin gücüyle devirerek partinin başına gelmiştir. Ondan sadece bir yıl önce, 12 Mart muhtırasına karşı çıkarak partinin genel sekreterliğinden istifa etmiştir çünkü. Kılıçdaroğlu ise, bir saray darbesinin yarattığı iktidar boşluğunu doldurmuş, tamamen kudretli odakların adamı gibi davranan kibirli Baykal'a meydan okumak bir yana, ondan özür dileye dileye aday olmuş, seçildikten sonra da gidip el etek öperek huzuruna çıkmıştır. Ecevit, evet, burjuvaziye hizmet ediyordu; işçi sınıfı ve köylülüğün düzenin sınırlarını aşmasına engel olmaya, onlarla yükselen sosyalizmin arasına girmeye çalışıyordu. Ama bunu yaparken geçmişten bir kopuş gerçekleştirmişti. "Su kullananın, toprak işleyenin" dediğinde burjuva da işçi de bir an tereddüt ediyordu: Yoksa gerçekten böyle mi demek istiyor? Öyle olmasa da kulağa aldatıcı gelebiliyordu hiç olmazsa. Doğru söylemediğini bilebilmek için Marksizmin kılavuzuna ihtiyaç vardı. Kılıçdaroğlu kendisine verilen replikler icabı "devrimci" olduğunu söylediğinde ise, bu şahsiyetin yaşamı insanın gözünün önünde canlanıyor: Onyıllar boyu devletin sadık hizmetkârı, bir on yıl da kibirli Baykal'ın sadık teknisyeni, şimdi 60'ında "devrimci"! Güldürmeyin insanı!

Ecevit/Kılıçdaroğlu karşılaştırması, Marx'ın Napolyon'un yeğeni Louis Bonaparte için Hegel'e atıfla söylediği sözü hatırlatıyor: Tarihte her olay iki defa olurmuş, ama ilkinde trajedi olarak, ikincisinde ise fars! Ecevit olayı, birazdan değineceğimiz gibi, hem kendisi hem de işçi sınıfı ve sosyalizm için gerçek bir trajedi idi. Kılıçdaroğlu olayının onun komik bir "replay"i olması ihtimali çok yüksek.

Yeni orta sınıflar varoşlara dönüyor(muş)!

CHP'nin AKP'ye gerçek bir rakip haline ge(tiri)lmesinin bu yöntemi Kılıçdaroğlu'nun kendi buluşu değil elbette. Bu partinin son on yılda Batıcı-laik burjuvazinin yüksek bürokrasiden sonra en önemli müttefiki haline gelmiş olan modern küçük burjuvazinin partisi haline gelmiş olduğu, DİP Girişimi'nin ve ondan önce İşçi Mücadelesi'nin yayınlarında çok uzun yıllardır söyleniyor. Şimdi Milliyet gazetesinde, son kurultayda CHP Parti Meclisi'ne girmiş olan sosyolog Sencer Ayata ile yapılan bir röportajda, bu, "yeni orta sınıflar" adı altında, çok orijinal bir tespitmiş gibi sunuluyor. Varılmak istenen nokta, CHP'nin yeni yönelişinin bu seçmen kitlesine varoşları eklemek, yeni orta sınıf ile varoş halkının bir ittifakını kurmak olduğunu ortaya koymak.

Gözü kör olmayan herkes, birincisi, neoliberalizm ve "küreselleşme"den muazzam yarar sağlayan modern küçük burjuvazinin ağırlıklı çoğunluğunun, kökeni daha alçakgönüllü, daha taşralı, bazen daha emekçi olan İslamcı bir yeni küçük burjuvazinin yükselişi karşısında konumunu yitirmemek için CHP'ye ve TSK'ya canhıraş bir telaşla sarılmış olduğunu zaten görüyordu. CHP taban olarak, bu sınıf dilimine, Alevilere ve daha modern bir yaşam tarzına sahip kıyı illeri halkına sıkışmış kalmıştı. (Bir de, daha iyi bir alternatifin yokluğunda, proletaryanın en eğitimli katmanlarının oyunu alıyordu.) İkincisi, varoşların ise büyük ölçüde AKP'ye ve kendisi de "halk" görünümlü ve üsluplu Tayyip Erdoğan'a meylettiğini, gerek işçi sınıfının gerekse kent yoksullarının AKP'lileşmeyen katmanlarının ise büyük ölçüde MHP'ye destek verdiğini de yine kör olmayan herkes görüyordu.

Dolayısıyla, CHP'nin yeni küçük burjuvazinin yanına varoşları eklemek istemesi, hiç de dahiyane olmayan bir fikirdir. Orta Anadolu'nun muhafazakâr köylüsünü ya da yıllardır düşmanlık ettiği Kürtleri kazanmayı ilk iş olarak bellemesi beklenemezdi! Kılıçdaroğlu'na yolsuzluk ve yoksulluk üzerinde bu kadar durma ilhamını veren budur. Bunun aynı zamanda geniş anlamda sosyalist solun önemli bir bölümünü de CHP'nin peşine takacağı, partinin mahallelerde bu militan güçten yararlanacağı umut ediliyor. Yumruklu fotoğraf da, Kılıçdaroğlu gibi birinin ağzında gülünç duran "devrimci" sözcüğü de, Kurultay salonunda "faşizme karşı omuz omuza" sloganının atılması da hep sosyalist solu CHP'nin peşine takma konusundaki bu çabanın ürünüdür.

Levent Dölek yoldaşımızın yazısında ele alınan olgular da Kılıçdaroğlu heykeltraşlarının bu umudunun boş olmayacağını düşündürüyor!

Solu yanına almak kolay olabilir. Yeni küçük burjuvaziye varoş hamiliği yaptırmak da çok zor olmayabilir. Sonuç olarak, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin bursları, Kardelen projesi ve benzeri çabalar, (Kürt halkını asimile etme çabasının yanı sıra) yoksulları AKP'nin ve İslamcılığın elinden koparma yönünde çalışmalardır ve orta sınıfın yıllardır sürdürdüğü türden faaliyetlerdir. Bu "toplumsal" proje, şimdi siyasi bir projenin temeline dönüştürülmeye çalışılıyor. Yakın gelecekte beyaz Türklerden daha fazla alınteri edebiyatı, daha fazla solcu terminoloji, daha fazla Nazım Hikmet ve Yılmaz Güney düşkünlüğü bekleyebiliriz.

Buna karşılık, işçi sınıfını, yarı proleterleri ve kent yoksullarını, içinden geçmekte olduğumuz, kapitalizmin tarihinde görmüş olduğu en büyük ekonomik krizlerden birinin damgasını taşıyan dönemde yeterli vaadlerle kandırmanın bir burjuva partisi için son derecede zor olduğunu zaman bize gösterecek. Elbette yalandan kimse ölmemiş! Kılıçdaroğlu CHP'si de işçilere ve emekçilere bol keseden umut vaad edebilir. Burjuvazinin en azından Batıcı-laik kanadı, başka zamanlarda bunu çok sorumsuz bir davranış olarak kabul ederek CHP'den bütün desteğini çekebilirdi. (Ecevit'in burjuvaziye bütün hizmet aşkına rağmen, 70'li yıllar boyunca bu sınıfın mensuplarının büyük çoğunluğunun kendisine hep kuşkuyla yaklaşmasını hatırlayın.) Ama bugün, burjuvazinin iç savaşı bağlamında Kılıçdaroğlu CHP'sinin burjuvaziden çok daha fazla kredi alabileceği açıktır. Buna, burjuvazinin Ecevit deneyimini yaşayarak bu tür burjuva politikacıların korkulacak bir şey olmadığını öğrenmiş olmasını da eklemek gerekir.

Sosyalistlerin Kılıçdaroğlu'na destek vermesi cinayettir!

Buraya kadar söylediklerimizden, Kılıçdaroğlu CHP'sinin önümüzdeki dönemde Türkiye politikasında oynayacağı rol ortaya çıkmış olmalı. Baykalsız CHP, Batıcı-laik burjuvazi, TSK, ABD, İsrail gibi güçlerden birinin veya birkaçının AKP'den seçimler yoluyla kurtulmak için tasarladığı bir araçtır. Bu durumda geniş anlamıyla sosyalist solun Kılıçdaroğlu'na destek vermesi, işçi sınıfının ve emekçilerin mücadeleleri açısından gerçek bir cinayet olacaktır. Bunun nedenlerini kısaca ve mümkün olduğunca yalın biçimde özetleyelim:

·      Tekel mücadelesi ile birlikte işçi sınıfı (ve büyük emekçi kitleler) hakları ve ekonomik çıkarları için mücadelenin anlamını ve önemini yeniden bilince yükseltmeye başlamıştır. Bu yeni dinamiği CHP'nin kanallarına yöneltmek işçi sınıfını pasifleştirecek, umutlarını bir burjuva politikacısına ve partisine bağlamalarına yol açacak, kaderlerini de onun manevralarının esiri haline getirecektir.

·      Kapitalizmin dünya çapındaki krizinin damgasını taşıyan bu dönemde, burjuvazinin işçi sınıfına büyük tavizler vermesi mümkün olmadığından, Kılıçdaroğlu CHP'si günü geldiğinde bütün vaadlerinden çark edecek, bu da işçi sınıfının demoralize olmasına ve mücadeleden soğumasına yol açacaktır.

·      İşçilerin ve emekçilerin güvenini kazandığı takdirde, yeni CHP'nin, krizin derinleştiği, tıbbi deyimle akut hale geldiği bir anda iktidarda olduğu takdirde, işçi sınıfına verdiği vaadleri tutmak bir yana, çok ağır kemer sıkma politikalarını kabul ettirmesi başka partilerden çok daha kolay hale gelecektir. Son altı ay içinde Yunanistan'da yaşananlar bu konuda ders oluşturmalıdır.

·      Kılıçdaroğlu projesinin tam olarak başarıya ulaşması halinde, mesele AKP'yi iktidardan düşürmektir. Gerçekçi hesaplar, CHP'nin bunu tek başına yapmasının neredeyse olanaksız olduğunu ortaya koyacaktır. Yeni CHP 2011 seçimlerinde Kılıçdaroğlu rüzgârı ile (ve sosyalistlerin yardımı ile) büyük bir atak yaptığı takdirde dahi muhtemelen tek başına hükümet kuracak durumda olmayacaktır. Bu durumda da hükümeti MHP ile bir koalisyon temelinde kurması için büyük bir basınç altına girecektir. Bu hükümet formülünün AKP karşıtı kampta uzun zamandır pişirilmekte olduğu biliniyor. Eğer bu gerçekleşirse, sosyalistler MHP'yi yeniden bir iktidar ortağı haline getirmek için çalışmış olacaklardır.

·      ABD-AB-İsrail ile AKP hükümetinin çelişkileri büyüdüğü takdirde, CHP emperyalizm ve Siyonizmin İran savaşının önündeki engelleri temizleyen bir işlev üstlenmiş olacaktır.

·      Her şeyden önemlisi, sosyalist hareket burjuvazinin iki kampı arasındaki iç savaşta bağımsızlığını yitirerek Batıcı-laik kampın bir eklentisi haline gelecektir. Bu da zaten çok uzun süredir gerileme içinde olan sosyalist hareketin büyük bölümlerinin bütünüyle burjuva politikasına adapte olmasına, sosyalizmin (yani işçi sınıfı politikasının) Türkiye'nin siyasi yaşamında bağımsız bir aktör olma kapasitesini hepten yitirmesine yol açacaktır.

Geniş anlamda sosyalist hareketin tarihinin en büyük stratejik sorunu, gelişmesinin her aşamasında burjuvazinin içinde "demokratik" ya da genel olarak "ilerici" eğilimleri temsil ettiğini hayal ettiği güçlerin peşine takılması olmuştur. Tarihin değişik evrelerinde bu Kemalist devlettir, tek parti diktatörlüğüne veya askeri müdahalelere karşı liberal partilerdir, "irtica"ya karşı ordudur vs. Ama denebilir ki, bu yalpalamaların hiçbiri, sosyalist solun 1970'li yıllarda Ecevit CHP'sine verdiği destek kadar zararlı olmamıştır. Çünkü, bu dönem, modern Türkiye'nin tarihinde işçi sınıfının, emekçi kitlelerin, Kürt halkının, gençliğin ve başka toplumsal güçlerinhep birlikte mücadeleye atıldığı tek dönemdi. Sosyalist hareketin başka dönemlerde burjuvazinin bir kanadına destek vermesi, halk kitleleri büyük bir mücadelenin içinde olmadığı için sonuçları bakımından aynı derecede vahim olmamıştır. 1970'li yılların mücadelesi, sınıflardan birinin galebe çalacağı ölümüne bir mücadele idi. CHP'ye destek bu mücadelenin 12 Eylül askeri diktatörlüğü ile, yani işçi sınıfının bütünüyle yenilgiye uğramasıyla sonuçlanmasında belirleyici faktörlerden biri olmuştur.

Sosyalist hareketin bugün muazzam zayıf bir duruma düşmesinde kendi sorumluluğu bu noktada başlar. (Öteki meseleler bu yazının ufkunun dışında kalır.) Bugün, tam işçi sınıfının mücadelesi uzun bir aralıktan sonra yeniden canlanırken, sosyalist hareketin aynı hataya düşmesi trajik değil komik olacaktır!

Kılıçdaroğlu'na cevap: Gerçek bir Üçüncü Cephe

Bugün sosyalist hareketin benimsemesi gereken politik hat, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilerin ve ezilenlerin burjuvazinin iki kampından bağımsız bir Üçüncü Cephe oluşturması için mücadele etmektir. Bunun esas unsurlarının mücadele eden işçi sınıfı ile Kürt halkı olacağı açıktır. Bugün koşullar, böyle bir cephenin kurulması bakımından son on beş yıldan çok daha elverişlidir, çünkü Kürt hareketi uzun zamandır ilk kez yüzünü Türkiye işçi sınıfına ve emekçilerin çevirmiştir. Hem AKP'den hem de CHP'den bağımsız yürüyecek böyle bir Üçüncü Cephe, burjuvazinin kendi içinde yaşadığı savaşın yarattığı çatlaklardan da yararlanarak politik bakımdan önemli kazanımlar elde edebilir.

Yeni dönemin CHP'sine liberal eğilimli çevrelerden yapılan esas eleştiri, partinin Baykal çizgisinden, yani Ergenekon avukatlığından yeterince uzaklaşmamış olduğudur. Doğrudur, sadece laiklik ve Kürt düşmanlığı temelinde biçimlendirilen politikayı temsil eden şahsiyetler partide yeni dönemde de önemli mevziler elde etmiş, önemli mevkilere seçilmişlerdir. Bu çizgiden farklı olarak emekçi vurgusunu çok daha güçlü biçimde temsil eden İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin MYK'ya bile seçilememiştir. CHP, daha uzunca bir süre, Önder Sav ile Gürsel Tekin çizgileri arasında huzursuz bir koalisyon niteliği taşıyacaktır. Partinin bu niteliğinin hayırlı bir yanı vardır. Kürt hareketinin CHP'ye yaklaşmasının önünde bir engeldir bu durum. Ve böylelikle Üçüncü Cephe olasılığını güçlendirmektedir.

Öte yandan, yeni dönemin CHP'sini sadece bu temellerde eleştirmek, son tahlilde önemli sapmaların kaynağı olabilir. Birincisi, Gürsel Tekin çizgisi partiye hakim olsa, yani Kılıçdaroğlu Baykal doğrultusunun etkisinden bütünüyle kurtulsa, partinin bir umut haline gelebileceği varsayımı burada gizli gizli beslenir. İkincisi, liberal çevrelerin CHP'yi böyle eleştirmelerinin esas amacı AKP'nin hâlâ en çok savunulması gereken siyasi odak olduğu fikrine kıskançlıkla sahip çıkmaktır. CHP'ye vurmak, AKP'yi aklayacak biçimde yapılmamalıdır. Üçüncüsü, CHP'ye bu tür eleştiriler AKP yandaşlarının ağzında Kılıçdaroğlu'nu Sarıgülleşmeye, CHP'yi AKP'lileşmeye çağırmak anlamını taşımaktadır. Sosyalistlerin CHP'ye eleştirileri bütünüyle bu eleştiriden bağımsız temellerde yürütülmelidir.

Dervişin fikri...

Kılıçdaroğlu heykeltraşlarının CHP'nin yeni başkanını yüceltmek için hiçbir fırsatı kaçırmadıklarına dikkat edelim. Ecevit ile karşılaştırmaların yanı sıra, "image maker"ları Kılıçdaroğlu'nun adının Kemal olmasından da yararlanmaya çalışıyorlar. Kimi onu şimdiden "İkinci Kemal" olarak ilan etti bile.

Oysa CHP tarihinden bir ikinci Kemal çoktan oldu. Hatta burjuvazinin gönlünde hâlâ onun yattığı söylenebilir. Bunun en eğlenceli işaretini, Radikal gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan'ın Kılıçdaroğlu hakkında yazdığı erken bir yazıda gördük. Berkan, yazısında "farz edelim Kemal Kılıçdaroğlu başbakan olmayı başardı" demek isterken "farz edelim Kemal Derviş başbakan olmayı başardı" yazmış! Dervişin fikri neyse zikri de oymuş. Bu durumda dervişin fikri Derviş'miş! İleri fikirli neoliberal burjuvazinin bir temsilcisi olarak Berkan elbette en çok Derviş'in başbakan olmasını ister. 

Berkan'ın bu dalgınlığı, bu "Freudyen dil sürçmesi" bize bir şey hatırlatmalı: CHP daha sadece yedi-sekiz yıl önce, hem de liberallerin en "devletçi" diye eleştirdiği Baykal döneminde, Kemal Derviş gibi bir özelleştirmeci neoliberali bünyesine alabilmiş, Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili yapabilmişti. Bu da açıkça gösteriyor: Üçüncü Kemal ne tür işçi-emekçi makyajı yaparsa yapsın, CHP düpedüz bir burjuva partisidir.

İşçi sınıfı adına CHP'ye verilecek destek, tarihte ikinci kez yaşanan bütün olayların kaderini paylaşacak, bir fars, bir komedi olacaktır!

CHP