Sıfır başbakan!

Türkiye’nin yeni “Reis” i, kendisine başbakan seçti, dolayısıyla AKP’ye de genel başkan. “Başbakan” deyişimize bakmayın, lafın gelişi tabii. Ahmet Davutoğlu’nun sıfatı “başbakan” olacak, ama başlangıçta yarı-başkanlık sistemindeki bir başbakan kadar bile yetkisi ve gücü olmayacak.

Bilindiği gibi, ABD’nin sistemine “başkanlık sistemi” adı veriliyor. Eyalet valilerinin güçlü yerel yetkilerle donatıldığı federal bir sistem bünyesinde, Kongre olarak anılan iki meclisli yasama organının, özellikle Senato’nun büyük ağırlığa sahip olduğu, (bizim Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay’ın bir bileşimi gibi olan) Yüksek Mahkeme’nin ise neredeyse yasa koyucu gibi çalıştığı bir sistemde, tuhaf bir seçim sistemi dolayımıyla da olsa halk tarafından seçilen bir “başkan” ülkeyi yöneten esas kişidir. Bu sistemde başbakan yoktur, bakan konumunda olan görevlilere bile başkanın ne kadar yetkili olduğunu hatırlatan bir sıfatla “sekreter” denir. (Mesela dışişleri bakanının taşıdığı unvan, “Devlet Sekreteri” anlamına gelen bir sıfattır.)

Fransa, 1958’de kurulan Beşinci Cumhuriyet ile birlikte Avrupa’nın çoğu öteki ülkesinde uygulanan parlamenter sistemden “yarı-başkanlık sistemi” adı verilen bir sisteme geçmiştir. Adı hâlâ “cumhurbaşkanı” olan bir numaralı yönetici burada da Amerikan sistemindeki gibi halkoyuyla seçilir, ama Amerika’dan farklı olarak bir de başbakan vardır. Bu, melez bir sistemdir. Cumhurbaşkanı büyük yetkilere sahiptir, ama genel politikayı belirledikten sonra, dış ilişkilerde daha faal olmak kaydıyla işlerin günbegün yürütülmesini başbakana bırakır. Sovyet sonrası Rusya Federasyonu da Fransa’ya benzer bir sistemi benimsemiştir.

Türkiye “başkanlık sistemi”ne geçmek bir yana, “yarı başkanlık” sistemine bile geçmemiştir. Hâlâ parlamenter benzeri bir sisteme sahiptir. Ama Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktaki gücü Fransa’nın veya Rusya’nın “yarı başkanlık” sisteminde olduğundan bile az olacaktır! Tayyip Erdoğan, “Alo Fatih” gibi olaylarda bütün Türkiye’yi şaşkına çeviren tarzıyla iş ve yetki devretmekten dikkatle kaçınan, her şeyi kendi ellerine toplamayı bir obsesyon haline getirmiş bir yöneticidir. Davutoğlu kırıntılarla idare edecektir. Konumu, Fransız veya Rus sistemindeki başbakandan ziyade Latin Amerika ülkelerindeki başkanlık sisteminde değişik adlarla anılmakla birlikte genellikle içişleri bakanlığına karşılık veren, öteki bakanlara göre daha sorumlu ve yetkili, “eşitler arasında birinci” (Latince ifadeyle “primus inter pares”), ama kesinlikle “başbakan” olarak anılmayan konuma yakın olacaktır.

Peki, neden Davutoğlu seçilmiştir başka adaylar arasından? Tayyip Erdoğan üç dönem kuralını hatırlatarak başbakan ile genel başkanın aynı kişi olmasının yararlılığının birtakım adayların elenmesine yol açtığını söylüyor. Bunda bir geçek payı olabilir, ama bu koşullara uyan başkaları da olduğu halde Davutoğlu’nun seçilmesinin başka nedenleri vardır. Bunların anlaşılması, önümüzdeki dönemin siyasi hayatının bazı temellerini ve çelişkilerini kavramak bakımından önem taşır.

Birincisi, bu seçiş, Tayyip Erdoğan Yönetimi’nin (bunu ABD’de “hükümet” kavramı yerine “yönetim” kavramı kullanıldığı için alaylı söylüyoruz) önümüzdeki dönemdeki stratejik yönelişine işaret ediyor. Tayyip Erdoğan yeni konumunda kendini Türkiye’yi şimdiden fethetmiş bir “usta” olarak görmek istiyor. Bu aşamadan sonra İslam dünyasını fethe çıkmayı planlıyor. Yakın çalışma arkadaşı dışişleri bakanını hükümetin en önemli, en belirleyici yerine getirmesi, “eşitler arası birinci” yapması bir yanıyla bunun ürünüdür. Kendisinin, bütün iddiasına rağmen, dünya meselelerine hâkim olması çok zor olduğundan bu işi en iyi bilen ve kendisine en çok yardım edebilecek kişiyi yanına almış, başbakan olarak atamıştır. Davutoğlu’nun politikasının Müslüman nüfus çoğunluğu olan dünyada mezhepçilik yoluyla hegemonya kurma yönelişi olduğu hatırlanırsa, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yaşaması ihtimali yüksek olan sarsıntılı döneme bu strateji ve personel seçiminin büyük katkısı olacaktır! Davutoğlu kendisi sorunlu bir insan olan başbakanın yaratacağı sıkıntıları sorunlu bir çocuk gibi çoğaltacaktır!

İkincisi, Erdoğan Gezi ile başlayan halk isyanı elini kolunu bağladığı için hukuken elde edemediği “başkanlık sistemi”ni şimdi hile ve desise ile fiilen kurmayı düşlediği için kendisine biat edecek teknisyenleri tercih ediyor. Davutoğlu politikacı değildir. Akademisyendir, danışmandır, memurdur (amiri olan anlamında!) Ne Milli Görüş hareketinden geçmiştir, ne AKP içindeki kadrolarla doğru dürüst ortak mesaisi vardır, ne örgüt içinde onlarla birlikte dirsek çürütmüştür. Artık bütün Türkiye’nin bildiği gibi Gül döneminde danışmanlığa getirilmiş, Gül 2007’de cumhurbaşkanı olduktan sonra Erdoğan’ın adamı olmuş, 2009’da paraşütle meclis dışından Dışişleri Bakanlığına indirilmiştir! Neden sonra 2011’de milletvekili yapılmıştır? Teknisyendir. Tayyip Erdoğan’ın yeni ekibinde bunların sayısı artacaktır. Hakan Fidan da memurdur, Dışişleri Bakanı olarak adı geçiyor. O göreve atanmazsa bilin ki Tayyip Erdoğan’ın gözü kulağı haline getirilmiş olan MİT için güvenilir ve ehil bir halef bulunamamış demektir! İçişleri Bakanı Efkan Âlâ’nın değişmesi için bir neden yoktur; o da meclis dışındandır, tipik ve antipatik bir polistir. Erdoğan hükümetteki en önemli görevleri teknisyenlere veriyor. Neden? Çünkü politikacı güç oyunlarına girmeye daha yatkın ve iktidar manevralarında daha yetkindir. Parti örgütünü tanır, kimlerle işbirliği yapabileceğini daha iyi tespit edebilir, hizipleri ve çelişkilerini bilir, bölgeleri birbirine karşı oynayabilir. Dolayısıyla, Erdoğan’ın arkasından dolap çevirmesi hem daha kolaydır, hem daha muhtemel. Davutoğlu ise bu konuda sıfırdır.

Sadece bu konuda mı? Gerçek gazetesinin ve sitesinin sadık okuyucuları, burada Davutoğlu’nun uzun zamandır bir takma adla anıldığını hatırlayacaktır. Osmanlı Maarif Vekili olan ve “şu mektepler olmasa maarifi idare etmek ne kolay olurdu” sözüyle ünlenen Yedi-Sekiz Hasan Paşa’ya nazireyle Sıfır Ahmet Paşa dendi kendisine hep. Neden “sıfır” olduğu belli. Profesör Davutoğlu “stratejik derinlik” sahibi biri olarak Türkiye’nin komşularıyla “sıfır sorun” yaşayacağı bir ortam yaratma iddiasıyla geldi, “sıfır komşu” denebilecek bir durum yarattı. Ah, komşular olmasaydı “hariciye” işleri ne kadar kolay yönetilebilirdi! Daha genel olarak Davutoğlu Türkiye Cumhuriyeti tarihinin muhtemelen en başarısız, en öngörüsüz, ülkenin başını en çok belaya sokmuş dışişleri bakanıdır. Dünya çapında alay konusu olduğuna dair belirtiler vardır. Tayyip Erdoğan bunu bilmez mi? Elbette bilir. Ama kendisine başarılı bir politikacı değil, kendisinin (yani Erdoğan’ın) fikirlerini kölece uygulayacak bilgili bir memur aramaktadır. Bu memurun ağır bir başarısızlıktan geliyor olması, tuhaf görünecek ama bir avantajdır. Çünkü bu kadar başarısız birinin elinden tutarsanız o size büyük borç içine girmiş demektir. Prestijinin yerlerde dolaştığını, sizin onun elini bıraktığınız anda kurda kuşa yem olacağını bilir. Onun için de size biat eder. İşte Tayyip Erdoğan belki de en çok bu yüzden Ahmet Davutoğlu’nu tercih etmiştir.

Çünkü o “sıfır başbakan” istiyor. O, kendi sözünden çıkmayacak bir noter arıyor. Sıfır başbakanlığa “Sıfır Ahmet Paşa”dan daha iyi aday bulunabilir miydi?

Ama Erdoğan’ın mutlak biat arzusu, bu durumda bile tutmayacaktır. Başlangıçta evet. Ama Erdoğan eski gücünden çok şey yitirmiştir. Gezi ile başlayan halk isyanında ve sonrasında ne tüyler bırakmıştır! Güçsüzlüğü başta belli olmayacaktır. O aşamada Davutoğlu Erdoğan’a her konuda teslim olacaktır. Ama sonra Erdoğan hem dünya çapında yaşanmakta olan altüst oluşların, hem de Türkiye içinde ortaya çıkacak olan meydan okumaların etkisi altında sarsılmaya başlayınca, Davutoğlu da onunla birlikte düşüşe geçmemek için altına sığınacak yeni saçaklar arayacaktır. Davutoğlu bile Erdoğan ile çelişki içine girecektir. Gül boş yere Davutoğlu’nu politikaya getirenin kendisi olduğunu söylemedi!

Buna bir başka çelişkiyi daha eklemek gerekiyor. Bu yazının başında dedik ki, Erdoğan “kendisine başbakan seçti, dolayısıyla AKP’ye de genel başkan.” Sırayı boş yere tersine çevirmedik. Davutoğlu, AKP’ye en iyi başkan olacağı için seçilmedi. Erdoğan’ın “sıfır başbakan” ihtiyacını karşılamak üzere seçildi. Ama mecburen AKP genel başkanı da yapıldı. İşte bu yeni bir çelişki yaratacak. Davutoğlu gibi ruhsuz, profesoryal, itici bir şahsiyetin halk kitleleri ile sıcak bir ilişki kurması beklenemez. Teknisyen olduğu için parti örgütü ile de ustaca bir ilişki kuramayacaktır. Dolayısıyla, her iki alanda da muhtemelen başarısız kalacak, partinin oy oranını düşürecektir. Bu kurulan yeni siyasi düzenin bir başka çatlağını oluşturuyor.

Erdoğan zayıfladıkça, AKP hizipleri birbirlerine düştükçe, başta işçi sınıfı olmak üzere halk güçlerinin ne durumda olduğu belirleyici olacaktır. Hepsini birden tarihin derinliklerine yollayacak olan işte o güçlerin mücadelesi olacaktır. Türkiye o zaman içeride ve dışarıda sıfırdan yepyeni bir düzenin kuruluşuna tanık olacaktır.

Davutoğlu’nun sonu ise sıfırın altında bir yerlerde olacaktır.