Sendika mı? STK mı?

Eğitim-Sen 9. Olağan Kongresi geçen haftalarda beş güne yayılan bir süreçte gerçekleştirildi. Genel Kurul’un ilk iki günü tüzük değişikliklerine ayrılmıştı.Ancak Genel Kurul’un “olağan” olduğuna bakmayın, aslında Eğitim-Sen’in politikalarında belki bir dönüm noktası anlamına gelebilecek bir genel kuruldu: Ya gerçek bir sınıf örgütü olacaktık ya da kimlik politikaları ekseninde bir sivil toplum kuruluşu. Maalesef bu dönüm noktası, sınıf politikalarının geliştirilip uygulanabileceği bir doğrultuda olmayacak gibi görünüyor. Zira yapılan tartışmalar ve hem tüzük değişikliği için hem degenel kurul kararı içinsunulan önergeler tam tersi bir politikanın hakim olacağını gösteriyor. Bu tür bir sonuca ulaşmamızın birkaç nedeni var.

Öncelikle, tüzük değişiklikleri için sunulan önergelerin birçoğu tabanda tartışılmış ve bu tartışmalar sonucundabelli bir olgunluğa eriştikten sonra delegelerin önüne getirilmiş öneriler değildi. Her bir önerge, neredeyse tek tek grupların yine kendi önceliklerini ön plana çıkartığı önergeler olmaktan öteye gidemedi. Haliyle birkaç tanesi hariç olmak üzere önergelerin birçoğu delegelerin oylarıyla reddedildi, zira sunulan önergeler ne tabanda tartışılmış ne de var olan grupların onayını almıştı. Hatta birçok delege tüzük değişikliği içeren önergeleri ilk kez o salonda duymuştu. Elbette ki kendisine “demokratik merkeziyetçi” diyen bir sendika için bu durum büyük bir sıkıntıdır. Gerçekte olan, bütünüyle merkeziyetçi olup ama bir türlü demokratik olamayan bir sendika olmasıdır.

Bütün bunlardan daha önemli olan ve sendikal politikalarda dönüm noktası diyebileceğimiz ikinci bir nokta var. Bir takım yanlış anlamaların önüne geçmek için meseleyi biraz genişçe tartışmak gerek.

Elbette ki insanlar sadece işçi ve emekçi oldukları için ezilmezler. İnsanlar; kadın, eşcinsel, Alevi, Kürt ya da başka herhangi bir kimliğe sahip olmaları nedeniyle ezilebilirler ve buna karşı bir mücadele geliştirdiklerinde haklıdırlar. Üstelik Eğitim Sen gibi bir sendikanın da bu tür mücadelelerde onların yanında olması kadar doğal bir şey yoktur. Ancak, bir sendikanın politikaları herhangi bir kimliğin ihtiyaçlarına ya da taleplerine göre belirlenemez. Sendika, bütün bu kimlikleri zaten emek ekseninde bir araya getirdiği için, politikası da olsa olsa işçi ve emekçi sınıfların ihtiyaçları çerçevesinde belirlenebilir. Bu durumda, Kürt yoldaşların genel kurulda verdikleri kadın meclisi, Paris cinayetlerinin araştırılması ve sonradan önergelerden geri çektikleri eşbaşkanlık tartışmaları gibi daha çok kendi kimlik politikalarının ihtiyaçlarına göre biçimlenmiş önerileri sendikaya getirmek anlamsızdır. Kaldı ki, kendi siyasal örgütlerinde ya da belediyelerde hayata geçirmeye çalıştıkları bu türden uygulamaları şablon gibi her yere uygulamak doğru sonuçlar vermez.Zira burası bir sivil toplum kuruluşu değil, her türden kimliğe sahip insanların üye olabilecekleri bir sınıf örgütüdür. Kürt yoldaşların bunun bilinciyle hareket etmesi beklenir. İşin daha da kötü tarafı, bazı sosyalist grupların da bu tür önerilere sınırsız destek vermesidir ki, bu da, sendikanın bir kriz içinde olmadığını, aslında asıl krizin sosyalistlerin sendikalara yönelik bakışında olduğunu gösterir. Oysa bir sendika sınıf politikasından ve mücadelesinden uzaklaşırsa, politikaları kimlik ekseninde kurulursa, sendika olmaktan çıkar, sivil toplum kuruluşu olur. Çok basit bir örnek vereyim. Genel Kurulun hemen başında, konuşmalar başladığında ilk sözler öncelikle grupların temsilcilerine verildi. Toplam 11 grubun temsilcisi konuştu ve her biri en az bir defa “neoliberal ekonomik politikalar”ı eleştirdi, hepsi de Soma’daki iş cinayetine vurgu yaptı. Şimdi sorumuz şu: Bu neoliberal ekonomik politikalara kimliklerinizi göstererek mi karşı çıkacaksınız? Sendikada kimlik politikalarını öne çıkararak mı neoliberalizme itiraz edeceksiniz? Neoliberalizmin en önemli özelliği insanların kimliklerini baskılamak, onları ifade etmelerini engellemek midir? Değilse, nedir o zaman?

Genel Kurul, Eğitim Sen’in bir sınıf örgütü olmasına vesile olacak biçimde sonuçlanmadı. İşin daha kötüsü de var. Kimi “sosyalist gruplar”, sınıf sendikacılığı denince ücret sendikacılığını anlıyor ve bizim burada savunduğumuzu ücret sendikacılığı yapmakla mahkum etmeye çalışıyor, kimi yurtsever de savunduğumuzun “milliyetçilik” olduğunu öne sürüyor, sanki Kürt özgürlük mücadelesine karşı çıkan bir politika savunuyormuşuz gibi. Sınıf sendikacılığını savunmanın bunlarla ilgili olmadığını nasıl anlatsak? Ne diyelim, önümüzdeki dönemde bu arkadaşların yukarıda bahsettiğimiz sorunun farkına varmasını ummaktan başka yapabileceğimiz bir şey yok maalesef.