Seferi Sultan Erdoğan

ABD emperyalizmi, İsrail’in bölgedeki geleceğini sağlama alma kaygısıyla Ortadoğu’yu yeniden düzenlemek isterken önce Irak’ı yoluna sokup sonra İran’ı hedef almıştı. Lakin bundan önce, İran’ın müttefiki Suriye’yi, Suudi Arabistan ve Katar’ın gerici kralları ve emirleri ile onlarla el ele olan düzen partisinin o zamanki Türkiye Başbakanı aracılığıyla, hep birlikte Sünni-Alevi, Sünni-Şii mezhep savaşını kışkırtmıştı. Elbette ki bu arada, savaş tamtamlarıyla sarhoş olan düzen partisi için bu savaş, çökmekte olan dış politikası için bir nevi kurtarıcıydı. Böylece zaten sultan olmaya epeydir heveslenen düzen partisinin o zamanki başbakanının adının “Seferi Sultan Erdoğan” olarak değişmesinin önünde de hiçbir engel kalmamıştı. Üstüne bir de geniş bir toplumsal kesimin katılımıyla ortaya çıkan ve düzen partisinin az ya da çok bir hegemonya krizine girmesine neden olan Gezi Parkı Haziran İsyanı da eklenince, Seferi Sultan’ın ve onun saz arkadaşlarının, yandaşlarının, destekçilerinin savaş çığlıkları daha da arttı. Bu nedenle Suriye ile savaşa sıkı sıkı sarılacak, hem emperyalistlerle hem bu sayede liberallerle ilişkilerini onar­maya çalışacak, hem de halk kitlelerinin gözüne “Suriye fatihi” olarak yeniden girmeyi umut edecekti. Bu savaşın, aynı zamanda, düzen partisi için Suriye’deki Kürt özerkliğini ortadan kaldırmak anlamına geleceğini kavramak çok zeki olmayı gerektirmiyor.

Ne var ki ABD, “İran açılımıyla” Türkiye’de düzen partisinin izlediği Suriye’ye sefer yapma merak­lısı politikasına karşı ket vuracaktı. Buna rağmen savaş tehlikesi hâlâ sürüyor, zira İran hâlâ sapasağlam ayakta duruyor. Tam da bu nedenle, her kim Obama’nın bugüne kadar Suriye’de savaşa girmekte gönülsüz davranmasının nedenini Nobel Barış Ödülü sahibi olmasına bağlıyorsa, beyinden değil de omurilik soğanından konuştuğunu, olmadı, politikadan hiçbir şey anlamadığını göstermiş olur. Nitekim İran ile anlaşma, İran’ın hem ekonomik hem de ideolojik/kültürel açıdan küresel dünya ile bütünleşmesini hedefliyor, böylece ABD de Suriye politikasının yön değiştirdiğini göstermiş oluyor.

Ne var ki Türkiye, Suriye ile savaşa girmekte ısrarlı gibi görünüyor. Nitekim 7 Haziran seçimlerinin AKP’ye yaşattığı yenilgi, Erdoğan’ın Türkiye’yi savaşa sürüklemesi tehlikesini arttırıyor. Son haberlerden anlaşılacağı üzere belli ki “Seferi Sultan” iktidarı kolay kolay bırakmayacak ve iktidarını korumak için gerekirse Türkiye’yi Suriye ile bir savaşa sokacak. Yakında Sisi’yi devirmek için Mısır’a girmeye de kalkarsa hiç şaşırmayın. Daha da kötüsü iç savaş çıkarma ihtimali bile var.

Anlaşılacağı üzere emperyalizm, son 10 yıldır sürekli savaş politikasını yükseltti ve bundan sonra da başka bir şey beklenemezdi. Emperyalizmin insanlığı sürüklemekte olduğu olası bir Üçüncü Dünya Savaşı’na karşı etkili tek yöntem, emperyalizmin ardındaki gerçek dinamikleri, yani kapitalist tekellerin dünyayı paylaşma ve yağmalama dürtüsünü ortadan kaldırmaktan başka bir şey olmayacaktır. Dolayısıyla bu ülkenin devrimcilerinin, bugün hazırlanmakta olan sa­vaşın Suriye’nin mülksüzlerinin sınıf çıkar­ları uğruna başlattığı ayaklanmayla hiçbir ilgisinin olmadığının farkına varması gerekir. Bu nedenle bu savaşı engellemek için çaba göstermekten, savaş çıktığı takdir­de Suriye ve halkının yanında, emperya­lizm ve dostlarının karşısında olmaktan başka çare de görünmemektedir. Ülkenin, emperyalizmin hizmetinde, kapitalist tekellerin çıkarına olarak böyle bir savaşa girmesini önlemek, şu an karşımızda duran en önemli görev olsa gerek. Zira düzen partisinin, emperyalizmin ve burjuva çıkarlarının hizmetinde olmak üzere iktidar hırsının, ülkenin gençlerinin hayatı pahasına gerçekleşmesine izin vermek, bu ülke halkına ve emekçi sınıflarına yapılacak en büyük kötülüktür.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Temmuz 2015 tarihli 69. sayısında yayınlanmıştır.