Ortadoğu savaşına doğru

Suriye savaşı 2011’den günümüze bütün dünyanın gündeminin en ön planında oldu. Bu (akamete uğrayan bir devrimin yaşandığı ilk altı ayı hariç) bir iç savaştı. Baas rejimi ve Beşşar Esad’ın güçleri ile başını tekfirci-mezhepçi örgütler DAİŞ ve El Nusra’nın çektiği Sünni ordular arasında bir iç savaş. Ama Suriye savaşı aynı zamanda bütün dünyanın müdahale ettiği bir savaştı. En başta ABD ve AB emperyalizmi ile onların bölgedeki en iyi müttefikleri Suud, Katar ve AKP Türkiyesi arasındaki ittifak Sünni orduları besleyen el oldu. Bunların karşısında ise İran, Irak ve Lübnan Hizbullahı, Esad rejiminin yanında yer alıyordu. Sonunda geçen Eylül ayında bunlara Rusya da katıldı. Yani Suriye iç savaşı aynı zamanda tipik bir “vekâlet savaşı” idi.

Bu savaş 2014 yazında DAİŞ Musul’u ele geçirip lideri Bekir el Bağdadi’nin halifeliğini ilan edince Suriye’nin dışına, Irak topraklarına taşmış oldu. En vahşi tekfirci-mezhepçi örgüt baş aktör haline geliyordu. Bu adımla birlikte zaten Suriye’de karşı karşıya gelmiş olan Sünni ve Şii (yanı sıra Alevi) kamplar Irak’ta da savaşa tutuştu.

2014 sonunda ise Yemen’de Şii kökenli bir grup olan Husiler iktidarı ele geçirince, Suudi Arabistan bu ülkeye savaş açtı. Böylece Sünni-Şii savaşında yeni bir cephe açılmış oluyordu. Suud’un Yemen’e saldırıları günümüze kadar devam etti, bir katliam biçimini aldı. Böylece mezhep savaşında savaş tiyatrolarının sayısı üçe çıkmış oluyordu.

Şimdi Musul muharebesi ile birlikte savaş yeni bir evreye giriyor. Bir kere, Irak ile Türkiye Musul üzerinde açıkça mezhep bölünmesi üzerinden karşı karşıya geliyor. Ama herkes biliyor ki, Irak’ın bölünmüş ve zayıf hükümetinin ve Haşdi Şaabi (Halk Seferberlik Güçleri) adlı Şii ağırlıklı milislerin ardında büyük gücüyle İran duruyor. Yani Yemen’de İran ile Suudi Arabistan, Musul’da ise İran ile Türkiye savaşın eşiğine gelmiş durumda. Bu gerçekleştiğinde buna “Ortadoğu savaşı” ya da “Ortadoğu çapında mezhep savaşı”ndan başka ad verilemez. Ana aktörler hâlâ perde arkasındadır, savaş hâlâ “vekâlet savaşı”dır. Ama “vekil”in yerini “asil”in almasının eli kulağındadır.

İkincisi, Musul muharebesi şayet bütün askeri uzmanların öngördüğü gibi aylar sürecekse, bir süre sonra Irak ve Suriye savaş tiyatrolarının birleşmesi olasılığı ufukta belirmiş demektir. Çünkü Rakka seferi de bir süredir gündemdedir. Her iki tarafta da (kendi iç sorunları da olan) ittifak aynıdır (ABD himayesindeki ittifak), onun düşmanı da aynıdır (DAİŞ). Yani bir süre sonra coğrafi açıdan da artık tek tek ülkelerin adıyla anılamayacak bir savaşa doğru ilerliyoruz.

Sünni ve Şii mezhepçilerin arasında gözümüzün önünde her geçen gün büyümekte olan bu savaşta Siyonist İsrail, Sünni kampın arkasındadır. Emperyalizm ise şimdilik hakem rolü oynuyor. Hatta Sünni mezhepçileri, ABD’nin Şii İran’la birlikte kendilerine karşı ittifak kurmakta olduğu kuruntusuna bile sahiptir! Bu doğru değildir ve ABD yarın taraf tutmak zorunda kalırsa neredeyse kaçınılmaz olarak İsrail’in yanında, İran’ın karşısında yer alacaktır.

Ortadoğu savaşı ya da Ortadoğu çapında mezhep savaşı bölgeyi bir kan gölüne çevirecektir. 1981-88 arasında yaşanan ve sadece İran ile Irak’ın birbirleriyle çarpıştığı savaşta ölü sayısı bir milyon olarak veriliyor! Bu demektir ki bu kez milyonlar ölecektir. Müslüman Müslüman’ın camisini yakacaktır.

Devrimci İşçi Partisi, eşiğinde olduğumuz bu cehennemi savaş karşısında Ortadoğu’nun bütün ülkelerinin işçi sınıfını, başta köylüler olmak üzere emekçileri, en başta Filistinliler ve Kürtler olmak üzere bütün ezilen halkları ve dini grupları, tekfirci ve mezhepçi taarruzun bütün kazanımlarına el uzattığı Ortadoğu kadınını, en çok da emperyalizme ve mezhepçi mezbahaya karşı savaşmak isteyen gençleri, üçüncü bir kampta toplamak gerektiğini savunuyor. Hedef, Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’dur! 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2016 tarihli 85. sayısında yayınlanmıştır.