OHAL Nedir?

Son dönemlerde, TÜSİAD başta olmak üzere belirli sermaye gruplarının OHAL uygulamaları konusundaki endişelerini dile getirmeleri üzerine yabancı yatırımcılarla buluşmasında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, OHAL’i yine grev yasaklarıyla savunarak işçi düşmanlığına sığındı. AB ile yaşanan gerilimlerden, Batılı emperyalist entegrasyon ile ilişkilerin bozulmasından ve finansal dalgalanmalardan rahatsız olan iş adamları grubuna ısrarla söylediği şey şuydu: “Korkmayın, OHAL emekçiler için, sermaye için değil!” Nitekim Flormar’ın patronu sendikalı oldukları için 120 işçiyi işten çıkarırken buradan cesaret almaktadır.

Bugünlerde toplumdan tamamen kopmuş baskıcı ve otoriter bir siyasetin hışmıyla yaratılan pek çok insan hakları ihlalinin, şiddetin, savaşın ve usulsüzlüklerin arkasına gizlenen, OHAL döneminde korku salarak gerçekleştirilen iktisadi düzenlemelerin, OHAL’in sermayeye vaatlerinin ve emekçilere yönelik tehditlerinin ne olduğu bu nedenle gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim OHAL, devletin klasik işleyişiyle üstesinden gelemediği durumlara hâkim olması için kullanılan bir hükmetme biçimidir.

Şöyle ki, kapitalist ekonomik sistem sadece üretim sisteminde karşımıza çıkan bir işçi-işveren ilişkisi olmayıp, aynı zamanda toplumsal-ekonomik bir sistem ise ve böyle olduğu ölçüde, bu ekonomik sistem, “liberal demokrasi”, “devlet kapitalizmi”, “faşizm” gibi siyasal rejimler içerisinde işleyebilir ve işleyecektir. Tam da burada artık şunu söyleyebiliriz ki, liberal demokrasi, kapitalist ilişkilerin sürdürülebilmesi açısından tek ve kaçınılmaz siyasal yönetim biçimi değildir. Siyasal rejimler, kapitalist sistem içerisinde egemen burjuva sınıflarının ekonomik/siyasal/ideolojik ihtiyaçlarına ve sınıf mücadelesinin seyrine göre ortaya çıkarlar, yani onların ihtiyaçlarına göre ya liberal, ya devletçi, ya faşist ya da başka türden siyasal rejimler oluşur; ve işte tam burada, ülkemizdeki OHAL yönetiminin de şu ya da bu biçimde sermaye sınıfının çıkarlarına denk düştüğü görülecektir. Bir de tabii, kapitalist bir ekonomik sistem altında devletin şu ya da bu biçimde piyasaya/ekonomik yaşama hiçbir biçimde müdahale etmediği tek bir kapitalist ülke olmadığı, kapitalizmin devlet işin içine karışmadan kendi kendisini düzenleyemeyeceği de düşünülürse, devletin işin içine karışmasının, kapitalizme karşı yapılan bir şey değil, tersine, bizzat kapitalistlerin/burjuva sınıfının çıkarları nedeniyle olduğu apaçık biçimde ortaya çıkar. Nitekim devletin piyasaya/ekonomiye müdahalesini geniş halk kitlelerinden çok sermaye sınıfı istemektedir. 1980’li yıllardan bu yana “serbest piyasa” şampiyonluğu yapan liberaller, kriz koşullarında hükümetlerin piyasaya müdahale etmesine, devletleştirme atağını gerçekleştirmesine alkış tutmaktadır, özellikle de 2008 krizinden beri.

Durum bu ise, her kim AKP’nin otoriter rejimi altında, sırf liberal demokrasi ortadan kaldırılıyor diye, gerek ulusal gerekse uluslararası sermayenin yatırıma yönelmeyeceğini, ülkeden kaçacağını düşünüyorsa büyük bir yanılgı içindedir. Sermaye sınıfının farklı fraksiyonlarından hiçbirinin ülkede demokrasi olup olmadığına ilişkin bir endişesi yoktur, olsa olsa kârlılık endişeleri olur. Eğer kâr ve sermaye birikimi, daha otoriter, daha faşist bir siyasal rejim altında elde edilecekse, hiçbir sermaye sahibi buna cepheden itiraz etmeyecektir. Bugünkü yaşadığımız otoriter rejim de burjuva sınıfının ihtiyaçları çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Özetle, TÜSİAD birazcık rahatsız görünüyor diye OHAL’in kaldırılacağını sananlar yanılırlar, medet burjuvada değil doğrudan doğruya işçi sınıfındadır.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2018 tarihli 105. sayısında yayınlanmıştır.