Nükleer enerji: Ne ucuz ne de güvenli!

Burjuva bilim dünyasında nükleer enerjinin kullanımı konusundaki en büyük sorun hep atık konusu olarak düşünülmüştür. Haksız da değiller, radyoaktif atıkların yok olması tam on bin yıl sürüyor. Ama radyoaktif felaketlere yol açan nükleer kazalar işin daha da korkunç bir boyutu. Japonya'daki felaketin boyutları henüz belirlenebilmiş değil. Bunda, halkın tepkisinden korkan burjuva siyasetçilerinin olayı olduğundan küçük gösterme çabasının da payı var.

Japonya'yı vuran deprem ve tsunaminin ardından Fukuşima Nükleer Santrali'nde bir patlama meydana geldi. Üstelik bu patlama bilinen tüm güvenlik önlemleri devreye girdikten sonra gerçekleşti. Teknolojisi son derece gelişmiş bir ülke olan Japonya'da her türlü önleme rağmen gerçekleşen bu patlama ve sızan radyasyon, nükleer enerji konusunda 'Neden olmasın?' diyenlere ders olmalıdır. Tokyo valisi kameraların önünde, aynen Çernobil patlaması sonrasında radyasyonlu çayı içen dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı gibi, radyasyonlu suyu kafaya dikmek zorunda kalmıştır!

Dünya'da üretilen elektriğin yaklaşık %15'i nükleer santrallerden sağlanıyor. Japonya'da bu oran %22,5, ABD'de %19, Fransa'da %80 dolayında. Bu, emperyalist ülkeler enerji ihtiyaçlarının önemli bir kısmını nükleer enerjiden karşılıyorlar demektir. Ne var ki emperyalistlerin tercihini nükleerden yana kullanması nükleer enerjiyi güvenli kılmaz. İşte Japon halkının hali: atom bombası bu sefer başlarına atılmadı, ellerinde patladı!

Türkiye burjuvazisi ve nükleer enerji

1990'lardan bu yana, dünyadaki aktif nükleer santral sayısı da bunlardan üretilen toplam elektrik miktarı da artmıyor. Yani nükleer giderek artan bir tercih değil. Nükleer santrallerde meydana gelen arızaların ve ufak tefek kazaların maliyeti yüzlerce milyon dolardır. Üstelik bu santrallerin ömrü kısadır, bir süre sonra kullanımdan çıkarlar. Radyoaktif atıklar depolanır ama ne yapılacakları konusunda nükleer enerjiyi en yaygın şekilde kullanan Fransa dâhil kimsenin bir fikri yoktur. Oysa yenilenebilir enerji kaynakları olan jeotermal, rüzgâr ve güneşin ne atık sorunu vardır ne de felaket boyutuna varabilecek riskleri. Türkiye'de üretilen elektriğin %25'i bozuk altyapı nedeniyle hatlarda kaybolurken (Avrupa ortalamasının beş katı!) nükleer enerjiye başvurmak neden?

Çünkü nükleer santral bir kere kurulduktan sonra o teknoloji ile nükleer silah üretimi daha hızlı sağlanabilecektir. 2023 planlarını yayılmacı emeller üzerine inşa eden Türkiye burjuvazisi, Rusya, İsrail, Fransa, ABD ve muhtemelen çok uzak olmayan bir zamanda İran nükleer silaha sahipken elbette bir aşamada bu ayrıcalıklı kulübe girmek isteyecektir.

Nükleerin yükü işçilere binmesin, kârı sermayenin cebine girmesin diye...

Çevre felaketlerinden, sermayedarların kârlarını arttırarak siyasi güçlerini pekiştirmesine kadar nükleer enerjinin ve nükleer silahların yarattığı yük bugüne kadar hep dünya işçi sınıfının sırtındaydı. Bu yükten kurtulmanın yolu sırtımızdaki kamburdan yani sermayeden ve kapitalistlerin iktidarından kurtulmaktan geçiyor.

İşçi sınıfının burjuvaziyi devirip iktidarı eline aldığı bir dünyada enerji sıkıntısı da doğanın tahribatı da en alt düzeyde olur, nükleer felaketler de nükleer savaşlar da tehdit olmaktan çıkar. Güvenli ve barış içinde bir gelecek insanlığı bekliyor. Yeter ki işçi sınıfı kendisini ezen ve sömüren burjuvaziye ve onun devletine baş kaldırsın. İşte Arap halkları devrimin ateşini yaktı, devamını getirmek için dünya işçi sınıfının devrimci partisinde örgütlenmeye ihtiyacı var!

Tüm enerji üretimi ve dağıtımı işçi denetiminde kamulaştırılsın!

Kapitalizmin nükleer enerjisine de, radyoaktif felaketlerine de, nükleer savaşlarına da hayır!

Yaşasın sosyalist dünya devrimi!